Şehir, insan ve yapı bu bağlamda her biri diğerini gösteren, her biri diğerinden neşet etmiş bir değerler bütünüdür.
Mimari alanında daha çok teknik anlamda genel bir kaidedir; maddi ya da manevi anlamda sergilenen görünür tarafları ne kadar alışılmış olursa olsun, göz önündeki her şehir içeriden ya da dışarıdan bakan herkeste estetik algı yada zevke dayalı bir takım duygular uyandırır.
Bu anlamda bakılan-göz önünde duran herhangi bir eşya veya herhangi bir nesne gibi bir şehir de zaman ve mekanın kendine has bir yerinde duran bir oluşum ya da yapı biçimindedir…
Bu noktada bir şehri herhangi bir eşya ya da nesneden ayıran şey ise, öncelikle mekânının, ölçülerinin ve yerleşiminin görece daha boyutlu olması ve o anki görüntünün ötesinde bir yandan geçmişe, bir yandan da geleceğe dair pek çok ölçü ve değeri barındırıyor olmasıdır ve bir kentin ya da bir şehrin ruhu denilen şey de içinde barındırdığı bu ölçü ve değerlerden kaynaklanmaktadır.
Bu nedenle bir şehrin mimarisi, bir şehirdeki yapılaşma veya o şehrin mimari tasarımı derken bütün bu maddi ve manevi boyutları içeren ve hem zamana hem de bu zamanı o şehirde yaşayıp paylaşan insan topluluğuna dönük bir estetiğin ve sanatın dile getirildiğini unutmamak gerekir.
Teknik ve bilimsel sınırları içerisinde umdeleri belirli bir sanat olarak görülebilse de, özellikle şehir mimarisinin sadece bu teknikler dahilinde ele alınabilmesi ise fazlaca mümkün değildir. Çünkü bir şehrin binbir vaktin her birinde değişen ve üzerine düşen ışığın değişik tonlarında dile gelen binbir görüntüsü vardır…
Bütün bu görüntü çoğulluğu içerisinde ise o binbir vakitte değişerek binbir hal alan görüntünün tek bir görüntüyle birleştiği şehrin ruhu parıldamakta yada kösnül bir titremeyle sönmeye yüz tutmaktadır…
Zira bütün bu anlar içerisinde her gözün görebileceğinden her kulağın duyabileceğinden daha değişik görüntüler ve sesler saklanmaktadır…
Kesinlikle kendi kendine olmuş bir hâl değildir bu hâl ve şehrin üzerine oturduğu toprakla, genişlediği çevreyle, o şehri orada kuranlarla, kuruluş biçimiyle, geçmişiyle, anılarıyla ve halihazırda orada yaşamayı seçenlerin katkılarıyla meydana gelmiş bir gerçekliğin ürünüdür… Bu anlamda şehrin ruhunun açığa vurduğu her zamanda orada yaşayanların ruhlarında da bir hareketlenme olacaktır.
Bu noktada denilebilir ki, bir şehirde bulunan hareketli unsurların en önemlisi özellikle ruhlarıyla şehrin ruhuna karışan hemşehrilerle onların hareketleri ve eylemleridir…
Şehir, insan ve yapı bu bağlamda her biri diğerini gösteren, her biri diğerinden neşet etmiş bir değerler bütünüdür. Bu bütünlük içerisinde ise kentin yada şehrin çevresiyle birlikte kenti yada şehri oluşturan bütün hareketsiz elemanlara yansıtılmış haldeki estetiğin açık ve okunabilir bir örneği olup olmadığıyla belirlenecektir…
Şehrin tarihsel dokusuna sinmiş haldeki böylesi bir mimariyle yaşanan günün izleğindeki halihazır mimarinin çatıştığı yerde ortaya çıkan olgu ise çarpıklaşma yada şehir olmaktan sapma olgusudur. Son 50 yıl içerisinde ortalama konut ömrünün 30 ile 40 yıl arasında değişen bir zamana tekabül etmesi ile tarihsel doku içerisinde birer anıt olarak duran bin yıllık yapıların açıkça ortaya koyduğu bu halin geri planındaki en esaslı değişimi de işte bu mâzi ile hâl arasındaki konut ömrü farkında aramak ve sormak gerekmektedir…
Ruhuna tarihinden izler taşıyan bir mazinin yapılarıyla, halini en fazla 30 yıl sonrasına taşıyacak bir yapılaşmanın ortasında nasıl bir şehir ruhundan ve kaç kuşağa dayalı bir hemşehrilikten bahsedilebilecektir…
Şehir ve ruh deyince topraktan tuğlaya ve insana kadar derinleşip Yakutiye’yi Çifte Minareli Medrese’yi, Lalapaşa’yı, Kale Mevkii’ni, Taşhan’ı ve diğerlerini alüminyum, cam ve demir yığınlarıyla giydirilerek parlatılmış sözde yeni Erzurum yapılarıyla birlikte aynı zaman ve mekan üzerinden izlemek ve bu manada düşünmek çok manidar bir perspektif oluştursa gerek…
Kaç yüzyıldır hiçbir şey giymeden ve hiçbir şey giydirilmeden duran o kadim Erzurum sanki kendisini kuran o eski adamların maskesiz, parıltılı yüzleriyle bakıyor gibi…
Kim bilir daha kaç zaman kaç 30 yıllık yapının sahte giysilerle süslenerek kendi kendisini silmeye yazgılı yenileşme güdüklüğünü ve biz bu zamanın bilmem kaç maskeli Erzurumlusu'nu seyredecek…
Kim bilir?...
Şahin Torun, 07.05.2016, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Eleştiri, Kitap Notları, Kitapların Ruhu
Şahin Torun Yazıları
Takip et: @torunsahin
Sonsuz Ark'ın Notu: Şahin Torun Beyefendi'nin çalışmalarının yayınlanması için onayı alınmıştır. Bu çalışma 2006'da yayınlanmıştır. Seçkin Deniz, 07.05.2016