"Bence herkes kendi ruhundaki ikilemi aşmadan Erdoğan ve Davutoğlu arasında ikilem aramamalı… Kendisiyle uyumlu olan herkes de Erdoğan ve Davutoğlu arasındaki uyumu istemeli..."
Her
olayın, kişileri, zamanı, yeri ve yaşandığı psikolojik-sosyolojik ve siyasî
ortamı aynı değildir, dolayısıyla tarihteki herhangi bir olayla günümüzdeki
herhangi bir olay arasında analoji yaparken çok dikkatli ve özellikle uzman,
tarafsız ve iyi niyetli bir sorgulayıcı olmak gerekir. Bugün, aslında bugün başlamayan,
2014’teki Cumhurbaşkanlığı seçiminden çok önce başlayan, başlatılan ve sık sık
gündeme sokulan yapay ve kasıtlı bir tartışmanın son demlerini yaşıyoruz.
“Cumhurbaşkanı
Erdoğan ile Erdoğan’ın Ak Parti Genel Başkanlığına ve Başbakanlığa seçtiği
Davutoğlu arasında bir ayrılık-gayrılık var mı?” sorusunun etrafında dolanıyor
birileri. Daha doğrusu “Erdoğan-Davutoğlu
arasında çatışma var” ya da "Davutoğlu ile artık bu mesele devam edemeyecek bir hale gelmiştir" diye birtakım kara propaganda iş görürleri ısrarla
çalışıyor, pazarlama yapıyor.
Özal-Yılmaz,
Demirel-Çiller örnekleri veriliyor, sanki bu örnekler sorgulanabilmiş
örneklermiş gibi, bu örnekleri verenler adam sınıfından sayılabilirmiş gibi. Laf
olsun torba dolsun diye ortalığa salınan cümleleri okurken, bu şaşkın akılların
seviyelerine şahit oldukça esefle söyleniyorum. Bunların, bu tiplerin söz hakkı
olması bile bu memlekete zulüm. Ama bunu düşünen ve sorgulayan kim?
Siyaset alanı,
tamamen halkın temsil edildiği bir alan olmadığı sürece bu tür ipe sapa gelmez
söylemlerin iş yapacağı, sonuç almasa bile en azından kafa karıştıracağı
gerçeği de ortada. Zaten medyamız, istisna değerli isimler dışında, ne idüğü
belirsiz tiplerle dolu 150 senedir. Her iktidar döneminde muktedir olanla
embedded yaşayarak bugüne gelmiş bir medya geleneğimiz var zaten. O
kahraman şairlerin destekledikleri Başbakanlardan para dilendikleri zamanları
gördü bu memleket.
Sultan’dan paye-mükafât aldıkları zaman her tarafı süt liman
gösteren aydın müsveddelerinin, azcık iktidardan uzak kalınca, kaale alınmayınca
en uçsuz, ahlaksız sözcükleri nasıl sarf ettiklerini yazıyor tarih. Maalesef bu
medya karakterine ilişkin her olay, “Her olayın, kişileri, zamanı, yeri ve
yaşandığı psikolojik-sosyolojik ve siyasî ortamı aynı değildir” önermesine
istisnadır.
Bir
Cumhurbaşkanı’nın, bir Başbakan’ın, bir Kral’ın çevresi aşırı sıcaktır ve aşırı
güvensizdir; çünkü insan kusursuz değildir ve kusurun büyüklüğü bir kişiyi
değil bir devleti ve devletin tüm fertlerini ilgilendirir. Yüksek devlet
katlarında yaşayan herkes ateşten gömlek giymiş olma bilincinde değilse, o
memleket iflah olmaz. Yakın ve uzak tarihimiz benzer örneklerle doludur; buna
istisna olacak bir olay da yoktur; hepsi aynıdır hepsi ihanetle
etiketlenmiştir. Yani kişisi, zamanı, yeri ve yaşandığı psikolojik-sosyolojik
ve siyasî ortama bağlı olmayan ikinci şey de -olay da- ihanettir.
Medya’nın
oynak karakterinden üreyen her olay ile devlet katlarında yaşanan ‘ihanet’
değişmeyen yapılarından dolayı hakkında çok kolay söz üretilebilen ve kasten
yanlış kıyaslarda kullanılan iki olaydır ve bugün aslında biz bu iki değişmez
sefaletin sıkıştırdığı bir zamanda yaşıyoruz. İki yüz yıl önce III. Selim’e,
yüz yıl önce II. Abduhamid’e, altmış yıl önce Menderes’e, yirmi-otuz yıl önce Özal’a,
yirmi yıl önce Erbakan’a, bugün Erdoğan’a karşı her türlü saldırının bu iki
sefil alanda yapıldığına ve ilk beş sıkıştırmada da tarihi değiştirecek
sonuçlar alındığına dikkat edilirse, Erdoğan ve biz çok dikkatli olmak
zorundayız; ancak Davutoğlu bin kere daha fazla diken üstünde olmalı.
Tamam; bu
olayın diğer beş olayla, kişileri, zamanı, yeri ve yaşandığı
psikolojik-sosyolojik ve siyasî ortamı aynı değildir, ama insan aynıdır;
zaafları aynıdır. Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı’nda ve sonrasında yaşadığı psikolojik
ve söylemsel dalgalanma ortada. Ak Parti tabanı onu bu dalgalanma yüzünden bir
kenara itti. Bülent Arınç da, Hüseyin Çelik de benzer dalgalanmaların bedelini
silinerek ödediler. Erdoğan’a karşı herhangi bir karşı hamle hissettiği an, bunu
kendisine karşı yapılmış gibi gören bir oy veren desteği var Erdoğan’ın
yanında. Ve önceki beş olayda kurbanların böyle bir desteği yoktu. Doğal olarak
herhangi bir kolektif ihanet girişiminin başarılı olma şansı artık yok. Stratejik
Derinlik adlı kitabı yazan Davutoğlu bunu göremeyecek kadar bencil ve hırslı
mıdır?
2012’den
beri defalarca yaşanan organize saldırıların neden başarısız olduğunu
anlayamayanların da sözlerinin kıymeti yoktur. Erdoğan’ın şahsında Türkiye
Halkı bir direniş yolunda hızla ilerlerken önüne çıkacak her engeli bir
tekmeyle kenara fırlattığını defalarca gösterdi; ötekiler bunu görmek istemeyebilirler,
ancak Erdoğan’ın seçip bir görev verdiği başbakan, bakan, vekil ve bürokrat
bunu görmeye mecburdur, hatta Erdoğan’ın kendisi bile bu seçimleri yaparken çok
dikkatli olmak zorunda olduğunu unutmamaya mecburdur; cemaate karşı gösterdiği
sonsuz ihmalin cezasını yatak odasının mahremiyetine dokunulması ile ödedi
çünkü.
Yaşadığımız
direniş Büyük Bir Başkaldırı’dır; doğal olarak Erdoğan’ın bu Büyük Başkaldırı’yı
Kurtuluş Savaşı’na endeksleyerek değerlendirmesi temelsiz değildir, bu olayın,
kişileri, zamanı, stratejik yeri ve yaşandığı psikolojik-sosyolojik ve siyasî
ortamı önceki olaylarla aynı değildir ve aynı tali ve esas sonuçları doğurma
olasılığı şimdilik yoktur. Kurtuluş Savaşı başka bir formatta olsa da günümüz 'Büyük
Başkaldırı'sı ortak tek yönü, Küresel Soyguncular'a karşı verilmiş olmasıdır.
Kim ne
derse desin, ne yaparsa yapsın Erdoğan ve Davutoğlu herhangi bir ikilemle karşı
karşıya gelme hakkına sahip olmadıkları gibi, hem tarihe hem halka hem de Allah’a
karşı sorumlu oldukları için uyumlu olmak zorundadırlar. İkilem’e fırsat
vermeleri telafi edilemez bir yangın üretecektir. Bu yangın zaten iki yüz
yıldır onursuzlaştırılmış tüm Müslümanlar için bir yüz yıl daha sefil, aşağılık
bir dünya anlamına gelecektir.
Davutoğlu,
tarihte bir ilk yaşattı Avrupalılara ve herkese Avrupa Konseyi’nde 19 Nisan 2016’da Türkçe
hitap etti. Bu Türkiye Halkı’nın Büyük Başkaldırısı’nın aldığı somut
sonuçlardan biridir. Davutoğlu bunu kendisi yapmadı, hatta Erdoğan da bunu
yaptırmadı ona; asıl kahraman halktı, bizlerdik ve biz izin vermeden Erdoğan ve
Davutoğlu arasında herhangi bir ikilem oluşmaz, oluşamaz.
Bu
sebeple sağda solda yaygara yapan ahmakları ciddiye alarak şu ana dek herhangi
bir uyum sorunu yaşamadan devleti yöneten Erdoğan ve Davutoğlu ikilisinden
herhangi birini desteklemeye çalışmak ahmaklıktan başka bir şey olamaz, buna
şaşkınlık denemez çünkü. Kim böyle bir ayrımcılığın tarafı olursa ona şüphe ile
bakmak şarttır… Bugüne dek paralel yapıya karşı Davutoğu’nun çok pasif
kaldığını iddia edenlerin, hemen her gün Türkiye’nin her ilinde ve ilçesinde
yaptırdığı operasyonları görmezden geldiğini açıkça görüyoruz; çünkü artık oradan
vuramıyorlar. Davutoğlu ikiyüzlü paralelleri devlet katlarından tasfiye
ettikçe, tasfiye edilenlerin Erdoğancı maskesi takmaları ve Davutoğlu’na
saldırmaları gayet net anlaşılıyor artık.
Peki,
Davutoğlu vazgeçilmez mi? Neden öyle olsun ki? Erdoğan son deme kadar Gül’e,
Arınç’a Çelik’e herhangi bir tepki gösterdi mi? Hayır, halk gördü ve bizzat kendisi
sildi bu isimleri ve daha nicelerini…
Davutoğlu da saparsa yolundan, halk onu da tasfiye etmekte tereddüt
etmez. Ama şu kesinlikle bilinmeli ki hiçbir başbakan tepesinde güvensizlik
kılıcıyla çalışmaz, çalışmak istemez… Bu güveni de ondan esirgemeye kimsenin
hakkı yoktur.
Siyasî
arena böyle, peki ya Medya? Yandaş Medya, Laik Medya, Cemaat Medyası, PKK
Medyası, İngiliz Medyası, Amerikan
Medyası, İran Medyası, Arabistan Medyası falan filan; basit birkaç soruyla
geçiştireyim bu konuyu… ‘Yandaş Medya’ diyerek etiketlenen medyanın halkın
Büyük Başkaldırısı ile hangi bilinç düzeyinde ilgilendiğini bana biri izah
edebilir mi? Çıkar beklentilerinin dizayn ettiği medyanın, ahlak, kültür
beklentisi ile dolu olan bir halka nasıl hizmet etmesi beklenebilir? Erdoğan’ı
destekleyen medyanın Erdoğan’ı destekleme özelliğini çıkarırsanız geriye diğer
medya etiketlerinden farkı ne olur sizce?
Bu
sebeple kişisel çabalardan, belli başlı kişilerin verdiği amansız
mücadelelerden başka medyada kurumsal anlamda bir bilinç yok, hatta Muhafazakar
Medya diye nitelendirilen izlediğimiz medyadaki gelgitlerin verdiği
güvensizliği tartışacak bir alanımız bile yok.
Bence
herkes kendi ruhundaki ikilemi aşmadan Erdoğan ve Davutoğlu arasında ikilem
aramamalı... Kendisiyle uyumlu olan herkes de Erdoğan ve Davutoğlu arasındaki
uyumu istemeli...
Başka
söze hacet yok. İkisi şu anda, Binali Yıldırım'la birlikte İzmit Körfez Geçişi Köprüsü'nün son tabliyesini
koymak üzere tören alanında. Yavuz Sultan Selim Köprüsü'nü de Marmaray'ı da birlikte açtılar...
Bırakın da
çalışsınlar…
Bundan âlâ uyum mu olur?
Arif Şahin, 21.04.2016, Sonsuz Ark, Şaşkınların Tarihi 72