20 Nisan 2016 Çarşamba

SA2778/DT32: Yoksunluklar ve Hayâller Arasında Özgür Çocuklar

“Çocuklarımızın yoksunluklar ve hayaller arasında özgürce dolaşmalarını sağlayabilirsek, bence çağın vebası olan kaostan onları kurtarabiliriz.”


Hayallerim, hayallerimiz vardı çocukken; çünkü yaşadığımız yüzyılda yoksulduk ülke olarak ve ben yoksullardan biraz daha iyi durumda olan bir ailenin çocuğu olarak doğmuştum. Her aklın kendi çevresine göre hayal ürettiğini şimdiki zamanın çocuklarına bakarak kararlaştırıyorum o yüzden. Şimdiki çocukların hayalleri yok bizlerin hayalleri gibi, ama bu, kesinlikle eminim ki hayallerinin hiç olmadığı anlamına gelmiyor.

Niye mi? Anlatmam lazım, anlatmamız lazım. Çocuklarımıza haksızlık etmemek için. Çevremdeki çocukların, yani arkadaşlarımın hayalleri ile benimkiler hiç aynı olmadılar. Aynı ailede büyüyen erkek kardeşimin hayallerini hâlen bilmiyorum, ama benden beş yaş küçük olmasına rağmen onun da hayalleri elbette vardı ve o hayaller benimkilerle aynı değildi. İkimiz de eşit şekilde büyüdük mü, işte ondan şüpheliyim. Mesela o dilediği kadar para harcardı, ben harcamazdım; o harçlıklarını dibine kadar bitirir, ben biriktirirdim. Çocuklarımda da var bu farklılıklar; en küçük biriktirir, iki ağabeyi onun biriktirdiği paralara göz dikerler ve ondan sürekli borç alırlar.

Üç çocuğumun da hayalleri birbirinden farklı olmasaydı, ya üçü de biriktirirlerdi harçlıklarını ya da üçü de sonuna kadar harcarlardı. Demek ki hayallerle davranışlar birbiriyle ilişkili ve bunun zamanla-çağla, dolaylı olarak olsa da, doğrudan bir ilişkisi yok. Kardeşim ve ben nasıl ayrıysak bu anlamda, onlar da ayrı. Yani yoksulluğun ya da varsıllığın hayalleri etkiliyor olması, onları kökten değiştirdiği ya da yok ettiği anlamına gelmiyor.

Her çağın yoksunlukları farklı olduğu gibi yoksulluğun görece anlam kayması yaşadığı günümüzde, yoksullukla hayaller arasındaki ilişki de farklı. Yoksunluk her çağın her ekonomik profilin içinde var olabilen bir gerçeklik… Sağlık, kardeş, huzur,  yetinme, samimiyet, dostluk, güven, vs gibi yoksunluklar da hayalleri etkileyebilir. Herkesin hissettiği yoksunluk farklı olduğundan bence yoksulluktan daha fazla yoksunluk hayalleri etkiliyor.

Hayallerin bir de yaşanan zamanla doğrusal olmayan ilişkileri de var. Yani illa ki bir yoksunluğa bağlı değiller. Doğal olarak biz çocuklarımıza bakarken, onların bilgisayar oyunları ile veya cep telefonundaki android programlarla yaşadıkları ilişkide kaybolmuş olduklarını düşünürsek hata yaparız. Onların hareket alanları bu ve buna bağlı olarak ortaya çıkan yoksunlukları keşfediyorlar.

Sorun şu ki; sevgi en temel araç çocuklarımızla ilişkimizde. Hayatı doğru kullanabilmeleri için gerekli olan donanımları onlara Allah doğuştan vermiş, bize düşen onları sorgulayabilir bir akla sahip hale getirmek. Neyi, nerede, nasıl, kimle, hangi zaman aralığında ve hangi amaçla yapmaları gerektiğine karar vermelerini sağlamak. Onlara bir hedef, amaç belirleme alışkanlığı kazandırmak.

Evet; amaç belirleme alışkanlığı insanın hayatı boyunca ihtiyaç duyacağı en büyük alışkanlık. Tabi bu alışkanlığın hayalleri yöneteceğini de eklemem gerek. Yani namaz kılan bir çocuk, kendisini namaz kılan bir yetişkin olarak hayal edebiliyor mu? Ya da doğru sözlü bir çocuk kendisini güven veren bir yetişkin olarak hayal edebiliyor mu? İyi bir baba ya da anne veya iyi bir doktor ya da avukat? İyi bir Müslüman ve iyi bir insan?

Her şey hayallere bağlı olduğuna göre, bilgili olmak en azından bilgi yoksunluğundan doğacak olan hayal yokluklarını ortadan kaldıracaktır. Peki, çocuklarımız bilgiyi nasıl edinmeli? Çok kolay, onlara anlatacağız, formatik bilgiyi kastetmiyorum, bunu okullar bir şekilde yeterli ya da yetersiz veriyorlar, kastettiğim bilgi, Hayat Bilgisi, davranışa dönüşmüş Din Bilgisi, Allah Bilgisi ve en önemlisi kendi ağzımızla anlattıklarımız, hayat tecrübelerimiz; yediğimiz kazıklar ya da başarılarımız.

Sabır bu işin sırrı. Bağırarak, çağırarak, cezalandırarak onları telefonlarından veya bilgisayarlarından koparacağımızı sanmayalım. Zorlayarak onlara kitap okutacağımızı da…

Anne-babalarımızın bize kişiliğimiz oluşurken nasıl yaklaştığını hatırlıyorum. Uç davranışlar sergilemediğimiz sürece serbesttik. Temel bazı şeyler vardı, mesela yalan söylememek, hırsızlık yapmamak, haksız yere kimseyle kavga etmemek; bunlar bizden beklenen temel ve sınırlı şeylerdi ve arkasından vecibeler kısmı… Ramazan ayında alıştırma oruçları tutmak, teravihlere gitmek, cumalara gitmek ve sonra büyüdükçe beş vakit namaz için sık sık uyarılmak. Ve en son ‘senin de kızkardeşlerin var’ uyarısı ve geçimini temin edecek bir meslek sahibi olma beklentisi. Hepsi bu. ‘Oku adam ol’ saplantısı yoktu ailelerimizde şimdiki gibi.

Rahmetlik babam ODTÜ terör yuvası olduğunda 70’lerde; üniversitenin çok da iyi bir yer olmadığını düşünmeye başlamıştı ve üniversiteye giden öğrencilerin dinî ve millî duygulardan koptuğunu ve bozulduğunu düşünüyordu. Haklıydı da; çünkü sistemin tek amacı vardı; dinsiz ve ahlaksız bir nesil yetiştirmek. O yüzden okumak, adam olmak demek anlamına gelmediği gibi adamlıktan çıkmak demekti. Geldiğimiz noktada bunun genel olarak doğru olduğu ortada.

Hayallerimize sınır koymuyorlardı anne ve babalarımız, belki de insanı çok iyi tanımadıkları için, belki de şu andaki gibi orta gelirli ülkeler grubunda olmadığımız için, ama bence en önemlisi iyi insanlar oldukları için. İnsanın doğasına fazla dokunulmaması gerektiğini yaşayarak öğrendikleri için.

Çocuklarımızın yoksunluklar ve hayaller arasında özgürce dolaşmalarını sağlayabilirsek, bence çağın vebası olan kaostan onları kurtarabiliriz.

Bunları yazmak istedim.



Doğa Toprak, 20.04.2016, Sonsuz Ark , Kırlangıç Zamanları, 



Seçkin Deniz Twitter Akışı