"Kesinlikle gitmenizi tavsiye ederim. Müzelerin soğuk bir yüzü vardır genelde, ama burası insanın içini ısıtıyor. Barış Manço’nun enerjisi hâlâ o evde."
Önce Kadıköy Rıhtımdan yukarı Boğa heykelinin oraya doğru yavaş yavaş adımlarla çıktım. Malum Moda’ya çıkmak için tranvaya binmediğiniz takdirde biraz fazla yürüyüş yapmış oluyorsunuz. Bahariye bitiminde sizi kuşların uçuştuğu, benim gördüğüm kadarıyla yaşlı dede ve teyzelerin hava alma yeri olarak kullandığı bir Moda parkı sizi bekliyor.
Ben de orada biraz dinleniyor insanları ve kuşları izliyorum. Kuşları seven iki genç yem alıp gelmişler; yemi serpince tüm kuşlar parkın içerisine doluşuyor. Çok güzel bir görüntü idi. Parkta biraz dinlendikten sonra yokuş aşağı iniyorsunuz; önce çıkmıştık şimdi iniyoruz, her çıkışın bir inişi vardır değil mi ya da tam tersi.
Bir müddet yürüdükten sonra önüme Kahve Dünya’sı çıkıyor biraz soluklanmak hem de Müze’nin yerini sormak için oturup (sora sora Bağdat bulunurmuş) bir Türk kahvesi ısmarladım kendime. Tadı fena değildi. Kahvemi bitirip kalkarken garsona Müze’ye nasıl gideceğimi sordum, eliyle karşı sokağı göstererek bu sokaktan yukarı çıkan hemen oracıkta dedi. Tam yerinde soluklanmışım.
Sokaktan çıkarken heyecanlandım. Nasıl bir yerdi, neler görecektim.. Fotoğraf makinem olmadığı için biraz üzüldüm, cep telefonu da fena çekmiyordu diye kendimi avuttum. Nihayet sokak bitti ve Barış Manço’nun evi tam karşımda duruyordu.
Kapısının girişinde kendisinin bronz bir heykelciği vardı. Bahçesinde ilk dikkatime çeken arabası oldu. Siyah SangYong Musso marka 34 BM 777 bir jeep. Daha sonra kocaman “domates, biber ve patlıcan” heykelleri gözlerimi süsledi.
Girdiğimde tam karşımda Barış Manço’nun balmumundan yapılmış, canlı gibi duran heykeli ile karşılaştım. Balmumu heykeli yapmak da ayrı bir sanat. En ince ayrıntısına kadar yapılmış. İnsan şaşırıyor doğrusu bakınca.
Üst katlara çıkarken merdivenlerin “piyano” tuşları şeklinde boyandığını ve duvarlarında Barış Manço şarkılarının notalarını çizildiğini fark ediyorum. Ne muhteşem bir düşünce.
Üst katta kıyafetlerinin olduğu bir odaya giriyorum, kıyafetlerden önce Barış Manço’nun ellerini süsleyen yüzükler dikkatimi çekiyor. Yüzükleri yine yüzük şeklindeki cam vitrinlere koymuşlar. İlk önce anlamıyorsunuz yüzük olduğunu vitrinin ya da ben fark edemedim. Biraz dikkatli bakmak gerekiyor dolaşırken.
4 katı gezip bitirdikten sonra en altta indim. Şövaleye odasıyla göz göze geldim. Duvarları taştan ve camları armalı. Öğrendiğime göre Belçika Kraliyeti tarafından Barış Manço’ya şövalye unvanı verilmiş bu odaya o yüzden şövalye odası denilmiş. Duvarların da zincirler, kılıçlar ve adını bilmediğim bir sürü enteresan şövalye eşyalar vardı. İlginç bir oda görmeniz gerek.
Kesinlikle gitmenizi tavsiye ederim. Müzelerin soğuk bir yüzü vardır genelde, ama burası insanın içini ısıtıyor. Barış Manço’nun enerjisi hâlâ o evde.
Ahu Öztürk, 28.04.2016, Sonsuz Ark, Çırak Yazar, Gezi Notları