9 Mayıs 2016 Pazartesi

SA2870/KY46-EE10: TV Kanalları Dizi Yayınlayarak Program Yapmaktan Kaçıyor

"Dizi yayınlamak elbette bir seçenek, ama gerçek şu ki genel kitleyi hedef alan televizyonların temel unsuru (tüm dünyada) programlardır ve programcılıktan uzak duran yöneticiler de kurumlarının sağladığı imkanların karşılığını veremeyen kişiler durumundalar."


Bir zamanlar ekranlarımızda yarışma rüzgarları esiyordu. Tıpkı şimdiki diziler gibi, yarışmanın biri bitiyor, diğeri başlıyordu. Henüz internetin ve dolayısıyla “medya” sitelerinin olmadığı zamanlardı. Gençler belki inanamayacaklar, ama henüz “medya” diye bir kavram bile ortalıkta gözükmüyordu. 90’lı yılların başlangıcı. Televizyon, radyo ve yazılı basın insanlara yetiyordu.

Gazetelerin magazin sayfalarında en geniş yer, televizyon dünyasına ayrılıyordu. O zamanın popüler yarışmalarından iki tanesinin yönetmenliğini yapıyordum. İkisi de Amerika’da daha önce yayınlanmış yarışmalardı. “Süpermarket” (Supermarket Sweep) ve “Davul Show” (Gong Show). İlkinde bir süpermarketin içerisinde alışveriş yapan yarışmacılar vardı, diğeri ise Türkiye’de yapılan ilk yetenek yarışmasıydı. Aysel Gürel ve Suat Sungur daimi jüri üyesiydi, karikatürize edilmiş tiplemelerle süren muzip bir yarışmaydı.

O dönemde yüzlerce bölüm yarışma çekmiştim. Yandaki stüdyoda da Erhan Yazıcıoğlu’nun sunduğu “Seç Bakalım” (Let’s Make a Deal) yarışması yayınlanıyordu. Bu furya sürerken yarışmaları konu alan araştırmalar da yapıldı. Televizyon sayfası hazırlayan ekipten isminin Cengiz olduğunu hatırladığım bir muhabir benimle röportaja gelmişti. Bu yarışma furyası daha ne kadar sürecek diyordu. Seyirci izlemeyene kadar demiştim. Gerçekten de öyle oldu ve bir süre sonra yarışmalar bitti, magazin programlarının rekabeti başladı.

Ama diziler hepsinden daha uzun süredir ekranlarda. Çünkü televizyon yönetimleri dizi konusunda ısrarcı oldular. Dünyada ise tam tersine ulusal televizyon dediğimiz genel kitleyi hedef alan televizyonlarda dizi yok denecek kadar az. Çünkü sadece dizi yayınlayan ayrı kanallar var. Tıpkı çocuk, haber, müzik gibi tematik kanallardan birisi de dizi kanalları. Hatta dizi kanalları da kendi içlerinde temalarına göre ayrılıyor; bilim-kurgu, korku, komedi, polisiye, pembe dizi kanalları gibi. 

Oralarda ulusal televizyonlar ne mi yayınlıyorlar? Sosyal içerikli kültürel programlar, magazin ve tartışma programları, söyleşiler, talk showlar, yarışma programları, eğlence programları gibi genel kitleye hitap eden yapımları var. Biz ise bu tür “programlar” direnen bir kaç örnek dışında, neredeyse unutulmak üzere.

Peki Türk televizyonlarında diziler konusunda niçin böyle bir tematik ayrışma olmadı? Ulusal televizyonlar özellikle “prime-time” dediğimiz kuşakta sadece dizi yayınlıyor, hatta süresi iyice uzatılmış tek diziyle bütün geceyi kapatıyorlar. Aslında bu dizi ısrarı seyirciyle ilgili bir karar değil. Bu kararın dayandığı kendilerine göre haklı gerekçeleri var.

TV KANALLARININ DİZİ TERCİHLERİNİN YIKICI SONUÇLARI

Televizyonlar dizi yayınlayarak program yapmaktan kaçınmış oluyorlar. Eğer program yoğunluklu bir yayın politikası izleseler bunu gerçekleştirebilmek için bünyelerinde çok sayıda personel istihdam etmek zorunda kalacaklardı. Personel sayısının artması ise özellikle 2001’deki ekonomik krizden beri medya patronlarının istemediği bir durum. Servisi, yemeği, sigortası derken yüzlerce kişi çalıştırmanın çok daha masraflı olacağını düşünüyorlar. 

Kanalın yerleştiği binaların büyüklüğü ve dolayısıyla kirası bile personel sayısına göre artıyor. Çoğu kanal yayın veya çekim olmayan günlerde, özellikle programcı ve teknik personelin işe gelmesini istemiyor, onları izinli sayıyor. Servis ve yemek masrafları, odalarındaki elektrik tüketimi bile hesaplanıyor, böylelikle maliyet düşürülmüş oluyor. Programları diziler gibi dışarıya yaptırmak seçeneği ise daha pahalıya geldiği için pek tercih edilmiyor. Diziler ilk bakışta çok maliyetli gibi gözükse de, tekrarlarıyla birlikte kapattığı yayın saati göz önüne alınırsa aslında oldukça ucuza geliyor.

Dizi sektöründeki personelin çoğunluğu Yeşilçam ekolünden geliyor veya yıllardır süren dizi üretimi sırasında yetişen alaylılardan oluşuyor. Belli kadrolarda okullular istihdam edilse bile yeni mezunlar nispeten daha az tercih ediliyor. Sektörle ilişkili eğitim ve öğrenim kurumlarının, sektörün ihtiyaç ve şartlarına yönelik mezunlar verememesi konusuna girmek istemiyorum. Ama programlar yerine dizilerin tercih edilmesi, sektördeki işgücünün istihdamı açısından önemli sonuçlar doğuruyor. Her yıl iletişim branşları ve sinema-televizyon bölümlerinden mezun olan yüzlerce gencin, sayısı giderek artan bir işsizler ordusu oluşturduğunu da belirtmeliyim.

Teknik veya idari personel yetiştiren liselerden mezun olanlar bile alt kadrolara talip olmalarına rağmen iş bulamıyorlar. Geçen yıllarda E-5 karayolu üzerinde tabelası gözüken “Aydın Doğan İletişim Meslek Lisesi”nin isminin “Ticaret Meslek Lisesi”ne dönüştüğünü görünce acı acı gülümsemiştim. Düşünsenize, Aydın Bey’in ismini taşıyan bu okulu bitirmiş yüzlerce genç, televizyonlarında çalışmak için Doğan Grubu'nun kapılarına dayanıyor, ama çalışabileceği alan ve yeterince boş kadro yok. Mezunları, hiç olmazsa yatırımlarının olduğu diğer sektörlerde değerlendirebilmek için okulun içeriği değiştirilmiş.

Bu kadar çok mezunu çalıştırmak, iş alanı açmak zaten imkansız iken üstüne bir de yöneticilerin dizi tercihi, sektörde yeni mezun gençlerin istihdamını oldukça kısıtladı. Diziler televizyon programlarına nazaran çok daha az sayıda personelle kotarılıyor. Bu yüzden insanların çalışma şartları televizyondakilere nazaran çok daha ağır. Günde onbeş veya onaltı saate varan çalışma süresi yüzünden dizi çalışanları sadece sosyal hayatlarını kaybetmekle kalmıyor, sağlıkları da bozuluyor. Hatta sette fenalaşarak hayatını kaybeden dizi çalışanları bile oldu. Kimse umursamıyor, filmlerden bile daha uzun metrajlı, ölümcül çalışma gerektiren dizilerin yarışı sürüyor.

DİZİLERİN ALTERNATİFİ BAŞKA DİZİLER Mİ?

Televizyon yöneticilerinin dizi ısrarına yol açan başka sebepler de var. Bir dizinin karşına farklı bir formatta yeni bir televizyon programı konulursa rating alamayacağını düşünenler çoğunlukta. Dizinin alternatifinin ancak başka bir dizi olacağına inanıyorlar. Fakat dünyada ise rekabet farklı formatlarla seyircinin karşısına çıkmakla başlıyor. Seyircinin seçme şansını kullanmasına yönelik bu yöntem, her zaman işe yarıyor. Ama bizde ilginç olan şu ki; tematik kanallara seyirci kaptırmak istemeyenler, biribirlerini taklit ederek rekabet edeceklerini düşünüyorlar. 

Oysa benzer içeriklerin seyirciyi tematik kanallara daha çok yönelttiğini gözden kaçırıyorlar. ‘Geceleri dizi yayınlanır’ şeklinde belirginleşen bir anlayış yerleşti. Seyircinin eskiden kalma izleme alışkanlığını dikkate alan ve başka formatlarla macera aramayıp, riski azalttığını düşünen yöneticilerin anlayışı bu. Oysa iyi bir yarışma formatının, içeriği iyi düşünülmüş bir eğlence programının her zaman dizi karşısında şansı var. Tıpkı haber temalı kanalların doğru seçilmiş konu ve konuklarla yaptıkları tartışma ve söyleşi programları gibi.

Programlara mesafeli durma tercihi sadece personel giderlerini kısma saikiyle yapılmıyor. Yöneticilerin meslekten yetişmiş olup olmaması ile de direkt ilintili. Bizim ülkemizdeki televizyon seyircisi, özel televizyonlardan bile sanki her biri TRT imiş gibi kamusal yayıncılık sorumluluğu bekliyor, ya da öyle kabul ediyor. Uzun yıllar süren tek kanallı devlet televizyonu günlerinin etkisi belki de. Özel televizyonların sahibi olan girişimcilerin, az harcamayla çok gelir elde etme eğiliminde olduğunu ise bu yüzden unutuyor. 

Serbest piyasa ekonomilerinin en doğal davranışı olan bu eğilim, bizim gibi ülkelerde medya sektöründe yatırımı bulunanların başka sektörlerde de faaliyette bulunduğu gerçeğiyle birleşince, meslekten olmayan yöneticilerin niçin televizyonların üst düzeylerinde istihdam edildiği konusu daha anlaşılabilir oluyor. Diğer sektördeki yatırımında girişimcinin parasına iyi sahip çıkan ve az harcamayla kârı maksimize ederek başarısını/sadakatini ispatlayan yönetici, sınırsız harcamaya müsait bir sektör olan televizyonun başına getiriliyor, ki orada daha çok işe yarasın. 

Bugün Türkiye’de önemli kanalların yöneticileri, hatta medya grubu olan holdinglerin ceo’ları, ya bankacı ya da mali denetim uzmanı. Dizi furyasının mucidi olmakla övünen ve dizi yayınlamaya ısrarla devam edenler de aynı yöneticiler. Türk dizilerinin zamanında yurtdışındaki başarısını düşünecek olursak, bunda gerçekten de payları var. Peki ya dizilerin dışında? Bırakın orijinal üretilmiş yeni ve yerli bir projeyi, tutmuş yabancı bir format bile pek göremiyorum ortalıkta.

ACUN ILICALI’NIN BAŞARISI NE ANLATIYOR?

Acun Ilıcalı gibi en alttan, asistanlıktan başlayarak meslekten yetişenler ise yaptıkları programlarla, sadece program yayınlayan kanallarıyla öne çıkmayı başarıyorlar. Yaptığı yarışmanın içeriği ve topluma verdiği mesajlar tartışılır, ama Acun kendisi kural koyma hatasına düşmeden, dünyada var olan televizyonculuk kurallarını doğru şekilde uygulamaya çalışarak başarıyı yakalıyor. 

Dizi yayınlamak elbette bir seçenek, ama gerçek şu ki genel kitleyi hedef alan televizyonların temel unsuru (tüm dünyada) programlardır ve programcılıktan uzak duran yöneticiler de kurumlarının sağladığı imkanların karşılığını veremeyen kişiler durumundalar. Artık dizilerle saat doldurmaktan öteye gidemiyorlar. Televizyonun tek ve gerçek patronu olan “seyirci” durumu iyi değerlendiriyor zaten. Diziler seyirciyi kaçırmaya başladı, programlar daha çok izleniyor. Bakalım bundan sonra ne yapacaklar?




Ekrem Ergüder, 09.05.2016, İstanbul, Sonsuz Ark, Sinema-TV, Medya
Ekrem Ergüder Yazıları




İlk yayınlandığı yer: 



Seçkin Deniz Twitter Akışı