“Çocuklarımızın
yoksunluklar ve hayaller arasında özgürce dolaşmalarını sağlayabilirsek, bence
çağın vebası olan kaostan onları kurtarabiliriz.”
Hayallerim,
hayallerimiz vardı çocukken; çünkü yaşadığımız yüzyılda yoksulduk ülke olarak
ve ben yoksullardan biraz daha iyi durumda olan bir ailenin çocuğu olarak
doğmuştum. Her aklın kendi çevresine göre hayal ürettiğini şimdiki zamanın
çocuklarına bakarak kararlaştırıyorum o yüzden. Şimdiki çocukların hayalleri yok bizlerin
hayalleri gibi, ama bu, kesinlikle eminim ki hayallerinin hiç olmadığı anlamına
gelmiyor.
Niye mi?
Anlatmam lazım, anlatmamız lazım. Çocuklarımıza haksızlık etmemek için.
Çevremdeki çocukların, yani arkadaşlarımın hayalleri ile benimkiler hiç aynı
olmadılar. Aynı ailede büyüyen erkek kardeşimin hayallerini hâlen bilmiyorum,
ama benden beş yaş küçük olmasına rağmen onun da hayalleri elbette vardı ve o hayaller benimkilerle aynı değildi. İkimiz de eşit şekilde büyüdük mü, işte ondan
şüpheliyim. Mesela o dilediği kadar para harcardı, ben harcamazdım; o
harçlıklarını dibine kadar bitirir, ben biriktirirdim. Çocuklarımda da var bu
farklılıklar; en küçük biriktirir, iki ağabeyi onun biriktirdiği paralara göz
dikerler ve ondan sürekli borç alırlar.
Üç
çocuğumun da hayalleri birbirinden farklı olmasaydı, ya üçü de biriktirirlerdi
harçlıklarını ya da üçü de sonuna kadar harcarlardı. Demek ki hayallerle
davranışlar birbiriyle ilişkili ve bunun zamanla-çağla, dolaylı olarak olsa da,
doğrudan bir ilişkisi yok. Kardeşim ve ben nasıl ayrıysak bu anlamda, onlar da
ayrı. Yani yoksulluğun ya da varsıllığın hayalleri etkiliyor olması, onları
kökten değiştirdiği ya da yok ettiği anlamına gelmiyor.
Her
çağın yoksunlukları farklı olduğu gibi yoksulluğun görece anlam kayması
yaşadığı günümüzde, yoksullukla hayaller arasındaki ilişki de farklı. Yoksunluk
her çağın her ekonomik profilin içinde var olabilen bir gerçeklik… Sağlık,
kardeş, huzur, yetinme, samimiyet,
dostluk, güven, vs gibi yoksunluklar da hayalleri etkileyebilir. Herkesin
hissettiği yoksunluk farklı olduğundan bence yoksulluktan daha fazla yoksunluk
hayalleri etkiliyor.
Hayallerin
bir de yaşanan zamanla doğrusal olmayan ilişkileri de var. Yani illa ki bir
yoksunluğa bağlı değiller. Doğal olarak biz çocuklarımıza bakarken, onların
bilgisayar oyunları ile veya cep telefonundaki android programlarla yaşadıkları
ilişkide kaybolmuş olduklarını düşünürsek hata yaparız. Onların hareket
alanları bu ve buna bağlı olarak ortaya çıkan yoksunlukları keşfediyorlar.
Sorun şu
ki; sevgi en temel araç çocuklarımızla ilişkimizde. Hayatı doğru
kullanabilmeleri için gerekli olan donanımları onlara Allah doğuştan vermiş,
bize düşen onları sorgulayabilir bir akla sahip hale getirmek. Neyi, nerede,
nasıl, kimle, hangi zaman aralığında ve hangi amaçla yapmaları gerektiğine
karar vermelerini sağlamak. Onlara bir hedef, amaç belirleme alışkanlığı
kazandırmak.
Evet;
amaç belirleme alışkanlığı insanın hayatı boyunca ihtiyaç duyacağı en büyük
alışkanlık. Tabi bu alışkanlığın hayalleri yöneteceğini de eklemem gerek. Yani namaz
kılan bir çocuk, kendisini namaz kılan bir yetişkin olarak hayal edebiliyor mu?
Ya da doğru sözlü bir çocuk kendisini güven veren bir yetişkin olarak hayal
edebiliyor mu? İyi bir baba ya da anne veya iyi bir doktor ya da avukat? İyi bir
Müslüman ve iyi bir insan?
Her şey
hayallere bağlı olduğuna göre, bilgili olmak en azından bilgi yoksunluğundan
doğacak olan hayal yokluklarını ortadan kaldıracaktır. Peki, çocuklarımız
bilgiyi nasıl edinmeli? Çok kolay, onlara anlatacağız, formatik bilgiyi
kastetmiyorum, bunu okullar bir şekilde yeterli ya da yetersiz veriyorlar, kastettiğim bilgi, Hayat Bilgisi, davranışa dönüşmüş Din Bilgisi, Allah Bilgisi
ve en önemlisi kendi ağzımızla anlattıklarımız, hayat tecrübelerimiz; yediğimiz
kazıklar ya da başarılarımız.
Sabır bu
işin sırrı. Bağırarak, çağırarak, cezalandırarak onları telefonlarından veya
bilgisayarlarından koparacağımızı sanmayalım. Zorlayarak onlara kitap okutacağımızı da…
Anne-babalarımızın
bize kişiliğimiz oluşurken nasıl yaklaştığını hatırlıyorum. Uç davranışlar sergilemediğimiz
sürece serbesttik. Temel bazı şeyler vardı, mesela yalan söylememek, hırsızlık
yapmamak, haksız yere kimseyle kavga etmemek; bunlar bizden beklenen temel ve sınırlı
şeylerdi ve arkasından vecibeler kısmı… Ramazan ayında alıştırma oruçları
tutmak, teravihlere gitmek, cumalara gitmek ve sonra büyüdükçe beş vakit namaz
için sık sık uyarılmak. Ve en son ‘senin de kızkardeşlerin var’ uyarısı ve
geçimini temin edecek bir meslek sahibi olma beklentisi. Hepsi bu. ‘Oku adam ol’
saplantısı yoktu ailelerimizde şimdiki gibi.
Rahmetlik
babam ODTÜ terör yuvası olduğunda 70’lerde; üniversitenin çok da iyi bir yer
olmadığını düşünmeye başlamıştı ve üniversiteye giden öğrencilerin dinî ve
millî duygulardan koptuğunu ve bozulduğunu düşünüyordu. Haklıydı da; çünkü
sistemin tek amacı vardı; dinsiz ve ahlaksız bir nesil yetiştirmek. O yüzden
okumak, adam olmak demek anlamına gelmediği gibi adamlıktan çıkmak demekti.
Geldiğimiz noktada bunun genel olarak doğru olduğu ortada.
Hayallerimize
sınır koymuyorlardı anne ve babalarımız, belki de insanı çok iyi tanımadıkları için,
belki de şu andaki gibi orta gelirli ülkeler grubunda olmadığımız için, ama
bence en önemlisi iyi insanlar oldukları için. İnsanın doğasına fazla
dokunulmaması gerektiğini yaşayarak öğrendikleri için.
Çocuklarımızın
yoksunluklar ve hayaller arasında özgürce dolaşmalarını sağlayabilirsek, bence
çağın vebası olan kaostan onları kurtarabiliriz.
Bunları
yazmak istedim.
Doğa Toprak, 20.04.2016,
Sonsuz Ark , Kırlangıç Zamanları,