"Bağışla bizi Mutiurrahman Nizami..."
Bağışla bizi bilge adam! Yüzümüz yok! Sözden başka elimizden gelen yok! Sızlanmaktan öte yaptığımız, yapabildiğimiz yok! Bir gücümüz yok. Güçsüzlüğümüzün çukurunda debelenip duruyoruz. Güçsüzlüğümüz zırhımız oldu. Biz acizler, aczin en sefilini yaşayanlar, sözden ötesine taşmayanlar, sözden medet umanlar için güçsüzlük bir zırh, bir sığınak, bir liman, bir barınak oldu.
Öylesine ikiyüzlü kıldı ki güçsüzlüğümüz bizi, isyanı nisyan bildik. İnsanı doğmaktan ibaret bildiğimiz gibi. Kim bilir belki de ölümlere, cinayetlere alıştık, pek olağan pek sıradan gelmekte belki de. Hayır, ne belkisi düpedüz alıştık! Oturduğumuz yerden lanetler savurmaya alıştık. Rahat koltuklarımızda oturup çayımızı-kahvemizi içerken protesto etmeye alıştık. Toplantılarımızda, buluşmalarımızda, konuk oluşlarımızda cinayetlerin dedikodusunu etmeye alıştık. Her şehadet haberinde sadece, evet sadece “innalillah ve inna ileyhi raciun!” demeye alıştık. İnsan olmayı, mümin olmayı içselleştiremediğimizin kanıtıdır bütün bu yapıp ettiklerimiz! Bağışla bizi Mutiurrahman Nizami!
Bağışla bizi bilge adam! İnancı uğrunda ölmeyi göze alabilen yiğit insan bağışla bizi! Öldürmeyi değil ölmeyi öğreten adam bağışla bizi! Kan kusturan ocak söndüren olmayı değil, ihyayı öğreten, ihyanın yolunu yordamını gösteren, yaralayan değil yaraları sarmayı, diri olmayı, diri tutmayı, diri kalmayı öğreten bilge adam bağışla bizi! Biz, kendisine sözden kaleler örmek için çırpınanları, sözü yüklenenleri, zulüm karşısında kıyama durmayı es geçen ve kimi zaman hor gören bizleri bağışla bilge adam!
Sitem ediyor, şikâyet ediyorsun. Şeyh Ahmed Yasin de şikâyet etmişti! “Yardım etmiyorsunuz, bari mani olmayın!” demişti! Sen de son sözlerini söylediğin son mektubunda bizden, benim gibilerden şikâyet etmedesin. Ve haklısın. Ve fakat şikâyet edilecek bir değerimiz var mıdır? Böyle bir değeri de ancak sen ve senin gibi bilge ve cömert insanlar yakıştırabilirdi bize. Biz o değerde bile değiliz. Nasıl olabiliriz ki?
Bir yangını söndürmek, bir yangını boğmak için kıyama kalkan sizlere, gece gündüz “katından bir yardımcı gönder!” diye haykıran yaşlı-çoluk-çocuk kadınlara yardımı kendimize çok gördük, çok görmekteyiz. Biz böyleyken, gerekçeler -pek de akıllı usludur bilirsiniz bu gerekçeler- bulup-buluşturup ileri sürerken, o gerekçeler arkasına sığınırken siz bilge ve yiğit adamlar bizi var sayarak bir cömertlik de sergilemiş oldunuz! Oluyorsunuz! Ah ben! Ah biz! Her dem maslahat putuna secde ettiğimizi de bilirsiniz! Bildiniz! Yine de yüzümüz olmasa da, maslahat putunun kulları olmuş olsak da siz yüce gönüllü yiğit bilge insanlar bağışlayın bizi!
Biz kötürümden daha kötürümüz. Bu apaçık. Bu o kadar belli ki biz farkında değiliz. Bu zihinsel körlük, bu bilinç körlüğü öylesine kımıltısız kılmış ki bizi, utanmayı bile becermekten uzağız. Utanmayı bile akledemiyoruz! Hani bir utanabilsek belki devineceğiz, belki kalkabileceğiz ayağa! Ve fakat biz utanmaktan bile uzağız. İçimizin yandığını salt sözcüklerle dile getirmekteyiz. Utancımızı, yangınlığımızı salt sözcüklere yüklemedeyiz. Peki, aynaya baktığında utanan bir yüz görüyor musunuz? Dense haşa! Gülümsemekteyiz her birimiz. Utanmayı bilen, bu anda, bu zamanda, bu çağda aynaya bakmaya, kendi suratını görmeye tahammül edebilir, der misiniz?
Hayâ imandandır, utanma imanın göstergesidir, iman zalimin karşısında eğilmediğinin göstergesi değilse, olamıyorsa hangi utanmadan söz edilebilir ki? Biz sözü sözleri yüklenenler çok uzağındadır utanmanın işte bu itiraf vesilesiyle “Siz yine de bağışlayın bizi ey bilge adam!” diyebilmekteyiz. Ey bilge ve şahit insanlar yine de bağışlayın bizi.
Bizi bağışlayın ey yeryüzü mazlumları! Bize merhamet edin, biz bilmesek değmesek de! Biz merhamete değmesek de siz esirgemeyin merhametinizi! Sizler yüce gönüllülerisiniz yeryüzünün, gökyüzünün süsüsünüz bilirsiniz bağışlamasını, bağışlayın bizi!
Cemal Çalık, 13.05.2016, Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Deneme