"Ne dersiniz gençler olaya bir de bu açıdan baksak? Erdoğan’a kızacak, bağırıp çağıracaksak bu işi kendi mahallemizde yapsak, konu komşuya rezil olmasak. Çok şey mi istiyorum sizden?"
“Ne gülüyorsun anlattığım senin hikayen” Horatius ve yerli malı atasözü olarak: “Gülüyoruz ağlanacak halimize”… Biliyorum pek işe yaramayacak, ama yine de tarihe şahitlik olsun diye yazalım…
Daha tam üç yıl önce yani malum gezi olayları olmadan önce Alman basınında Türkiye ve Erdoğan hakkında çıkan yazı ve yorumları hatırlayanınız vardır umarım. “Wirtschaftsboom-Türkei (Türk ekonomisinde patlama, müthiş büyüme), der mächtige Mann Bosphorus” (Boğazı’ın güçlü adamı) gibi başlıkları hatırlayalım.
Peki ne oldu da bu balayı bitti ve birden (“wie eine Knopfdruck”) bir düğmeye basılmış gibi Türkiye ve Erdoğan aleyhine yazı, haber ve yorumlar baş göstermeye başladı Batı medyasında? Tamam Türkiye AB’ya girmek istiyor ve dolayısıyla bize olan bu ilgi normaldir diyebilirsiniz!
Türkiye’nin bekleme odasına alındığı yaklaşık 50 yıldan beri dünya değişti, 1900'lü yıllardan 2000'li yıllara geçildi, Sovyetler Birliği yıkıldı ve dolayısıyla soğuk savaş bitti, Sovyetler'den arta kalan küsurat devletlerin pek çoğu, mesela Bulgaristan ve Romanya gibi ülkeler AB kriterlerini(!) yerine getirdikleri için çoktan AB’ ye alındılar, ama nedense Türkiye malum kriterleri bir türlü yerine getiremedi.
Aslında kendisinden istenen “ağzınla kuş tut” ya da ” git dağlardan kar getir” şartlarını yerine getirse bile AB’ya girmesine karşı olunduğu AB’nin halihazırdaki patroniçesi Merkel tarafından ifade edilmiş ve “özel statülü ortaklık” gibi bekleme odasının girişindeki tabelanın değiştirilmesi önerilmişti bize, pardon ağzımdan kaçtı Türkiye’ye.
Bulgaristan, Romanya hangi kriterleri yerine getirdi de alındı AB'ye? Almanya’da insaflı alman entellektüeller bile Bulgaristan ve Romanya gibi ülkelerin alınıp Türkiye’nin halâ bekleme odasında bekletilmesinin tam bir rezalet olduğunu söylüyor ve yazıyorken; içimizdeki AB budalalalarına ne demeli?!
Neredeyse 50 yıl önce söz verdikleri vize serbestisi sözünü bile; peş peşe alınan bütün kararlara rağmen terörle mücadele kanunundaki değişiklik şartlarına bağlamaları bile uyandıramadı gönüllü köleleri! Yerli ve milli olunmadan beynelmilel olunmayacağını da mı öğretmediler sizlere?!
Gel zaman git zaman fazla naz aşık usandırır kabilinden olsa gerek bekleme konusunda uzmanlaşmış, daha önceki başbakanları tarafından “onlar ortak biz pazar” ara formülüne alıştırılmış bir toplumun nasıl olduysa seçtiği yeni Başbakan hoop yani “one minute” deyiverdi.
One Minute’in Davos versiyonu meşhurdur da AB versiyonunu pek kimse bilmez. Argo tabirle “Başlarım sizin AB’nize ya da alın AB’nizi başınıza çalın” diyen Erdoğan hemencecik cicilikten kakalığa tenzili rütbeye tabi tutuluverdi. Tabii bu argümanları destekleyecek yeterince malzeme de vardı dağarcıklarında. Bu malzemeler eskiden harbi adam, dürüst, kabadayı, Kasımpaşalı gibi yan süslemelerle tolere edilirken birden diktatörlüğüne karine yani delil, alamet olarak kullanılmaya başlandı.
Buraya kadar 1.Dünya Savaşı'nda onlar yenildiği için yenik sayıldığımız dost-müttefik Alman dost(!)larımızın zaviyesinden/açısından baktık olaya. Ne dersiniz bu Almanlar tarihte anlatıldığı gibi bizim dostumuz oldular mı hiç?
Kendisine sığınan Talat Paşa, 15 Mart 1921 salı günü Berlin Hardenbergerstr 27 numaralı evinden çıktığı sırada kendisini bir süredir takip eden Ermeni katil Tehleryan tarafından ensesine sıkılan bir kurşunla öldürüldüğünde ve olay yerinde yakalanan katili 2-3 Haziran 1921'de yargılandığı mahkemede alkışlar arasında beraat ettirildiğinde de dosttu bu Cermenler bize. Yani dostluğumuz bayağı kadim, bayağı eski bu Cermenlerle!
Unutmadan Talat Paşa sabık eski başbakanlarımızdan idi ve o günlerde Onu ve Onun hukukunu savunacak bir ülkesi yoktu arkasında ne yazık ki! Talat Paşa şu malum Ermeni Tehcir kararını veren hükümetin başbakanı idi ve dolayısıyla hem içeride, hem dışarıda sevmeyenleri vardı.
Farkında mısınız bahsettiğimiz kişi bizim başbakanımız idi ve cinayeti itiraf eden katili alkışlarla beraat ettirdi kadim dostumuz Cermenler. Ah Talat Paşa’m, senin hesabını sorabilseydik, seni kurtlar sofrasına pey, çakallara yem etmeseydik belki de bunları konuşmak zorunda olmayacaktık şimdi.
Benden önce ve benden sonra yazan kardeşlerim diyecekti ki bu şerefsiz cermenlere: “Sana ne lan” yani onların diliyle “was geht euch an” diyecekti bir de “lan” ekleyecekti en Türkçesinden arkasına! Yamuksa benim yamuğum, kötüyse benim kötüm, yaramazsa benim mahallemin yaramazı sizi ilgilendirmez! Seveceksem, döveceksem, söveceksem ben yaparım, ederim diyecektik. Gidin lan diyecektik hep bir ağızdan, bizde size yedirecek, ezdirecek, dalga geçtirecek değil başbakan, delimiz bile yok. Zira biz köyümüzün delisini bile gavurun akıllısına yedirmeyiz diyecektik.
Ne dersiniz gençler olaya bir de bu açıdan baksak? Erdoğan’a kızacak, bağırıp çağıracaksak bu işi kendi mahallemizde yapsak, konu komşuya rezil olmasak. Çok şey mi istiyorum sizden?
Dipnot: Yanlış olan yanılmak değil, yanıldığını kabul etmeyip yanılgıda isrardır…
Naim Okur, 20.05.2016, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Gündem
Naim Okur Yazıları