"Bu hekat ölümü, ölümleri kutlayan değil yaşamayı ve yaşatmayı seçenlerin hekatıdır. Bu hekat bir dirilişin sessiz çağıltısıdır."
Bölüm Bir
-2-
29 ağustos 1097
Umur Tılsım aldığı şifreli e-maili çözdüğünde doğrusu çok şaşırmıştı. Yıllar önce Kastinya’da Nizarilere ait kolejde son sınıfta okuyan bayan bir öğrenciyi kendisi için çalışmaya razı etmeye uğraşmış ve fakat başaramamıştı. Ve işte beş yıl sonra ondan, Gülendam Gültekin’den bir e-mail alıyordu.
Öfke, nefret ve iğrenme doluydu e-mail. Birinden söz ediyordu. Kastinya hadimi Salih Çopur. İğrenç mi iğrenç biriydi bu adam ve önemli olan bir şey de adamın örgütün kara kutusu olmasıydı. Eğer onu çözerse bu ifritlerin köküne kibrit çakabilirlerdi. Evet, adamın iğrençliği yanında en kötüsü de içinde bulunduğu cemaatin gerçek yüzünü tanımış olmasıydı. Eğer beş yıl önceki teklifi geçerliyse çalışmaya hazırdı.
Umur Tılsım ilkin bunun bir tuzak olma ihtimali üzerinde durdu. Belki Nizariler Umur Tılsım’ın kendileri üzerine araştırmalar yaptığını öğrenmişti ve bu kız aracılığıyla araştırmasının boyutunu öğrenmek istemiş olabilirlerdi. Ya da örgüt kendisini yanlış yönlendirmek istiyordu.
Kızla yüz yüze görüşmeyi teklif etti. Tehlikeli bir şeydi bu. Kız haklı olarak –eğer rol yapmıyorsa- bunun çok riskli olacağını, işbirliğinin daha başlamadan biteceğini belirtti. Şimdilik en ideali elektronik yazışmaydı. Ve ilk olarak taze bir olay olduğu için Kastinya’da öldürülen Zülküf Asude olayını araştırmaya başlamasını önerdi.
Gülendam örgüt hadimlerinin yaşam biçimlerinden, ahlaki sapıklıklarından söz ediyordu. Öyle anlaşılıyordu ki zevk ve sefahat içinde bir örgüt olduğunun fark edilmesi dışında bir şey bildiği yoktu Gülendam’ın. Gerçek yüz dediği cemaatin ahlaksızlıklarıydı. Dinsel imajlarının altında yatan tam bir ifritlikti ve kız bunu görmüştü, canlı tanığı olmuştu. Örgütün siyasal emellerine ilişkinse hiçbir şey bilmiyordu.
Umur Tılsım kıza güvenmeyi seçti. Kızdan kendisine yazılı veya görsel bilgi ve belge istediğinde kız “Cemaatte her şey şifahidir, asla doküman olmaz. Yazılı olanlar sadece şifreli mesajlardır onlar da dua gibi görünür, kimse bir şey anlamaz. Yazılı ve görsel bir şey beklemeyin.” diye yazmıştı. En somut olay Kastinya’daki olaydı. O da çözülmesi gereken bir muammaydı.
Kastinya ilinin hadimi ve örgütün kara kutusu Salih Çopur’un yardımcısı Zülküf Asude bir tinerci tarafından öldürülmüştü. Öldüren tinerci de kaçarken bir kamyon altında kalarak ölmüştü. Bunu araştırıp gerçekleri ortaya dökerse somut belgelere ulaşmış olurdu. Ve Umur Tılsım, Zülküf Asude olayını araştırınca kızın neden nevrinin döndüğünü anladı.
Gülendam yanılmıştı, aldatıldığını bütün yalınlığıyla görmüştü kızcağız. O bir inanç mücadelesi verdiklerine inanmıştı, insanları -yeryüzünde yaşayan tüm insanları- iyiye, doğruya, güzele yöneltmek, yeryüzünde adaleti iyiliği sağlamak için çalışıyorlardı. Ne fedakâr arkadaşları vardı, kendi istikbalini başkalarının yücelmesinde bilen nice temiz yürekli insanlar.
Cemaati böyle bir anlayış kurmuştu ve bu anlayışın Şeniya’da –sadece kendi ülkesinde değil- yerleşmesi, egemen olması için gecelerini gündüzlerini feda ediyordu kadını, erkeği, yaşlısı genci. Memleketlerinden, ülkelerinden çok uzaklarda nice zorluklara göğüs gererek tebliğ ediyorlardı Tanrı'nın buyruklarını. Gülendam böyle inanmıştı böyle biliyordu ve fakat gerçeğin hiç de öyle olmadığını somut bir biçimde görmüştü. Yüz yüze geldiği korkunç gerçek onu bir an yıkıma uğratmış intihar etmeyi düşünmüş hatta kocası Miraç’a bir intihar notu yazıp evde ne kadar ilaç varsa bir bardak suyla sehpa üzerine koyup bir süre oturmuş ağlamıştı. Ölümü neyi değiştirecekti? Hayır, bu yanlıştı. İfritlerin ellerine başkalarını geçirmesini engellemesi gerekirdi. Onlara karşı mücadele edecekti. Notu yakıp çöpe attı. Ve Umur Tılsım’a yanıldığını, eğer isterse kendisiyle çalışacağını bildiren bir e-mail gönderdi böylece. Yanılan sadece Gülendam mıydı?
Bütün umudunu bağladığı başkan Alper Eken bile yanılmıştı. Umur Tılsım kahroluyordu başlarda. Alper Eken devlet başkanlığına seçildiği ilk yıllar Salih'ül Emre’ye toplumun çoğunluğu gibi bakmıştı. Ve onun çalışmalarını desteklemişti. Bir takım kuşkuları olsa da devlet istihbarat raporları kuşkularını silmişti. Salih'ül Emre hakkında sağda solda söylenenlerin bir iftira olduğunu gözler önüne seriyordu okuduğu raporlar. Salih'ül Emre ifrit falan değil, normal bir insandı. Hem âlim hem de iyiliksever bir insan. Raporlar gayet açıktı. Bilmediği şey ise o raporların onun müritleri tarafından hazırlandığıydı.
Şakamonya’da Nizarilerin gerçek yüzlerinin farkında olan insan sayısı bir elin parmaklarını geçmezdi. Bu durum Nizarilerin daha bir palazlanmasını sağlamıştı. Toplumun, devletin her katmanında kökleşmişti. Bunu farkında olanlardan biri ve belki de en önemlisi haber alma örgütü karşı harekât birim başkanı 60 yaşlarındaki Umur Tılsım’dı. Gerçi bu farkındalık somut belgelere dayanan bir şey değildi. Kuşkuydu. Kimi duyumların duyurduğu kuşkulardı bu farkındalığın nedeni.
Evet, elinde somut bilgi ve belge olmasa da duyumları olaylarla birebir örtüşüyordu, bu da kuşkunun ötesine geçmesi gerektiğini söylüyordu. Umur Tılsım bir şey daha fark etmişti, bu örgütü inceleyen, araştıran –ister devletin güvenlik birimlerinden kişiler olsun, ister sivil araştırmacılar olsun- nicesi bir şekilde tarumar olmuşlardı. Ve Nizariler bu tarumar oluşu müthiş bir biçimde kendi lehine çevirmişti.
Diyelim devletin tepesinde yeri olan biri Nizarilerle ilgili bir araştırma emri verse, haklarında olumsuz bir beyanatta bulunsa, köklü, derinlikli araştırılması için harekete geçse o kişi ya bir kaza sonucu yaşamını yitiriyor yahut ölümcül hastalığa yakalanıyor yahut kişi inkâr etse de yüz kızartıcı -özellikle de cinsel içerikli- eylemlerde suçüstü yapılıp rezil oluyordu ve Salih'ül Emre kendisine ait medya araçlarında bunun ilahi bir şamar olduğunu belirtiyor, kendisiyle uğraşanların hazin bir sonu olduğunu gözler önüne seriyordu. Bazen de –özellikle medya mensupları- Salih'ül Emre’ye karşı şiddetli dili olan insanlar inanılmaz bir biçimde onun ve örgütünün yılmaz savunucusu kesiliyordu.
Umur Tılsım 'İlahî Şamar' söylemlerine pabuç bırakacak, söylenen eblehliklere inanacak biri değildi. Ve bu olanlarda ilahi bir uyarı değil, tersine ifritçe kalkışmaların etken olduğun inanıyordu ve kimilerinin dediği gibi de olanları birer tesadüf olarak görmüyordu. Onca şeye tesadüf demek için kişinin bunak olması gerekirdi. İşte bunu kanıtlamalıydı. Somut bilgi ve belgelerle Nizarilerin yapıp ettiklerini, iç yüzlerini kanıtlayacak duruma gelir gelmez başına çökecekti.
Bundan önce yapacağı her atılım hem atıl kalacak ve hem de kendinden öncekilerin başına gelen gelecekti. Kendi başına gelecek olandan çok ülkenin bu bataklık yaşamını sürdürecek olmasından yana kaygılanıyordu. Bir fırsat kolluyordu. Devletin tüm birimleriyle Nizarilerin üzerine çullanacak bir fırsat. Bunu sağlayacak bir lider yoktu yönetimde. İşte şimdi o lider gelmiş ve ifritlerin yıkılış dönemi başlamıştı.
Alper Eken’den çok şey bekliyordu Umur Tılsım. O’nu yıllarca gözlemlemişti. Korintos valiliği için adaylığını açıkladığı günden itibaren gözleri üzerindeydi istihbaratçının. Eken’in hakkında bir takım şayialar vardı –dinsel inançlara olan bağlılığı bir handikaptı devlet yapılanmasında, en tuhaf olanıysa kendisi de dinsel bir cemaat olan Nizarilerin olumsuz duruşuydu, gerçi Nizariler tüm dinsel cemaatlere karşı olumsuz bir tutum sergiliyordu başından beri, bütün dinsel cemaatler onların gözünde devlet olma peşinde dinsel inançları kullanan takiyyecilerdi, kendileri ise topluma hizmet için, dinin buyruklarına bireysel olarak uyumu sağlamaları içinde ve siyasetten iblisten kaçar gibi kaçtıklarını söylerlerdi, kendilerine ait yazılı ve görsel medyada, en çok da Alper Eken’in içinden geldiği dinsel yapıya karşı düşmanlık gösterirlerdi, o cemaatin gizli ajandası olduğu fikrini işlerlerdi mevcut egemen yapı da aynı kanaatteydi- ve izlenmesi istenmişti.
İzleme işi kendisine verilen Umur Tılsım kılı kırk yararak yerine getirdi görevini. Ve hiç de söylenilen biri gibi olmadığını gördü Eken’in. Raporlarını bu yönde yazdı. Bu da kendisini devletin gözünde kuşkulu yapmaya yetmişti. Tenzil-i rütbeye uğramasa da kızağa çekilmişti. Hemen herkes haber alma örgütü başına onun geçeceğini söylerken birden bire varlığı unutulmuştu. Umur Tılsım bunun nedenini bilse de umursamadı. Şahsi bir şeylerin peşinde değildi. Olmayacaktı da. Netameli günlerden geçiliyordu. Bu netameli günlerin sessiz sedasız geçilmesine nasıl bir katkı sunacağının peşindeydi. Öyle de yaptı. İçinde bir umut doğmuştu. Ülkenin içinde bulunduğu karamsar atmosferden bir çıkış umudu görür olmuştu.
Korintos valisi makamına gelenler gün gelir ülkenin başkanı olurlardı. Adeta bir teamüldü bu. Şakamonya topraklarında kurulan nice devletlere, imparatorluklara payitahtlık yapan Korintos günümüzde de her açıdan ülkenin en büyük kenti ve kalbiydi. Her ne kadar resmi başkent olmasa da gönüllerin başkentiydi.
Hazırlıklarını buna göre yapmalıydı. Alper Eken başkan olduğunda ülkenin selamete çıkışını sağlayacak adımları atmada onun gözü kulağı olacak birilerini hazırlamalıydı. Bu plana göre kendine elemanlar seçti. Bu elemanların yanında kimsenin bilemeyeceği birilerini de el altında tutması gerekiyordu. Çünkü devlet içinde resmi olarak adını koyamadığı bir yapı vardı –duyumlar Nizarileri işaret etse de- ve bu yapı öncelikle istihbaratta çöreklenmişti. İstihbaratta kimseden habersiz bir ekip oluşturamadığı zaman hedefine ulaşamayacaktı. Onun için de dikkatli adımlar atmalıydı.
Alper Eken’in hemşerisi olan oldukça zeki, keskin görüşlü Kaan Ardıç’ı ikna etmiş askeri kurumdan istihbarata geçmesini sağlamıştı. Ona gözden uzak bir pozisyon ayarladı. Umur Tılsım gözetim altında olduğunu biliyordu. Kaan Ardıç’a “Arada bir seninle takışacağız ve bu aleni olacak. Çevremizi bir birimizden hazzetmediğimize inandırmalıyız. Bunun için de senden bir şey istediğimde ayak sürüyeceksin, itiraz edeceksin. Bunların yapmacık olduğu anlaşılmasın diye de mükemmel gerekçeler bulacaksın. Şimdi söylemeyeceğim ama korkunç bir savaş çıkacak, şuanda sinsi bir savaş sürüyor bu müthiş bir patlamaya dönecek ve işte o zaman burada ülke sevdalısı bir başkana gereksinim duyulacak. Bu da sen olacaksın!” demişti. Ve denildiği gibi de yapılmıştı.
İstihbaratta herkes bu ikilinin kedi köpek gibi birbirleriyle didiştiklerine, bir türlü yıldızlarının barışmadığına inanmışlardı. Bir gün istihbarat müsteşarı Zinnur Kotil, Kaan Ardıç’ı odasına çağırmış, gayet müşfik bir edayla “Bak genç delikanlı Umur Bey yaşlı başlı, eski kafalı biridir doğru, ama unutma ki senin velinimetindir, burada işe başlamanda onun emeğini inkâr edemezsin, itirazların, karşı çıkışların o ihtiyarı yaralıyordur. Böyle yapma!” demişti.
Kaan Ardıç hiç renk vermeden, “Efendim saygıda kusur etmiyorum, bunan inanın! Ancak Umur Bey beni bir çomar köpeği gibi görmek istiyor. Ne de olsa velinimetim! Ama ben devletim için çalışıyorum.” diye yanıtlamıştı.
Müsteşar Zinnur Kotil’in yüzündeki sinsi gülüşü fark etmemiş gibi yapmıştı Kaan Ardıç. Hafızasına kalın harflerle kazımıştı bu görüntüyü.
Umur Tılsım istihbaratta kendisine güven duyacak ekibi oluşturmuş sonra da emniyette müttefik olacak sağlam karakterli kişiler aramıştı. İlk bulduğu kişi Serdar Akkuş olmuştu. Serdar emniyette herkes tarafından sevilen, sayılan ve itibar edilen, baba diye çağrılan biriydi. Hakkında en ufacık bir olumsuz düşünce, bir not belirtilmemişti. Dosyasında, kendi dosyasında yazdığı gibi “Dik kafalı, asi!” yazıyordu. Bu yüzden de başkomiserlikte çakılıp kalmıştı. Oysa ne parlak operasyonlara imza atmış biriydi. Fuat Sansar’ın yerinde o olmalıydı.
Fuat Sansar’ın Şendilya emniyet müdürü olması ileride nerelere uzanacağını da söylüyordu ve bu hiç hoşuna gitmiyordu Umur Tılsım’ın. Edindiği bilgiler onun Nizarilerle sıkı fıkı olduğu, hatta finansal açıdan oldukça desteklendiğini gösteriyordu. Tılsım’ın Serdar Akkuş’u seçmesinde bir neden de Serdar’ın Sansar’ın yakın arkadaşı olmasıydı. Yakından gözetlenmesi gerekiyordu adamın, bu imkân kendiliğinden doğmuş olacaktı.
Serdar Akkuşla resmi bir resepsiyonda tesadüfen tanışmış gibi bir mizansen kurguladı. Serdar’ın satranç düşkünlüğü ikisini daha sonra bir araya getirecekti. O buluşmanın temelleri resepsiyonda atılmıştı. İlk buluşmada Sansar’ın yardımcısı Yunus Alkış da bulunmuştu. Umur Tılsım bütün hünerini kullanıp kendisinden beş yaş genç adamı otuz altıncı hamlede mat etmişti. Yunus Alkış sıkılsa da kalkıp gitmemişti. Babası yerine koyduğu adama moral için yanında kalacaktı. Böyle demişti. Bu söyleyişte bir sahtelik kimsenin aklına gelemezdi.
Gerçekten de Yunus Alkış rahmetli babasının can yoldaşı Serdar Akkuş’u babası gibi bilirdi. Serdar Akkuş da daha bebek yaşta öksüz kalmış bu çocuğa babalık yapmıştı. Yunus bir iki karşılaşmada daha refakatçi oldu sonra da iyice samimi olan iki adamı baş başa bıraktı.
“Artık hanginize moral vereceğimi şaşırdım, onun için kusura bakmayın beni bir daha zor bulursunuz!” deyip kaçmıştı. Serdar Akkuş’la yalnız kalan Umur Tılsım işte o zaman açılmıştı adama. Nizariler hakkında ne düşündüğünü sormuştu. Haklarında çıkan dedikodulara nasıl baktığını falan öğrenmeye çalışmıştı. Aradığı adamı bulduğu sanısında yanılmadığını görmüş ve planını adama anlatmıştı.
Serdar, istihbaratçının Fuat Sansar’la ilgili söylediklerine kuşkuyla baktı, fakat bunu söylemedi. İstihbaratçı Fuat Sansar’la olan ilişkisini bozmamaya dikkat etmesini, bu ilişkiyi eskisi gibi sürdürmesinin zorunlu olduğunu anlatmıştı. Umur Tılsım öyle umuyordu ki Fuat Sansar Nizariler için çok önemli bir giriş noktasıydı. Bunda yanılmıyordu.
Serdar Akkuş birkaç ay sonra emekli olacağını, o yüzden kendisinden istenileni hakkıyla yerine getiremeyeceğini ileri sürmüştü.
Umur Tılsım:
“Komiserim bu daha iyi. Size karşı hassas olunmasının önünü alır emekli olmanız. Hiç kimse merakınızın ardında bilgi almak için sorulmuş bir soru göremez. Araştırmalarınız dikkat çekmez.” demişti.
Serdar emniyet içinden kendisine uygun bir ekip oluşturacak bilgi toplayacaktı. Ve bu bilgiler bir havuzda birikecek sonra da devletin en tepesine götürülecekti. Kaskatı gerçekler karşısında ifritlerin oyununu bozmak için hamleler peş peşe gelecekti. Eğer yeni başkan da onlardan biri değilse.
“Başkan mı?” demişti şaşkınlıkla Serdar Akkuş. “Hadi Fuat Sansar neyse, birden bire zenginleşmesi, hızla yükselmesi acaba dedirtiyor, ama başkan hayır” demişti içinden. Sonra da gayet sakin bir sesle tane tane “Başkandan kuşkunuz yersiz Umur Bey. Ben kendisini ta Korintos’dan beri tanırım. Babasına bile eyvallahı olmayan, gizli ajanda nedir bilmeyen şeffaf biri olduğuna ben kefilim!” dedi.
Umur Tılsım:
“Biliyorum Serdar baba.. biliyorum. İşte o yüzden onun başına bir şey gelmemesi için somut, kaskatı kanıtlarla karşısına çıkmalıyız. Yoksa diğerleri gibi olur!”
Serdar,“Diğerleri mi?” diye sordu.
“Evet! Kuşkulu ölümlerle ortadan kaldırılanlar, hastalık nedeniyle iş göremez hale gelenler.. bunların farkında olmadığınızı sanmam!”
Serdar Akkuş başını sallamakla yetinmişti. Emniyette bulduğu müttefik kendi ekibini kuracak, o da başka bir kanaldan araştırmasını sürdürecekti. Serdar Akkuş’u Kaan Ardıçla da tanıştırdı. Ardıç kuşkusuz “baba” lakaplı emniyetçiyi gıyaben tanıyordu. Yüz yüze tanıştıklarında sanki kırk yıllık bir dost gibi olduklarını hissetmişlerdi her ikisi de.
Umur Tılsım Nizariler içinde de müttefikler bulmak için kollarını sıvadı. Zor da olsa orada da müttefikler buldu. Ancak Gülendam’ın dediği gibi bilgiler hep şifahiydi. Ne yazılı ne görsel bir tek belge ellerinde yoktu bu zorluğun üzerinden gelmenin yolu gelen bilgileri sahte belgelere iliştirmekti.
Duyumlar sahte belgelere dönüştürülüyor ve ya gazetede ya da sanal ortamda piyasaya sürülüyordu. Böylece alınan duyumların hem örgüt üzerinde ne gibi etki yapacağı bu yolla test ediliyor, hem de örgütü olası bir takım hatalar yapmaya zorluyordu. Ulusal bir gazete olan Hakikat gazetesi karargâhı olmuştu Umur Tılsım’ın.
Umur Tılsım yeni bir e-mail almıştı kızdan. Savaş yeni yeni kızışıyordu. Gülendam adama somut bilgi ve belgeye ulaştıracak birinden söz ediyordu bu e-mailinde. Bir çaycıdan. Yirmili yaşlarda özel yeteneği olan bir çocuk. Adı Süleyman’dı. Çevresi Tilki diyordu. Eğer onunla tanışır ve onu ikna ederse kendisi için müthiş bir maden olurdu. Bir sabahçı kahvehanesinde garson olarak çalışıyordu Tilki Süleyman. Israrla onu bulmasını istiyordu.
Bir garson ne yapabilirdi ki? İlginç yeteneği neydi? İyi de garsonla tanışırsa ne kaybederdi? Kendi kendine sorular sorup cevaplar arayacağına gidip tanışması ne kaybettirirdi? Kız abartıyorsa da abartmış olsun! Ne elinde somut şeyler vardı ne istihbarat başkanlığında başkana istediği değişikliği yaptıracak imkâna sahipti. Şu ana kadar Nizarileri ancak bir sinek kadar rahatsız edebilmişti ve bundan daha da ileri gidileceğine dair bir işaret yoktu. Kararını verdi ve adresi verilen sabahçı kahvehanesinde Tilki Süleyman’la tanıştı.
Süleyman yirmili yaşlarında, bir yetmiş boyunda, zayıf, esmer ve oldukça utangaç biriydi. Saçları hafif kıvırcık, ela gözleri dalgın, hafif kirli sakal ve hüzünlü bir görünümü vardı. Belki utangaçlığı onu hüzünlü gösteriyordu.
Ne görünüşü bir garson gibiydi ne de davranışları bir garsona aitti. Durgun, baş hemen hemen hep yerde, arada bir müşterilere yönelik yapmacık bir gülümseme. Kahvehanenin ağır bir havası vardı. Bu havanın bir yansımasıydı belki de onu böyle yapan. Asık yüzlü müşteriler, tahta zemin, oldukça eskimiş muşamba ile kaplı tahta masalar, tahta sandalyeler. Tıpkı mekân gibi müşteriler de eski insanları, kendi gençliğinde sık sık gördüğü insanları andırıyordu.
Kahvehaneye girdiğinde bir tuhaflık duygusuyla dolmuştu Umur Tılsım. Yaşıyla olmasa da –ki o anda beş kişi olan müşterilerin tümü de kendi yaşlarındaydı- kıyafeti buraya uygun biri olmadığını söylüyordu. Umur, Tilki’ye aradığı bir dostunun buralarda görüldüğünü söyleyerek iletişim kurmaya çalıştı. Öteden beriden konuştular. Genç yalnız yaşıyordu. Kahvenin arkasında birkaç yüz metre ileride tek göz odalı bir evde kalıyordu.
Çocuk bir ara adamın yüzüne, gözlerine dikkat kesilmişti. O an sanki dünyadan göçüp gitmişti. Ve sonra tebessüm ederek Gülendam’la bir kermeste tanıştığını söyledi. Umur bey şaşırsa da şaşkınlığını örtecek beceriye sahipti. “Nişanlın mı?” diye sormuştu adam. Tilki çekingen bir sesle,“Aslında” demişti. “Gülendam yanılıyor, benden bir cacık olmaz.” Karşılığını verdi. “İnsanlar bazen benden hiç olmayacak şeyleri beklerler.. Allah sizi inandırsın bey amca kimi de at yarışları sonuçlarını sorar yahut loto sonuçlarını. Oysa ben geleceği bilemem ki. ben sadece geçmişi..”
Genç adam sustu, başını eğdi fısıltılı bir sesle, “Öyle zalimlerle karşılaştım ki.. anlatılamaz!” dedi.
Umur artık burada oluş sebebini saklamaya gerek olmadığına karar verip çocuğun ne olduğunu, neler yapabileceğini, ne gibi yardımı dokunacağını öğrenmek için bütün hünerini ortaya serdi. Başka bir yere, daha rahat konuşacakları bir mekâna gitmeye karar verdiler.
Bu mekân çocuğun kaldığı evdi. Çünkü gösterisini yapması için gereken alet edevat –bir laptoptu bu, rami ddr4 olan, 2 bellek yuvalı, 1 tb harddiski, 16 gb ekran hafızalı, hdd hızı 7200 rpm özellikleri olan ve günün laptopları arasında neredeyse adı okunmayacak eski bir makineydi bu ancak Tilki’nin demesine göre kendisine yetiyordu.- olan gencin evindeydiler.
Genç evde maharetini gösterdiğinde Umur Bey şaşkınlığını gizlemede ne kadar becerikli olursa olsun bu yaşadığı şaşkınlığı gizleyemedi. Uzun bir süre kendine gelemedi. Bir süre “Bu imkânsız!” deyip durdu. Kaç kez dediğini hatırlamıyordu bile. Görsel belge mi? O da ne? Bu çocukla dünyayı Nizariler gibi kötülüğün temsilcisi her yapıya zindan etmek çocuk oyuncağıydı. Kalbi hızla çarpıyordu. Bu iş bitmişti. Ellerini sevinçle çırptı. Çocuğun boynuna sarıldı. Çocuk kendisini geri çekip büzülerek, “Ben bana dokunulmasını sevmem!” diyebildi. Adam duymadı bile.
“Evladım, evladım dünyayı tertemiz yaptık gitti!” dedi. Utanmasa kalkıp çiftetelli oynayacaktı. İyi bir av, her şeyin sonunu getirirdi. Geriye evet iyi bir av kalmıştı. Gülendam’ın verdiği isim. Şu kara kutu. İğrenç pederast Salih Çopur’u avlayacak bu çocuğun karşısına çıkaracaktı.
Gençle vedalaşıp evden çıktı. Serdar Akkuş’a telefon edip çocuk hakkında detaylı olmasa da bilgi verdi. Adresini söyledi. Kaan Ardıç’ı da aradı. Ulaşamadı. Acelesi yoktu. Sevincinden ne yapacağını bilemiyordu. Av için gerekli hazırlıklara başlamalıydı. Salih Çopur Kastinya’dan Şendilya’ya gelmişti. Conrad Aile Danışma Merkezinde çalışıyordu. Gözlem altına aldı. Bu ava kimseyi dâhil etmeyecekti. Bir ara Kaan’ı dâhil etmeyi düşündü. Sonra vazgeçti. Aklına inanılmaz bir düşünce gelmişti Umur Tılsım’ın. Bunu çocukla konuşmak için birkaç gün sonra tekrar evine gitti.
“Bir şey soracağım sana Tilki.. hiç insanlarla telepati aracılığıyla iletişim kurdun mu?”
Tilki başını hayır anlamında salladı.
“Peki denedin mi?” diye yineledi sorusunu. Genç yine hayır anlamında başını salladı.
Umur Tılsım babacan bir tavırla, “Bak evladım sen bu konuları muhakkak benden iyi biliyorsundur. Denemeni istesem.. iki kişiye ulaşmayı boş zamanlarında denesen. Biri devlet başkanı Alper Eken. Diğeri de Kaan Ardıç! Bunlara ulaşmaya çalışsan. İkisinin bir araya gelmesini sağlasan. Ülkemiz ve tüm Şeniya’nın iyiliği için bunu denesen. Öncelikle böyle bir şey mümkün mü?” diye sordu.
Genç adam dudak büktü. Sonra da yaşlı adamın gözlerinin içine bakıp, “Aslında mümkün olduğunu düşünüyorum. Denerim! Ama başarabileceğime dair söz veremem. Ve inanın ben sizden daha fazla istiyorum Nizarilerin yok olmasını! Salih'ül Emre denen ifritin her şeyi ile yok oluşunu görmek için neler vermezdim ki?” dedi.
“O zaman anlaştık.” dedi yaşlı adam sevinçle. “Birlikte bu ifritlerin tabutunu çivileyip yerin yedi kat dibine gömeceğiz. Hiç merak etme sen. Sen o işe ağırlık ver bu onları gömmek için zorunlu, ben de senin karşına bir lağım faresi getirme işine ağırlık vereyim!”
Umur Tılsım artık bütün dikkatini Çopur üzerine yoğunlaştırmıştı. Adam yalnız başına gezip tozuyordu çoğu zaman. Arada bir parlak bıyığı henüz terlemiş erkek güzeli yardımcısıyla da sağda solda, sahil kafelerinde oluyordu. Onu kimsenin ruhu duymadan derdest etmeliydi. Bu önemliydi.
Adamın pervasızlığı kendisini çıldırtsa da kendisi temkinli olmak zorundaydı. Ona el sürüldüğünü örgüt kesinlikle bilmemeliydi. Adamın mutat alışkanlıklarını kısa zamanda çözdü ve her Perşembe gece saat 10’la 12 arası tek başına öğretmenler lokaline gidişini not etti.
Lokal 20 katlı bir binanın en üst katında teraslı olan bir yerdi. Arabasını da her zaman bodrum katında eksi 2 deki kapalı otoparkta B16 bölümüne bırakıyordu. B16 yaya çıkış kapısına yakın yerdi.
Bu Perşembe adamı yakalamaya karar verdi. Arabasını B16’nın yanındaki bölüme park edip beklemeye koyuldu. Bir saatten fazla vardı. Hiç olmayacak şey olmuştu. Çişi gelmişti. Tuvalet hemen karşıdaydı. Arabadan çıkıp gitmesi ve dönmesi en fazla beş dakikasını alırdı. Adam erken ayrılsa bile perşembelerin köküne kıran mı girmişti. Kendisine öfkelenerek sessizce arabadan çıkıp tuvalete gitti.
İşini bitirince yine sessizce arabasına süzüldü. Derin bir oh çekti. Arkasına yaslandı. “Yaşlanıyorsun Umur!” dedi fısıltıyla kendi kendine. Otomobile binmeden önce otomobili kontrol etmediğini hatırlayınca söyledi bu sözü. Yapmaması gereken bir şeydi. Temkinli olmayı hiçbir zaman es geçmemeliydi. Fakat nedense son zamanlarda müthiş bir rahatlama, akıl almaz bir güvenlik duygusu hissetmeye başlamıştı. Tilki Süleyman’la tanıştığından beri müthiş bir rahatlamaydı bu, müthiş bir kendinden emin olma duygusu. Bu yanlıştı.
Dikiz aynasından birinin doğrulduğunu gördü. Peşindeki adamın suratı dikiz aynasındaydı. Elini usulca ceketinden içeri kaydırmaya kalkışmıştı ki Salih Çopur tıslayarak, “Bence ellerinizi direksiyon üzerinde tutun Umur Bey!” dedi. Ensesine dayanan şeyin ucuna susturucu takılmış tabanca namlusu olduğunu bilecek kadar aşinaydı silahlara.
“Beni niye takip ettiğinizi anlamış değilim. Davet etseniz makamınıza bile gelirdim. Hatta nereye isterseniz. Ama nedense gizliliği tercih ettiniz. Neden?”
“Gerçekten gelir miydin?” diye soğukkanlılıkla cevapladı Umur Tılsım. Kendi kendine lanetler savuruyordu ama tuzağa düşmüştü.
Salih Çopur pis pis gülerek,“Valla gelirdim! Ama bu gizlilik hoşuma gitmedi. Gizlilik güzeldir elbet.. ancak çişinin yersiz bir anda geleceğini bile kestiremeyecek kadar yaşlanmış biri gizliliği ne kadar bilebilir ki? Not iletmek istediğin kimse var mı?” diye sordu. Umur Tılsım “Kimse yok it soyu!” diyebildi. Düşen tetiğin sesini ensesine saplanan kurşundan önce duymuştu.
Cemal Çalık, 25.04.2016, Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Kumpas, Roman