"Bu hekat ölümü, ölümleri kutlayan değil yaşamayı ve yaşatmayı seçenlerin hekatıdır. Bu hekat bir dirilişin sessiz çağıltısıdır."
Bölüm Bir
-1-
26 ağustos 1097
Salih'ül Emre ağır yaralı bir biçimde yakılıp yıkılan kalesinin kendisi ve birkaç yakını dışında kimsenin bilmediği mahzeninde post üstünde acılar içinde kıvranarak yatıyordu. Kale hadimi Kâin, gözde cariyesi Mazerin, altı yaşındaki oğlu hemen yanı başında diz çökmüşlerdi. Diğer hizmetçiler –üç erkek üç kadın- iki adım ötede ellerini göbekleri üzerinde bağlamış, başları önlerinde öylece duruyorlardı.
Salih'ül Emre güçlükle konuşuyordu. Beklemediği ağır bir yenilgi almıştı. Hata yapmıştı. Can-su ve Can-ru kavimlerinin ittifak yapıp büyük güçlü bir ordu kuracağını hesap edememişti. Hem casusları da bu yönde bir bilgi vermemişlerdi. Yapmayacağı bir hatayı yapmıştı ve bunu canıyla ödüyordu.
Düşmanlarını küçümsemişti. Casuslarından niçin haber alamadıklarını araştıracak yerde kalesine doğru yürüdüğü haberini aldığı ittifak ordusunu karşılamaya çıktı. İttifak ordusu kaleye üç günlük mesafede konaklamıştı. Onları konakları yerde tavuk boğazlar gibi boğazlayacağını ummuştu. Ordu hakkında doğru düzgün bir bilgisi olmadığı halde yapmıştı bunu.
Kale Hadimi Kâin;
“Haddim olmayarak derim ki kaleyi bile koruyamayabiliriz. Bize karşı gelen ordu hakkında hiçbir şey bilmiyoruz. En iyisi onlar gelmeden bizim buradan gitmemiz olur. Düşmanlarımızın bir araya geldiği söylentileri var, teyit edilmese de. Gelin rahmetli babanızın taktiğini seçip tedbirine uyalım!” demişti ve fakat dinletememişti. Dinlememişti. En büyük yanlışlarından biri de buydu.
Babası,“Kendine bir hadim seçtiğinde onu dinle. Eğer yanlış düşündüğünü düşünüyorsan kellesini vur gitsin! Ama dinle! Ölç biç öyle karar ver, sakın dinlemezlik etme! Sakın!” demişti.
Hadimini dinlememiş, söylediklerini ölçüp biçmemiş, teklif edilen tedbiri, “Yaşlı bunak korkuyor herhalde!” denerek duymazdan gelmiş ve adamlarını toplayıp saldırmayı seçmişti. Bu büyük bir yanlıştı. Yaşamıyla ödeyeceği bir yanlış olacağını ummamıştı, aklına yenilgi sözcüğünü hiç ama hiç getirmemişti.
“Dinle Kâin!” dedi kale hadimine. Kale hadimi daha bir yaklaştı şeyhe ve daha bir dikkat kesildi. “Kâin ortaya çıkıp savaşmanın ne büyük bir hata olduğunu görmüş oldun. Ki sen zaten görmüştün. Ben senin gördüğünü göremeyerek körlüğün acı aşını şimdi tadıyorum. Olan oldu göçen göçtü ya da göçüyor. Soyum soyuna soyun soyuma muhtaçtır. Bunu bilirsin. Bu hataya bir daha düşülmemesi için neler yapman gerektiğini biliyorsun! Biz hiçbir zaman yeryüzüne çıkmamalıydık, çıkmamalıyız. Bunu gelecek bütün kuşaklarımız bilsin. Bunun bilinmesini sağlayacak olan sensin! Oğluma göz kulak ol! O’nun benim hatalarıma düşmesine mani ol! Seni dinleseydim, babamın sözlerini kulağıma küpe yapsaydım bugün belki de hayatta olurdum. Seni dinlemeliydim! Babamı dinlemeliydim. Bir meydan savaşının bize hiçbir şey kazandırmayacağını hem sen dedin, hem babam derdi, kazandırmadığı görüldü. Ve kazandırmayacağı görülmeli. Tıpkı babamın dediği gibi biz biz olmayanların içine sızmalıyız ve onlardan daha fazla onlara benzemeliyiz! Bizi kendilerinden daha fazla kendileri olarak bilmeli, görmeli kabul etmeliler. Bütün bunların nasıl yapılacağı babamın bana miras bıraktığı kitapta yazılı. Biliyorsun. Ben o kitaba uymadım. Sen ve soyun ve benim soyum bundan sonra o kitapta yazılan tek harfe bile uyacak, tek harf bile görmezden gelinmeyecek. Soyum ve soyun buna harfiyen uymalı, eğer başarılı olmak isteniyorsa, eğer telef olmak istenmiyorsa, eğer..”
Soluğu kesilir gibi oldu Nizarî Şeyhinin. Başında bekleşenler iç çektiler. Ağlayıp dövünmek için an sayıyorlardı. Şeyhin kıpırdadığını görünce kolayca tuttular kendilerini. Şeyh gözlerin ağır ağır açtı. Kale hadimi Kâin ve oğluna baktı.
“Özellikle kadılar yetiştirmelisin. Kadılığa öncelik vermelisiniz. Gün gelir bir kadı on padişaha bedel olur, hatta ondan daha güçlü. Kadılığı ihmal etmeyin. Ve asla renk vermeyin. Asla! Mektep-medrese açın ve zeki pervasız her kalıba kolayca uyabilecek tıynette çocukları eğitin. Yoksul ailelerin çocuklarına ulaşmak daha kolay olur. Onları daha kolay avucunuza alırsınız! Ve asla ama asla renk vermeyin. Bu çok önemli. Asla açıktan savaşmayın. Asla. Ölüm bile olsa nefsi müdafaa yapmayın. Ne demek istediğimi anlıyor musunuz? Halkların gözünde toplumların indinde siz mazluma oynayın! Yolunuza çıkanın itibarını iki paralık ederek ortadan kaldırın. Eğer bu imkân olmazsa bir kaza eseri hayatına son vermeyi seçin, asla doğrudan bir cinayetten kaçının. Bu imkânları araştırın. Asla benim gibi acele etmeyin. Asla! İşte babamla benim aramdaki fark. Babam bana bir kale bıraktı ben hak ile yeksan olmasına fırsat verdim. Babam bizi tüm dünyanın hâkimi kıldı ben bir çırpıda yok ettim bu görkemi. Benim yolumu değil babamın yolunu sürdüreceksiniz. Kâin sana güveniyorum! Oğlumu ve buradakileri sana emanet ediyorum! Eski şaşaamızı kazandıracağına itimadım tamdır. Oğlumun liyakatini sen söyledin. Sen söylediysen öyledir. Öyle ise ona itaat et. Ve ona da dinlemeyi öğret.”
Güçlükle sol elini kaldırıp oğluna el etti. Oğlu iyice sokuldu babasına.
“Oğlum!” dedi. “Ben dedenin vasiyetine uymadım. Deden sinsiliğin ne büyük bir erdem olduğunu anlatmış, sinsi olmada mahir olmamı istemişti. Ben kör bir kabadayılık yapıp aşikâr olmayı seçtim. İşte sonucu. Bir vücutta bağırsak kurdu, bağırsak şeridi olmanın önemini anlatmıştı ben dinlemedim. Bilemedim. Bencilliğime yenildim. Sen ve senden sonrakiler benim gibi olmayı değil dedeniz gibi olmayı seçeceksiniz. Her payitahtta en has adamlarınız olacak hatta öyle olacak ki ya padişahın kendi ya aynı yastığa baş koyduğu eşi bile sizin müridiniz olacak. Bunu yapacaksınız. Bunu gerçekleştireceksiniz. Her ortama uyan bir böcek olmanın yolunu bulacaksınız. Bunu başardığınızda önünüzde hiçbir engel kalmaz. Her bir insan sizin köleniz olur. Ben beceremedim, siz becereceksiniz. Sakın Kâin’i dinlemezlik etme, sakın sözünden çıkma oğlum! Bu halim hafızandan silinmesin ki Kâin’i dinlemeyi unutmayasın. Hadimlerinin söylediklerine burun kıvırmayasın. Onlar senden benden daha fazla toplumla haşir neşir oldukları için daha isabetli kararlara vakıf olurlar. Bunu sakın aklından çıkarma..”
Sonra sustu.. Eliyle çevresindekilere geri çekilmelerini, çocuğu mahzenden çıkarmalarını işaret etti.
Çevresindekiler geri çekildi. Mazerin oğlunu mahzenin dışına çıkardı. Yaralı şeyh derin bir soluk aldı başı sağdan sola düştü öylece kaldı. Mahzen sine döven insanların fısıltılarıyla doldu. Mazerin oğlunun elini kuvvetle sıktı. Yüzünde sinsi bir gülümsemeyle oğluna baktı.
Cemal Çalık, 18.04.2016, Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Kumpas, Roman