"Basın özgürlüğü denince mangalda kül bırakmayan ülkelerin birinde yaşanan bu olayla, belli ülkelere özgü zannettiğimiz çoğu niteliğin, savunma mekanizmasından ibaret olduğunu gördüm."
Gelin bu kez bir değişiklik yapalım. Basın özgürlüğü sızlanmasından vazgeçelim. Artık çok demode, çok karikatürize bir hal aldı bu durum. Hiçbir zulüm sonsuza dek payidar kalmadığı gibi, hiçbir yalan da gizli kalmıyor. Dünya gerek ulaşım, gerekse sosyal medya aracılığıyla küçüldüğünden, eski soğuk savaş teknikleri sökmüyor artık.
Manüpülatif paylaşımlar dahi batıyı “her derde deva limon” kategorisinde tutamıyor zira sadece içinde yaşadığımız toplumdan çok ötelere uzanıyor belleğimiz, medya aygıtlarımızın çeşitliliğinden ötürü.
Buna rağmen, Türkiye’ye nefret penceresinden bakan ve ideolojik saplantılarla değerlendiren bazı kişiler, Türkiye’yi birçok konuda- ama en fazla basın özgürlüğü konusunda- yerden yere vurup, batıyı örnek gösterme aymazlığı içinde. Türkiye’de basın özgürlüğü olmadığını savunarak tam tekmil Batılılaşmanın mihmandarlığını yapan bu kişilerin tutundukları dal da yine batılı şahsiyetlerin kara propagandası.
Tutuklanan gazetecilerden feyz alarak sürdürdükleri bu karalama kampanyası modern toplumun ön kabulleri arasına girdiğinden, bu kampanyanın gönüllü neferleri olmayı sürdürmekteler basın özgürlüğünün nerede başlayıp nerede bittiğini bilmeden.
Oysa birçoğunun basın özgürlüğü konusunu sadece sosyal medya alanında gezinen lakırtıları toparlayarak yorumladıklarına çok eminim. Çünkü bu konuyu biraz akademik çerçevede ele almış, basın tarihini okumuş olsalardı “Türkiye’de basın özgürlüğü yok” klişeleri tahrif olacak, söylediklerinin ne denli temelsiz ve acımasız olduğu ortaya çıkacaktı.
Uzun süredir yazmak istediğim, ancak gazeteci arkadaşıma zarar gelmesin diye içime attığım bir mevzuyu ortaya koymanın tam vakti; Türkiye’de, basın özgürlüğü yok, Avrupa’da var öyle mi?
“Evet” diyorsanız, ben de size “hayır” diyorum.
Avrupa’daki basın özgürlüğü, ülke çıkarları duvarına toslayana kadar.
Hatta; “Ülkelerin ulusal çıkarlarına dokunuyorsa basın özgürlüğü biter” meselesinden de öte baskılar var medyada.
Dokunsun, dokunmasın, hoşlarına gitmeyen yazıların çıkmasına dahi tahammülleri yok.
Bizzat yaşadığım için çok iyi biliyorum baskıların şiddetini.
Anlatayım;
Bir Avrupa ülkesinde, azınlıkların çıkardığı gazetelerin birinde çıkmaktaydı yazılarım. Sanırım 5-6 yıldır yazıyordum. Geçen ay gazetenin sahibi ağabeyimizden mesaj geldi. “Sitemizde bundan böyle yazarlarımız olamayacak” diyordu. Ve devam ediyordu: “Gelen baskılara uzun süre direnmek zorunda kaldım ancak buraya kadarmış. Emekliliğime bir yılım kaldı. Bu hakkımı kaybetmeden emekli olmak istiyorum… Bundan böyle sitemizde sadece haber olacak…”
Basın özgürlüğü denince mangalda kül bırakmayan ülkelerin birinde yaşanan bu olayla, belli ülkelere özgü zannettiğimiz çoğu niteliğin, savunma mekanizmasından ibaret olduğunu gördüm. Nitekim o gazete şimdi yazarsız devam ediyor yoluna. Devletle sorun yaşamamak için başka çaresi de yok.
“O ülkenin kendi sorunu” deyip geçiyorum lakin zoruma giden, AB’li yetkilerin utanmadan çıkıp Türkiye’yi bu konuda eleştirmeleri ve hatta eleştirmekle kalmayıp rapor etmeleri.
Kendi gözündeki merteğe aldırmadan, karşısındakinin gözündeki çöpü sorun eden Batı’nın komik hallerine gülemiyorum bile kendi milletimin aymazlığı yüzünden…
Sezarın hakkı Sezar’a; Kendi milletinin kusurunu arayan bu algı operasyonu, bu kin, bir genetik komplo değilse, bravo kurguya, bravo rejiye, bravo senaryoya!
Yurdagül Atun, 04.05.2016, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Medya,