"Eğer Avrupa el Kaide veya İşid lehine bir televizyon kanalı veya gazete kurma da demiyorum; bir adet yazı yazmaya izin versinler, ondan sonra gelip bizim yasaları konuşalım."
En iyisi ben yaşadığım, bulunduğum coğrafyada olmuş olmayı bir bilgiçlik, haklılık payesi olarak yan cebime koyup oradan yürüyeyim. Malûm aliniz bendeniz 30 yılı aşkın bir süredir Gavuristan’ın Cermenya nahiyesinde yaşıyorum. Bölgesel ölçekte toplumsal ve siyasi çalışmalara başladığım 1985 yılından beri bu Cermenlerle integration yani uyum kelimesi üzerine konuşuyoruz, tartışıyoruz. Sonuç? Halâ tarifinde bile anlaşamadık. Biz diyoruz ki integration yani uyum Einbahnstraße yani tek yönlü bir yol değil otoban yani gidiş gelişli bir süreçtir. Onlar da diyemiyorlar ki integration bizim için “asimilasyon”dur…
En çok da neye ve kime kızıyorlar biliyor musunuz? Ben, sizin kuralsız veya her dönemeçte kuralını değiştirdiğiniz oyunu oynamıyoruz diyenlere. Veya biz sizin bu kuralsız oyununuzu reddediyor, yeni ve adil bir oyun kurmak istiyoruz diyenleri… Yeseler doymazlar o kadar!
Kendileri ile 40 yıldır integration aşağı integration yukarı tartışan aktörleri -siz buna figüran da diyebilirsiniz- çok ama çok seviyorlar. Öyle ki onların değil figüran olduklarını düşünmelerini, kendilerini esas oğlan sanmalarını, hissetmelerini bile sağlıyorlar… Bunun için bol keseden dağıtacak ilgi, iltifat, titel ve para nasılsa gani…
Tekrar konumuza dönelim. Yaklaşık bir hafta süren mecburi hastane ikametimde biri akademiker, diğeri ateist işadamı iki Alman ile aynı odayı paylaştık. O sıralar şu meşhur Jan Böhmermann’ın CB Erdoğan’a iğrençliğin dibini bulan hakaretleri yaptığı ve Türkiye’nin Böhmermann’ın gereken idari ve hukuki cezayı görme konusunda Almanya’yı sıkıştırdığı günlerdi.
Lafıma dikkat isterim "sıkıştırdığı günler!” Akşam yemeklerimizi yemiş, keyf çay veya kahvelerimizi yudumlarken açık olan televizyonda -sanırım ZDF- bu malûm konu konuşuluyordu.
Günler boyu “hallo hallo” dışında hiç bir şey konuşmamışız. Yaradana sığınarak “Ne düşünüyorsunuz bu konuda?” “size göre bu sözler” satire/mizah” veya fikir ve ifade özgürlüğü kapsamında mı?” diye attım orta yere soru cümlesini. Allah’tan her ikisi de bunun doğru olmadığını, ama Erdoğan’ın da pek hırlı biri olmadığı manasına sözler söylediler.
Hatta ateist işadamı olan ise ufak ufak Erdoğan’a saydırmaya başlayınca,"Türkiye ve Erdoğan hakkında bildiklerinizden hiç mi şüphe etmiyorsunuz?” diye ikinci bombayı attım odaya. Nasıl yani? ye benzer tepki geldi ikisinden de. “NSU- neo nazi cinayetleri davasında, NSA dinleme skandalında, Ukrayna-Rusya krizi konusunda sizi yanılttığına inandığınız Mainstream/ana akım medyanız sizi Türkiye ve Erdoğan hakkında yanıltmış olamaz mı?” deyince iyice çözüldüler.
Final cümlesi olarak “Türkiye’de olan bitenleri bilmek ve anlamak konusunda ben sizin kadar emin değilim” dedim ve…
Akademisyen dostuma (ki sonradan dost olduk); “Sen Alman Basınında Erdoğan’a karşı ilk kampanyanın ne zaman başladığını hatırlıyor musun?” diye sordum. O da Erdoğan’ın Köln-Arena’da gurbetçilere karşı yaptığı meşhur konuşmadan sonra Bild (Blöd diyenler de var) Gazetesinin açtığı kampanyayı hatırlattı.
“Neydi olay?Ne demişti Erdoğan o gün? “diye sorup oradan yürümeye karar verdim. Erdoğan o gün biz gurbetçilere hitaben şunları söylemişti mealen: "Başınızı dik tutun, Türkiye Cumhuriyeti devleti olarak her zaman yanınızdayız, isteyen herkes ülkesine dönebilir, ülkemiz hepimize yetecek kadar büyük ve güçlüdür, burada kalanlar çocuklarını mutlaka okula göndersinler, almanca öğrensinler, en yükseğine kadar tahsil görsünler, her biri sahasında en iyisi olmaya çalışsın, yaşadığınız toplumu tanımak ve uyum sağlamanın en iyi yolu dil öğrenmektir. Alman toplumu ile uyum sağlamanız için önce kendi dilinizi ve kültürünüzü öğrenmek zorundasınız, unutmayın ki integration yani uyum demek asimilasyon demek değildir! ”
Akademisyen dostuma dönerek sordum: ”Bu sözlerin neresi yanlış?”
Kısa bir kem kümden sonra "Evet bunların hepsi doğru şeyler" dedi. Artık yol açılmışken oradan devam edip neden Bild Gazetesinin diplomatik ahlak ilkelerini dahi ayaklar altına alarak; "Erdoğan istenmeyen adam, Almanya’da istenmiyorsun, defol” gibi manşetler attığını ve dün “der mächtige Mann vom Bosporus” (Boğazı’ın güçlü adamı) diye manşet atanların birden Erdoğan’ın diktatör olduğunu keşfederek koro halinde Erdoğan ve dolaylı olarak Türkiye Düşmanlığı yaptıklarını anlattım.
Gece hemşirelerin defalarca sessiz olun uyarılarına rağmen bayağı uzun sürdü. Hızımızı alamayarak İslam, Hristiyanlık, Yahudilik ve ateizm üzerine süren sohbet bittiğinde saatler gecenin 02:30 unu gösteriyordu. Dini konulardaki notları bir başka yazıya bırakarak konuyu siyaseten bağlayalım.
Mülteci krizinde oynadığımız rol dolayısıyla açılacak gibi görünen vize kapısının terör tanımı ve terörle mücadele kanunundaki şartlara bağlanması üzerine aklıma geldi bütün bunlar. Eğer Avrupa el Kaide veya İşid lehine bir televizyon kanalı veya gazete kurma da demiyorum; bir adet yazı yazmaya izin versinler, ondan sonra gelip bizim yasaları konuşalım.
Kendi ülkelerinde terör örgütlerini övmek suç olacak ama biz de ise sadece eline silah alan terörist sayılacak. Kendi ülkelerinde Kandil’den röportajlar yapan televizyon programları, her seferinde en az bir esmer ve güzel almanca konuşan PKK’lı çıkarılan tartışma programları, daha adet görmeden kaleşnikof gören gencecik kızlarla, boyu tüfekten küçük çocuklarla yapılan röportajları çarşaf çarşaf yayınlayan gazeteleri, dergileri olan, Türk çocuklarının yoğun olduğu okul önlerindeki bilboardlarında “daha ne duruyorsun, özgürlük için sen de dağlara çıksana” diye yazan afişlerin asıldığı Avrupa! De bana senin anan güzel mi?!
Şimdi anladınız mı neden Davutoğlu’nun arkasından yas tutup, KK’ya neden yeniden sarıldıklarını?!
Naim Okur, 14.05.2016, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Gündem
Naim Okur Yazıları