"Soylular ve askerler arasında da karşı saflarda olanlar birbirlerine şaşkınlıkla bakıp dudaklarını oynatıyorlardı. Kral soluna dönüp tek tek 72 fermanının değişmesine itiraz edenleri süzdü."
1692 yılının temmuz ayının en sıcak günlerinden biriydi. Louis -14.cü olanı- sıcağın olanca şiddetine karşın dalgındı. Ve bungundu da. Bungunluğu sıcaktan ötürü değildi. Ve bunalmıştı da. Bunalmışlığı da sıcaktan ötürü değildi. Olan biteni anlamaya çalışıyordu. Yirmi yıl önce de böyle olmuştu. O vakit şubattı ve yine Versailles'ın aynalı salonundaydı. Ve her kafadan ses çıkıyordu.
Askerler, soylular, kilise ve en yakınlarının bir kısmı kaleme aldırdığı fermanın duyurulmaması, yürürlüğe girmemesi için var güçleriyle kendisini iknaya çalışıyorlardı, bir kısmı da duyurulması ve yürürlüğe girmesi için kral yerine onlara karşılık veriyordu. Louis gülerek izliyordu tartışma taraftarlarını. Her iki taraf da komik gelmişti gelmesine ama bir süre sonra bunalmış ve hepsini aynalı salondan kovmuştu.
Yalnız başına koltuğunda oturmuş dalıp gitmişti. Dalgınlığı bungunluğa, bungunluğu bunaltıya evrilmişti ve canı yanmıştı. Gerçi böyle oyunları severdi. Arada bir, bir düşünce atar çevresinin ikiye bölünmesini sağlar onların tartışmasını eğlenerek izlerdi. Bu durum can sıkıntısına -sarayın bahçesine düzenlediği av partilerinden sonra- müthiş iyi gelirdi. Ancak iş ciddi olduğu zaman işler karışıyordu ve elini masaya vurmak zorunda kalıyordu.
“Hadi 1672 fermanına –Louis 1672 yılında cüzzam hastalığıyla mücadele için bir ferman yayınlayarak Hospitalier (Aziz Yuhanna Şövalyeleri) ve diğer askeri tarikatların mal varlıklarını Saint-lazere ve Mont-Carmel tarikatlarına bağlamıştı- karşı çıktınız, onu anladık.. Karşı çıkanların mamalarını kesmiştim. Mamalarla ilgisizlerin karşı çıkışlarını anlamasam da karşı çıkanları anladım. Peki ya bugün? Bugün ki gerekçeleriniz ne?” diye geçiriyordu içinden.
Konuklar gelmişti. Teşrifatçı kapıyı açıp eğilerek kralı selamladı.
“Konuklar geldi Efendim!", dedi tok sesle.
Louis eliyle içeri almasını işaret etti. Adam yana çekildi ve konuklar teker teker içeri alındı. En son giren Notre Dame’ın episkopusu ve bir rahibe oldu. 72 fermanının kaldırılmasını savunanlar kralın sağına geçmişlerdi –ki bu sıralanma Fransız ihtilalinden sonra değişecektir- fermanın kaldırılmasına şiddetle karşı çıkanlar ise soluna geçmişlerdi.
Her biri gayet edeplice ve saygılı bir şekilde oldukları yerde başları önlerinde kraldan bir işaret bekliyorlardı. Arada bir başlarını kaldırıp öfkeli bakışlarla karşılarında duranları süzmeyi ihmal etmeden. Öyle ki bakışlarıyla karşılarında duranları söze başlamadan sindirmeyi umuyorlardı.
Notre Dame episkopusu hemen karşısındaki Versailles Şapeli Papazı'na yiyecek gibi bakıyordu. Ne zaman göz göze gelse her ikisinin de dudakları kıpır kıpır oluyordu. İhtimal dua ediyorlardı. Yoksa kralın düşündüğü gibi o anda bir birlerine küfrediyor değillerdi. Yani böyle bir şeyi yakıştırmak nezaketen de olsa bize ayıp olurdu, en nihayetinde bu kendi iş içleri sayılır.
Soylular ve askerler arasında da karşı saflarda olanlar birbirlerine şaşkınlıkla bakıp dudaklarını oynatıyorlardı. Kral soluna dönüp tek tek 72 fermanının değişmesine itiraz edenleri süzdü. "Aralarında fermanın yayınlandığı yıl karşı çıkanlar var mı?" diye inceliyor gibiydi. Vardı. Episkopusu saymazsa –ki o her değişime mutlak surette karşı çıkardı, ona alışkındı- dört beş tanıdık sima da vardı.
“Sizi dinliyorum!” dedi kral sevimli bir ses tonuyla söylemişti bu sözü. Buyurgan bir ses tonuyla söze başlasaydı bu adamlar içlerinde biriktirdiklerini burada değil, kiliselerinin mahzenlerinde, kışlaların kilerlerinde, meyhanelerin masalarında, sokakların izbe köşelerinde kusacaktı.
“Bu ifritleri şimdi burada kusturmalıyım!” diye geçirmişti içinden Kral ve bunun yolunun da onları cesaretlendirmekten geçtiğini biliyordu. Episkopus Kralın sevecenliğinin yapmacık olup olmadığından emin olmamakla beraber sevinçten ellerin ovuşturmaktan geri durmadı. Karşı çıkanların sözcüsü durumundaydı Episkopus. Kral bütün gözlerin ona çevrilmesinden çıkarmıştı bunu.
“Efendimiz” dedi saygılı bir sesle Episkopus. “Siz yeryüzünde Tanrı'nın temsilcisisiniz”
Kral güldü, “Ben kilise sanıyordum!” dedi alayla.
Episkopus,“Efendimizin de bildikleri gibi hiç şüphesiz ki kilisemizin temsilcisi zat-ı şahaneleridir” dedi alay edildiğini anlamazlıktan gelerek.
“Tamam!” dedi kral. “Sadede gelin!”
Bu buyurgan ses Episkopus'u geriletmiş gibiydi. Kral yapmacık bir gülüşle, “Daha arkadaşlarınızın da söyleyecekleri vardır da onun için dedim!” diye düzeltti kırdığı potu, Allah’tan Episkopus çocuk gibi kendisinin her dediğine inanan –kral böyle sanıyordu, böyle olduğuna inanıyordu- biriydi de bu düzeltmeyi yutmuştu..
Episkopus yutkundu:
“Efendimiz yeryüzündeki bunca insanın içinden Tanrı sizi seçip başımıza yönetici yaptı. 72 fermanını kaldırırsanız Tanrı korusun –hemen istavroz çıkardı Epsikopus- tahtınızdan etmek için fırsat kollayanlara fırsat vermiş olursunuz!”
Kral elini kaldırdı, Episkopus hemen sustu:
“Eğer yanlış hatırlamıyorsam aziz Episkopus 72 fermanını ilan edeceğim zaman da aynı şeyi demiş şiddetle karşı çıkmıştınız? İşte şimdi isteğinizi yapıyorum. Dün ilanına bugün kaldırılmasına karşı çıkmanızı anlayamıyorum! Anlatır mısınız?”
Episkopusun yüzünde sinsi bir gülümseme belirdi. Kral istediği yere gelmişti. Boğazını temizledi.
“Efendimiz” dedi, “O zaman da aynı gerekçeyle karşı çıkmıştım. Tanrıya şükür korkum gerçekleşmedi. Sizin Tanrı’nın yeryüzünde temsilcisi olarak değişmez ilkeleriniz olmalı. Sürekli bir şeyleri değiştirirseniz sizin de sıradan biri olduğunuzu, Tanrı bizi böyle bir düşünceden korusun –Episkopus yine istavroz çıkardı- sizin de değiştirilmeniz gerektiği düşüncesine kapılır insanlar. Siz ilkeleri ebedi olmayan sıradan bir yönetici olamazsınız. Olmamalısınız. Böyle bir duyguya insanların kapılmasına neden olmamalısınız.”
“Yağcılığın bu kadarı!” dedi kral kendi kendine. Sonra alay ettiğinin iyice anlaşılması için yayvan yayvan konuşmaya başladı “İyi de ben de yemek yemekteyim, ben de çişimi yapmaktayım, yellenmekteyim, kadınlarla –destekleyenler arasında alımlı genç taze bir kadına baktı, kadın utanıp başını önüne eğdi- yatmaktayım. Bunu insanlar bilmiyor mu? Bunu nasıl saklıyorsunuz? Bunu nasıl ve kim saklayabilir?”
Episkopus hiç tınmamıştı. Kralın susmasını fırsat bilip, “İşte tam bunları ortadan kaldıracak şey ebedi ilkeleriniz olduğunu göstermektir. Siz sıradan bir yönetici değilsiniz. Sizin elan değişmez ilkeleriniz olduğu insanların kafasına işlenmelidir. Gerekirse silah zoruyla bu yapılmalıdır. Bu yolda Kilise sonuna kadar emrinizdedir. Sizi sıradanlıktan çıkaracak olan ebedi ilkeleriniz olduğuna tebaanızın inandırılmasıdır. Bunun yolu da kuşkusuz bir birine zıt fermanlar yayınlamak olmamalıdır. Efendimiz –krala daha bir yaklaşmak istercesine krala yöneldi Episkopus ve sesini daha bir yalvarmaklı yaptı- izin verin ebedi ilkeleriniz, kıyamete kadar sürecek nitelikte olan ilkeleriniz olduğunu kilisemiz kolaylıkla halkımıza anlatsın. Biz bunu yapacak güçteyiz. Sizin düşüncelerinizin biricik olduğu, yeryüzünde kimler gelmiş kimler geçmişse hepsinin sizi muştuladığına, hepsinin sizin haberciniz olduğuna ve sizden sonra geleceklerin de bu ilkeleri canları pahasına savunacak varlıklar olduğuna, sizden öncekilerin nasıl sizin haberciniz olmaktan öte bir anlamı olmamışsa sizden sonrakilerin de sizin koruyucunuz olmaktan öte bir anlamı olmadığına halkımızı ikna edelim?”
Louis gülmemek için zor tutuyordu kendini. Tam bir şeyler söylemek üzereydi ki sağ tarafında duran Versailles Şapeli Papazı lafa karıştı.
“Efendim” dedi. “İzniniz olursa pek saygın Episkopos'a dini bütün kilisemiz cemaatinin bundan ne gibi menfaati olduğunu sorayım? Bir ölümlüyü ölümsüz kılmak niçin kilisenin vazifesi olsun? Kilisenin hangi derdine dermandır? Bundan da öte –etrafını çevreleyenleri işaret ederek- halkın hangi derdine derman olacaktır? Ebedi ilkeler birer zincir olur hem ayaklarımız hem ellerimizi bağlar. Kralımızın bile önünü keser.” Krala döndü: “Yanlış mıyım haşmetmeab?”
Kral dudak büktü. Epsikopus kralı selamlayıp yanıtlamak için hamle yaptı.
“Görüyorum ki kutsal sarayımızın sayın piskoposu büyük bir yanlışlık ve gaflet içinde. Ebedi ilkelerin bizi bağlayacağını söyleyerek bağsızlığın, boyun eğmezliğin gerektiğini söyleme cüretini göstermekte. Bu çirkin düşüncenin nelere yol açacağını göremiyor musunuz gerçekten? Bu düşünce bizi ayakların baş, başların ayak olduğu bir devre götürür. –Episkopu alelacele istavroz çıkardı- Dağdaki çoban Paris’teki soylu bir beyefendiyle yahut soylu bir hanımefendiyle bir tutmaya kadar bizi götürür.”
“Sayın Episkopus her zamanki gibi abartıyor!” diye bağırdı sağ tarafta duran soylulardan biri. Kral kaşlarını çatarak baktı soyluya. Kral bu soylu hakkındaki dedikoduları duymuştu. Bir takım sahteliklerle soylu unvanı edindiği söylenir dururdu. Hani bunlar hepten de dedikodu olmayabilirdi. Adamın benzi tarlada çalışanların benzinden farksızdı. Suratı köylü suratı gibiydi. Her ne kadar yazları deniz kenarında geçirdiğini söyleyip dursa da.. köylü olma olasılığı vardı. “Bu adamı iyiden iyiye inceletmeli!” diye geçirdi içinden. Kral kendi kendiyle konuşurken yeni ferman yanlıları ve karşıtları bir birlerine girmişti.
Bir kadın –sol tarafta duranlar içindeydi- kendisi gibi süslü kıyafetler giyinmiş bir kadını karşısına almış, gözler çakmak çakmak bağırıyordu:
“Soysuzluğa dünden heveslisiniz.. ayol zaten sizin sekizinci ninenizin köylü bir fahişe olduğu bile bilinir.. ama meydanı size boş bırakacak değiliz!”
Öteki de bu sözler üzerine ağzını açmış gözünü yummuştu:
“Kart fahişe.. fahişe sensin.. daha geçen ay kocan seni bir uşakla basmadı mı yatak da..”
Kral tartışmanın seyrini beğenmişti aslında ve fakat karnı guruldamaya başlamıştı. Hiç de umurunda değildi. Ve fakat dediğinin yapılmamasını kaldıramazdı. Masaya yumruğu vurma zamanı gelmişti. Ayağa kalktı, kalkar kalkmaz tartışma tıslamalara dönerek zayıflamış ve bitmişti.
“Beyefendiler ve Hanımefendiler” her birini selamladı. “72 fermanı lağvedilmiştir. Gecikmeden halkımıza duyurulsun! Ay!” dedi sustu.
Ay, dediği esnada yellenmiş miydi, çıkan ses karın gurultusu muydu misafirler tarafından anlaşılamamıştı. Kral çoktan aynalı salondan çıkmıştı. Peşi sıra koşan maiyeti ferman üzerine tartışmayı kesmiş Kral’ın “Ay!” demesinin nedeni üzerine tartışmaya başlamışlardı. Bir kısmı çıkan sesin bağırsak gurultusu, bir kısmı da yellenme olduğunda inat ediyordu.
Cemal Çalık, 02.05.2016, Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Öykü
Takip et: @gezgin07
Dipteki Not:
Versay Sarayı ya da Versailles Sarayı, (Fransızca: Le château de Versailles) tarihi bir Fransız şatosudur. Sarayın ilk binasının yapımına 1661'de başlanmıştır, daha sonra değişik zamanlarda genişletilmiştir. Saray, günümüzde müze olarak kullanılır. Versailles sarayı çok geniş planlanmış olması yönüyle tipik Fransızdır. Roma İmparatorluğu'ndan sonra ilk defa bu sarayda büyük ölçüler kullanılmıştır. Bunun sebebi ise zengin ve merkezi krallık yönetimiydi. İtalya, Almanya ve İngiltere'de siyasi ortamlar farklı oldugu için Versailles sarayı gibi saraylar uzun süre yapılamadı.
Sarayın ilginç bir özelliği olarak yapımında tuvalet veya banyo düşünülmemiştir. Bunun sebebi o zamanki asillik anlayışında, asillerin istediği yerde ihtiyaçlarını giderebileceğidir. Bu sebeple Avrupa'da yaygın olarak Versailles sarayının kokusunun "Avrupa'daki tüm saraylardan eşsiz" (Memoirs: Duc de Saint-Simon )olduğu söylenirdi. 1768 yılına kadar da sarayda işleyen tuvalet yoktu. 1789 yılında Fransız Devrimi'nden sonra bütün sarayda sadece 9 tane tuvalet vardı ve bunlar sadece kral ve yakın aile üyelerine aitti. Sarayın geri kalan çalışanları lazımlık kullanırdı ve bu kokular daire ve genel atmosfer ile çalışanların giysilerini tamamen sarardı. Yasaklanmış olmasına rağmen lazımlıklar genellikle çalışanlar tarafından oda pencerelerinden dışarı boşaltılırdı.
Dipteki Not:
Versay Sarayı ya da Versailles Sarayı, (Fransızca: Le château de Versailles) tarihi bir Fransız şatosudur. Sarayın ilk binasının yapımına 1661'de başlanmıştır, daha sonra değişik zamanlarda genişletilmiştir. Saray, günümüzde müze olarak kullanılır. Versailles sarayı çok geniş planlanmış olması yönüyle tipik Fransızdır. Roma İmparatorluğu'ndan sonra ilk defa bu sarayda büyük ölçüler kullanılmıştır. Bunun sebebi ise zengin ve merkezi krallık yönetimiydi. İtalya, Almanya ve İngiltere'de siyasi ortamlar farklı oldugu için Versailles sarayı gibi saraylar uzun süre yapılamadı.
Sarayın ilginç bir özelliği olarak yapımında tuvalet veya banyo düşünülmemiştir. Bunun sebebi o zamanki asillik anlayışında, asillerin istediği yerde ihtiyaçlarını giderebileceğidir. Bu sebeple Avrupa'da yaygın olarak Versailles sarayının kokusunun "Avrupa'daki tüm saraylardan eşsiz" (Memoirs: Duc de Saint-Simon )olduğu söylenirdi. 1768 yılına kadar da sarayda işleyen tuvalet yoktu. 1789 yılında Fransız Devrimi'nden sonra bütün sarayda sadece 9 tane tuvalet vardı ve bunlar sadece kral ve yakın aile üyelerine aitti. Sarayın geri kalan çalışanları lazımlık kullanırdı ve bu kokular daire ve genel atmosfer ile çalışanların giysilerini tamamen sarardı. Yasaklanmış olmasına rağmen lazımlıklar genellikle çalışanlar tarafından oda pencerelerinden dışarı boşaltılırdı.