9 Nisan 2016 Cumartesi

SA2735/KY46-EE8: Matrix Üzerine Notlar

"Filmi tekrar izlemeyi göze alırsanız eğer, bu kez Matrix kelimesi yerine “Tanrı” kelimesini koyarak izleyin. Pek bir şeyin fark etmediğini göreceksiniz. Çünkü oluşturulmaya çalışılan algı aynı."


1999 yılıydı ve Matrix filmi insanları çok etkilemişti. Her kesimden insan filmle ilgili yorumlar yapıyordu. Gelmiş geçmiş en iyi bilim-kurgu diyenler vardı, kimileri de Matrix’i Allah’ın kurduğu “düzen” olarak tanımlayan yorumlar yazıyorlardı. Bu durumda Neo ve arkadaşları Yaratıcı’ya karşı savaşanlar oluyordu. 

Bazı tasavvufçular da kendilerince Matrix’ten ibretlik alıntılar yapma başarısını göstermişlerdi. "Kapı önü sahnesinde Neo’ya dürüst olması tavsiye ediliyor fark ettiniz mi?", şeklinde özlü sözler arayanlar da vardı. Evlerde yeni yeni yeşillenen bilgisayarların tüplü monitörlerindeki düşük çözünürlüklerle, yeni yetme “son kullanıcıların” “Neo” nickiyle oyun sunucularına girip oyun oynadıkları da gözlemlenmekteydi.

Filmin gösterimde olduğu günlerde Matrix’i konuşmak, felsefesini tartışmak çok popülerdi. En çok da komplo teorisi sevenleri memnun edecek unsurlar vardı senaryoda. Mesela “Trinity”, “Nabukadnezar” ve “Morpheus” gibi isimler tarihe ve kutsal kitaplardaki gizemlere, mitoloji meraklılarına parlak “teoriler” üretme şansı veriyordu. Bu konulardaki değişik görüşler o kadar çok ki, bu yazının maksadını aşacağı için girmiyorum. Matrix’i bir film olarak ele almak ve içeriğini de senaryosunda yazılı olanlarla değerlendirmek benim alanıma giriyor.

Matrix gösterildiği zaman, özellikle aksiyon sahneleriyle de dikkat çekmişti. Hızlı kurgusu ve görsel efektleri o kadar etkileyiciydi ki, aralara serpiştirilmiş gizemli ve felsefik sözlerin nerelere kadar gittiğini o an kimse düşünemiyordu bile. Bu yüzden herkes izledikten sonra, o seri kurgu arasında ancak el yordamıyla yakaladığı bir şeyleri söyleyebildi. Aslında filmin çok konuşulması doğaldı, çünkü 1999 yılı için oldukça ilginç sayılabilecek bir sürü tez içeriyordu.

Matrix’i ilk izleyişimdeki etkiden kurtulup, filme önyargısız baktığımda bir televizyoncu olarak şunu gözlemlemiştim; filmi ilgi çekici kılmak için her şeyden birer tutam konulmuştu. Bazen bu yöntem televizyon programlarında içeriği güçlendirmek için kullanılır. Her izleyici, görmek istediklerinden biraz bulabilsin. 

Bilim-kurgusal gizemler zinciri, uzay gemisi benzeri bir gemi, gençlerin ilgisini çeken bilgisayar korsanlığı, görkemli dövüş sahneleri, göz kamaştıran çarpıcı görsel efektler, arada bir yer verilen hayata ve evrene dair felsefik söylemler, kötülüğü simgeleyen bir düzene karşı zayıfların direnişini içeren bir çatışma kurgusu, aksiyon, macera ve aşk. Aslında en önemlisi de gelmesi beklenen bir “kurtarıcı” fikri. “Artık gelse de hepimizi kurtarsa”nın türibüne oynayan kolaycılığı.

O mu değil mi? Yok yok kesin o. Sanki bir yarışma programı heyecanıyla nihayet ortaya çıkan kahramanımız.

Başka ne vardı? Matrix için çalışan ajanlar.

Filmin takriben dördüncü dakikasında bir kovalamaca sahnesi var. Trinity’i yakalamak için peşinden koşan Ajan Brown yaklaşık yirmi metre mesafedeki iki bina arasındaki boşluğu sıçrayarak aşar ve yolun karşısındaki binanın çatısına sert bir iniş yapar. Bunu gören polis memurları şaşkınlıklarını “bu mümkün değil” diyerek dile getirirler. Çünkü iki bina arasında böyle sıçramak insanüstü bir güç gerektirmektedir.

Peki kimdir, nedir bu insanüstü güçlere sahip olanlar? Ajanların kimliği ve menşei konusunda film aslında pek ketum. Ama Matrix’in sırrı da bu ajanlarda gizli. İnsanüstü güçlere sahipler, çünkü insan değiller. IMDB ve Wikipedia gibi bilgi kaynaklarında ajanların bilgisayar programı oldukları belirtiliyor. Ama bu programları yazanların kim oldukları, nereden geldiklerine dair ipuçları yine kendi konuşmalarında mevcut.

Ajan Smith, Morfeus‘u esir alıp sorguya çekerken onun yüzüne yaklaşarak şu sözleri söylüyor:

"Burada bulunduğum sürede fark ettiğim bir şeyi paylaşmak isterim. Türünüzü sınıflandırmaya çalışırken fark ettim. Aslında memeli değilsiniz. Bu gezegendeki tüm memeliler etraflarındaki çevreyle doğal bir uyuma sahipler. Ama siz insanlar buraya uyumlu değilsiniz. Bir bölgeye taşınır ve çoğalırsınız. Tüm kaynaklar tüketilene dek. Hayatta kalmanızın tek yolu başka bölgelere yayılmaktır. Aynı yayılma prensibini uygulayan bir organizma daha var. Virüsler… İnsanlar, hastalıktır. Bu gezegenin kanseri.”

Matrix ile ilgili görsel sonucu

Galiba Matrix ile ilgili tespitler burada netleşmeye başlıyor. Her ne kadar Morpheus, Neo’ya makinelerin dünyayı nasıl ele geçirdiğini anlatıp, insanları birer pil gibi kullandıklarını söylüyorsa da Ajan Smith’in insanlarla ilgili söylemi hiç de dünyada icat edilmiş veya türemiş bir makine bilincinden çıkmış gibi değil. Farkındaysanız gezegenimizdeki canlıların sınıflandırılmasına ilişkin bir çalışma yapılmış. 

İnsanlıkla ilgili bu tespitlere varabilmek için, türümüzün en az bir kaç kuşak davranış ve yaşam biçimine dair alışkanlıklarının gözlemlenmesi süreci gerekiyor. Demek ki makineler bir tür bilinç elde etmişler, ama sırf insanları gözlemlemek adına yıllarca hiç bir şey yapmadan beklemişler. Sonra da insanları kendileri çiftliklerde üretme kararı almışlar, çünkü enerji kaynağı olarak faydalanılacağını keşfetmişler. 

Yakıtı insan olan makineler sistemi Matrix. Makinelerin dünyayı ele geçirdiği Terminatör filmini anmadan edemiyor insan. Ayrıca insanlığı temas kurmadan, yıllardan beri izleyen “Ufo” adlı fenomene ait nesneler bu makineler olmasın sakın. Film bol soslu aslında, gelecekte insanlığı ele geçiren makinelerin olduğu Terminatör’den, hatta biraz detaylı düşünürseniz, uzaktan da olsa “Ufo” benzeri gözlemlemeden de birer fiske soslandırılmış.

Matrix ile ilgili görsel sonucu

Şimdi başa dönerek kırmızı hapı içen Neo’nun 1999 yılından 2199 gibi bir tarihe gidiş öyküsüne bakalım. Evet zamanda yolculuk söz konusu. Tabii buradan aslında Morfeus ve ekibinin Neo’yu almak için o tarihten geçmişe, yani 1999’a geri geldiğini anlıyoruz. 

Bu yolculuk deneyimini ilk kez yaşadığı için Neo’nun vucudu dayanamamış ve çok yıpranmıştır. Onarımı için ileri teknoloji içeren özel bir revirde tedavi altında kalması gerekmiştir. Kısacası filme bir tutam da “zamanda yolculuk” sosu ilave edilmiş. Ajanların 1999’da Neo’yu tutuklamak istediklerini ve vücuduna izleyici yerleştirdiklerini de göz önüne alırsak, demek ki Matrix sistemi çok eskiden beri yani 1999’da varmış. Adamcağızın dudaklarını birbirine yapıştırıp konuşmasına engel oldukları sahne bir rüya sahnesi değildi çünkü. 

Eğer Matrix sistemi 1999’da kurulu olarak var ise, şu satırların yazıldığı 2016’da da dünyayı Matrix yönetiyor demektir. Peki, ama kahramanımızın niçin 2199 yılına götürülüp orada aynı güce karşı savaş vermesi isteniyor? İmkânlar daha fazla diye mi, yoksa asıl büyük mücadele o zaman verildiği için mi? Tüh, demek ki Morpheus biz 2016’dakileri Matrix’ten kurtarmadan, kurtarıcıyı da alıp kendi zamanına götürdü demek ki. Bizim için ne büyük kayıp.

Yine enteresan olan şu ki; Neo 2199’a gittiğinde o yıllarda bir anneden doğmayan, özel çiftliklerde üretilen bebeklerin geçirdiği prosedüre tabi oluyor, yani orada “yeniden doğuyor”. O bebeklerin yetiştirildiği özel ortamlardaki sıvıdan, bedenlerine takılı olan ve beslenme, oksijen gibi destekleri sağlayan hortumlardan anlıyoruz durumu. 

Buradaki yeniden doğuş “reenkarnasyon”, yani ruh göçü anlamına gelmiyor, İngilizcede “rebirth” terimiyle belirtilen Budizmdeki “yeniden doğum” da değil, çünkü Neo 1999’dan getirdiği bilinciyle bir kozada yeniden doğuyor. Tam anlamıyla bu “dünyaya yeniden geliş”tir. Zaten Neo’nun kurtacı olma vasfıyla 2199’a getirildiğini göz önüne alırsak, bilincini yitirmeden gerçekleşen bu süreç, özellikle çeşitli dinlerdeki Mesih’in yeniden dünyaya gelişine benzetilmiştir. Hristiyanlık veya Yahudilikteki kendilerine ait Mesih’in, Müslümanlıkta da İsa peygamberin yeniden dünyaya geleceğine inanan seyirci için, bu inanca atıf yapan bir sos da filme böylece ilave edilmiş durumda.

Matrix ile ilgili görsel sonucu

Bu yeniden dünyaya gelişin gerçekleştiği ortam önemli, burada biraz duralım. Uçsuz bucaksız bebek üretim tarlaları görüyoruz. Yüzbinlerce henüz doğmamış insan, özel kozaların içerisinde sebze gibi yetiştiriliyor. Matrix’in bir parçası olacak insanların üretildiği servis. İnsanları kontrol altında tutmayı doğumlarından itibaren başlatan bir sistemin böylesine önemli bir servisinde hiç bir kontrol ve güvenlik aşaması yok. 

Yeniden dünyaya gelen Neo’nun bedeni, sistem karşıtlarınca diğer bebeklerin arasından kolayca alınıp, Nabukadnezar isimli gemilerine getiriliyor. Bu duruma bilgisayar dilinde “güvenlik açığı” dense de, senaryoyla ilgili böyle bir paradoksun sinemadaki adı elbette çok başka. 

"Peki ya Matrix, Neo’nun direnişçilerce alınmasına kendisi özellikle izin verdiyse?" diye soran bir seyirci çıkarsa. Sonra da bu seyirci Matrix izin verdiğine göre, "Neo da diğer ajanlar gibi bir program olamaz mı?" diye sorarsa? Eminim bu kadar paradoksu senaryoyu yazanlar bile düşünmediler.

Matrix ile ilgili görsel sonucu

Aslında kullanılan dinsel göndermelere dair bir soru sorulduğunda, “Matrix’in sahipleri makineler” demek üzere film cevaplarını hazırlamış. Çeşitli dinlere ait unsurlar üzerinden filmin hikaye örgüsü kurulurken, Ajan Smith’in “türünüzü sınıflandırırken oldukça zorlandım” diye başlayıp, sonra da “siz insanlar virüs gibisiniz” diye biten sözleriyle top insan dışı varlıklara atılmış. Ama bu durum senaryoda Matrix’e atfedilen özelliklerin, uhrevi dinlerdeki ilahiyata ait unsurlar olduğunu gözden kaçırmaya yetmiyor. Mesela özel ajanlar, polis memuru veya metrodaki evsiz adam gibi sıradan insanların yerine bedenen geçebiliyorlar. Görevlerinin gereğini yapıp, işleri bitince de o bedeni terk ediyorlar. Bu bile bazı dinlerdeki inanışlara göre özel kişilere verilmiş yeteneklerdendir.

Filmi tekrar izlemeyi göze alırsanız eğer, bu kez Matrix kelimesi yerine “Tanrı” kelimesini koyarak izleyin. Pek bir şeyin fark etmediğini göreceksiniz. Çünkü oluşturulmaya çalışılan algı aynı.

Her yerin Matrix ile çevrili olduğu bir ortamda, insanları güçsüzlerden yana bir kurtarıcının gelmesi fikrine inandırmanın en büyük getirisi, gelecekte onların algılarıyla oynayabilmekle eşdeğerde olması. Hele bir de o kurtarıcıyı kendisinden kurtulunmaya çalışılan sistem üretirse. Hollywood bu beklentilerden hangisinin üzerine bu filmi yapmış diye düşünmeyi de ihmal etmeyin yeniden izlerseniz.

Film sadece Matrix’e atfedilen özelliklerle Tanrı çağrışımı yapmıyor, yerçekimi yasasına karşı gelebilen çocuklar, geleceği görebilen kahin ile de uhrevi dinlere ait inanç sistemindeki Tanrı kavramına bir karşı duruş da var. İnsanların çoğu, dinsel inançlarını sadece kutsal kitaplarda yazan kurallara uymak veya bilgilere sahip olmak şeklinde algılarken, Tanrı’ya karşı durmayı meziyet olarak niteleyenlerin, kainatın işleyişindeki kuralların “Yaratıcı” tarafından konulduğunun bilincinde olup, bu kurallara karşı da bir duruş sergilediklerini çoğu zaman gözden kaçırıyorlar. Bu yüzden bazı mistiklerin “Kainat Kitabı” diye adlandırdığı “varlığa ait bilgiler”in kaynaklarını da günümüz insanı artık iyi değerlendirebilmeli. Bu da ancak bilgiye yönelerek olur. Yoksa kahini bekleyen çocuğun kaşığı yamulttuğu sahneyi bir illüzyon numarası gibi izler, geçer gidersiniz. İnanç sisteminize nasıl bir gönderme yaptığı aklınıza bile gelmez.

Matrix filminin gündemde kalmasının, yıllar içinde insanların zihinlerinde oluşan bazı kavramlarla ilgili olduğu kanaatindeyim. Pek çok dostumdan farklı olarak “bir kurtarıcı gelecek” fikrinin aslında insanları giderek daha yalnız ve güçsüz bıraktığını, atomize ettiğini düşünüyorum. Ben böyle birisini beklemiyorum. İnsanların fert olarak birbirine daha çok değer vermesi, saygı duyması, önemsemesi, önyargısız tavırla, kurgusuz bilgileri paylaşması benim için daha önemli bir seçim. İnsanoğlunun kurtuluşunun daha çok “bilgi”de olduğu fikrindeyim. Bir de dünyayı kurtacı için hazırlayan, onun gelmesi için gereken şartlar oluşsun diye dünyayı kan gölüne çevirenler var tabii. Her kim ise o getirecekleri, onun saflarında olmayacağımı da şimdiden beyan ediyorum.

Umduğunuz gibi bir sinema yazısı olmadı değil mi? Tarkovksy ve Heidegger sosu koymayı da unutmuşum, kusura bakmayın.

İstanbul


Ekrem Ergüder, 09.04.2016, İstanbul, Sonsuz Ark, Sinema-TV, Medya
Ekrem Ergüder Yazıları


Seçkin Deniz Twitter Akışı