Sonsuz Ark'ın Notu:
Aşağıdaki analiz gerçeği tam olarak yansıtmasa da, görünüşte Suriye ve Irak'taki mevcut durumunun sürdürelemezliğini esas alan olumlu bir yaklaşımla kaleme alınmıştır. Ancak Suriye'de terörist PYD-YPG güçlerinin armalarını taşıyan ABD özel birliklerinin Rakka'daki IŞİD'e karşı operasyon (!) yaptığı ve IŞİD-YPG güçlerinin Azez'de ÖSO bileşenlerine birlikte saldırdığı gerçeği ile birlikte dikkatle okunmasında fayda vardır. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, ABD'nin terör örgütü PKK'nın Suriye kolu olan PYD-YPG ile ortak çalışan ABD'ye sert tepki vermiştir: Terörle mücadelede çok iddialı olan bir ülkenin, bizim müttefikimizin Amerika'nın askerlerinin YPG armasını, bir terör örgütünün armasını kullanması kabul edilemez. ABD'nin Ankara Büyükelçiliği nezdinde de Washington'daki büyükelçiliğimiz araclığıyla, ABD Dışişleri Bakanlığı nezdinde de tepkimizi gösterdik. Bunu kabul etmek mümkün değil. Telefonda Sayın Obama, Sayın Kerry, Sayın Cumhurbaşkanı'mıza ve bize YPG'nin ve PYD'nin güvenilir olmadığını söyleyecek ve terörle mücadelede Türkiye'nin yanında olduğunu söyleyecekler. Son Ankara'daki iki saldırının sorumlusu terör örgütünün armalarını takacaklar. Neymiş? Kendi güvenliğini sağlamak içinmiş. O zaman onlara tavsiyemiz Suriye'nin diğer bölgelerine gittiği zaman yine IŞİD'in, DAEŞ'in armasını taksınlar. El Nusra'nın, El Kaide'nin armasını taksınlar. 'Eğer biz bu terör örgütleriyle YPG'yi aynı görmüyoruz' diyorlarsa bu çifte standarttır ve iyi yüzlülüktür"
Seçkin Deniz, 27.05.2016
War in Syria: Next steps to mitigate the crisis
Aşağıda yer alan yazı, Tamara Wittes’in ABD Senatosu Dış İlişkiler Komitesi önünde, “ağırlaştırıcı faktörler ve Suriye’deki şiddetin durdurulmasına” yönelik oturumda vermiş olduğu beyanatın çevirisidir. (İzlemek için )
Tamara Wittes, Brookings Enstitüsü Orta Doğu Politikaları Merkezi direktörüdür. Wittes, Kasım 2009 ve Ocak 2012 tarihleri arasında Yakın Doğu siyaseti ile alakalı Dışişleri Bakanlığı asistan yardımcılığı görevini yürütmüş, Dışişleri Bakanlığının Orta Doğu’ya yönelik demokrasi ve insan hakları politikasını koordine etmiştir.
Wittes ayrıca Orta Doğu Ortaklık Girişimi’ni denetleyerek, Orta Doğu geçiş politikaları özel koordinatör yardımcılığı görevinde bulunmuştur. Wittes, ABD’nin Arap uyanışı ile alakalı politikalarının organize edilmesinde merkezi konumda görev üslenmiştir.
Kaçırılmış Fırsatlar
Nisan 2012’de Suriye konusunda bu komitenin önünde en son konuştuğum zaman, Amerika’nın gelişmekte olan iç savaşı şekillendirme noktasındaki yavaşlığı ve bölgesel güçlerin bu savaşa dâhil oluşunun, çatışmayı dizginlenemeyecek şekilde şiddetlendirme tehdidi taşımakta olduğuyla alakalı endişelerimi dile getirmiştim. O zaman, savaşın kontrolsüz bir şekilde şiddetlenmesinin mezhepçi şiddeti artırabileceğini, radikalleri güçlendireceğini, bölgeyi istikrarsız hale getireceğini ve geniş çaplı bir insani dram ortaya çıkarabileceğini ifade etmiştim. Obama yönetimi, geçtiğimiz dört yıl boyunca geliştirici adımlar atarak savaş sahasını ve diplomatik şartları şekillendirmeye çaba gösterse de bu adımların yetersiz kaldığı ve çatışmanın temel dinamiklerini değiştirmek için çok geç olduğu görüldü.
Suriye’deki iç savaşın yayılarak Amerikan menfaatlerine doğrudan etkilerinin olabileceği göz önüne alındığında, Obama’nın en başta Suriye meselesini Amerikan menfaatlerine çok az etkisi olacak bir olay olarak okuması, Soğuk Savaş sonrası dönemden ve 1990 sonrası iç savaşlardan yeterli derslerin alınmadığının bir göstergesiydi.
1990’larda yaşanan tecrübeler, dikkate alınmamış bir iç savaşın, şiddete yönelik cihatçı bir harekete nasıl kolay fırsatlar sunduğunu-1990 ortalarında Afganistan savaşının Taliban’a sunduğu fırsatlar gibi- ve büyük ölçekli mülteci akınının, ABD’nin anahtar konumdaki güvenlik ortakları Ürdün ve Türkiye’yi de kapsayacak şekilde, Suriye’nin komşularını nasıl istikrarsız hale getirebileceğini ortaya koymuştu.
Ve şimdi bildiğimiz gibi IŞİD, Suriye iç savaşının ortaya çıkardığı güvenlik ve yönetim boşluğunu, elde ettiği toprakları ve finans kaynaklarını konsolide etmek için kullanmaktadır; ABD 2014 senesinden beri bu durumu ortadan kaldırmak için uğraşsa da ancak sınırlı bir başarı elde edebilmiştir.
Ne yazık ki ABD için gerçekçi siyasi seçenekler 2012 senesinden itibaren gittikçe azalmış, şiddet ikame olmuştur; bölgede yayılan çatışma ortamı, komşu ülkeleri ve Avrupa’yı ciddi şekilde tehdit eder hale gelmiştir. Suriye’deki savaşa doğrudan dâhil olan aktörlerin sayısı da gittikçe artmaktadır.
Tüm bunlar, Suriye’deki iç savaşın devamının sadece bölgesel düzen anlamında değil uluslararası güvenlik anlamında da günümüze yönelik doğrudan ve korkunç yansımalara neden olduğunu göstermektedir. Bu gerçeklik, savaşın her gün üretmekte olduğu büyük insani dramla birleştiğinde, ABD politikası için iki açık zorunluluk ortaya çıkmaktadır: Çatışma ve ıstırabın yayılmasını engellemek için gerçekleşen çabaların yoğunlaştırılması ve mümkün olduğu kadar çabuk şekilde çatışmaların sona erdirilmesi.
Savaşın Sonlandırılması
Atılacak hangi adımların Suriye’deki savaşı bitireceği veya bitirmeyeceği noktasında gerçekçi olmak zorundayız. ABD’nin Suriye’de politik çözüm için Beşar Esad’ın gitmesini bir zorunluluk olarak görmesi, son zamanlarda bazı siyasi uzmanlar tarafından eleştirilerek, savaşın bitmesi için bu görüşten taviz verilmesi gerektiği ifade edilmektedir.
Bu görüş, Rusya’nın Esad’ın kalması ısrarından vazgeçmeyeceği ve Esad’ın kalması üzerine gerçekleşecek bir ABD-Rusya anlaşmasının, sahada onu devirmek için savaşanların tercihlerine baskın geleceği varsayımına dayanmaktadır. Bana göre bu önermelerin her ikisi de doğru değildir.
Dolayısıyla şunu iyice anlamamız gerekiyor ki; büyük güçleri bu çatışmanın içine çeken kendi menfaatleri ve ekonomik zorunluluklardır ve şunu da anlamalıyız ki; gerçekleşecek herhangi bir politik çözümün şartları, savaş sahasındaki dinamiklerden ciddi şekilde etkilenecektir.
1990’larda Bosna’daki kanlı savaş, kendi menfaatlerine yönelik temel noktalar üzerinde anlaşan ABD, Avrupa ve Rusya gibi büyük güçlerin bu şartları taraflara kabul ettirmesiyle sonlanmıştır. Fakat savaşan taraflara yeni şartların empoze edilmesi savaş sahasındaki dengelerin değişimine bağlıydı; bu değişim, Hırvat askeri güçlerinin başarısı ve son aşamada bir NATO bombardımanı ile gerçekleştirildi.
Tarafların birbirinden ayrılması ve anlaşma şartlarının uygulamaya koyulmasını sağlamak için Bosna’da ayrıca büyük ölçekli ve uzun vadeli bir BM varlığı gerekliydi.
Dolayısıyla ben şuna inanıyorum ki; sahada bir değişim gerçekleştirilmeden sadece diplomasi ile Suriye’deki savaşın bitirilmesi mümkün olmayacaktır, ancak ülke genelinde düşmanlıkların bitirilmesi ve politik bir çözüm için ateşkes sağlanmasına yönelik diplomatik çabalara kesinlikle katılıyorum.
Geniş çaplı bir ateşkes, politik pazarlıklar için daha fazla alan sağlayacak ve insani dramları azaltarak, şiddetin daha geniş bir alana dağılmasına sebep olacak etkileri zayıflatabilecektir. Ancak şu anda sürdürülebilir bir ateşkes, Esad hükümeti ve patronları Tahran ve Moskova’nın menfaatine değildir, çünkü savaş sahasındaki dinamikler onların lehine değişmeye devam etmektedir.
Geçtiğimiz haftalarda gerçekleşen kısmi ateşkesler, muhalif güçlerden kazanılan toprakların konsolide edilmesi ve bu güçlerin hava saldırıları ile daha da zayıflatılması için kullanılmıştır.
Masa etrafındaki çeşitli hükümetler arasında, savaşan güçlerden hangilerinin terörist organizasyonları oluşturduğuna dair bir anlaşma sağlanmadan gerçekleşecek bir ateşkes kaçınılmaz olarak, Esad rejimi tarafından terörle mücadele kapsamında hedef alınmakta olan muhalif grupların aleyhine olacaktır.
Ayrıca bu durum; IŞİD, el-Kaide’ye bağlı gruplar, el-Nusra Cephesi gibi muhalifler arasındaki en aşırılıkçı cihatçı grupların işine yarayacaktır; bu grupların tümü, toprak kazanımı ve bu toprakların elde tutulması, politik karşıtlarının ve sivillerin bu topraklardan sürülmesi için elde ettikleri gücü kullanmaya devam edeceklerdir.
Diğer taraftan bazıları, savaşın mezhepsel doğası ve bölgesel güçlerin kendi tuttukları tarafa yapmış oldukları büyük yatırımlar nedeniyle, bu savaşı durdurmanın ve tam anlamıyla bitirmenin mümkün olmadığını ve dolayısıyla ülkenin “kendi kendini tamamen tüketmesine” izin verilmesi gerektiğini savunmaktadır. Ahlaki, siyasi şartlar ve güvenlik şartları açısından bu tür bir politik seçenek ABD için mümkün değildir.
Beş yıldır süren savaş sonucunda ortaya çıkmış olan ölüm ve yıkım, hâlihazırda dünya vicdanının utanmasını gerektirmektedir. Bu sefaletten kaçmak isteyenlere yardım etmemiz ve bu katliamı durdurmak isteyenleri desteklememiz gerekmektedir. Ve şüphesiz bu ölümlerin, yıkımın ve insanların yerlerinden edilmesinin müsebbibi büyük ölçüde Beşar Esad ve onun müttefikleridir.
Savaşın komşu ülkelere ve şimdi de Avrupa’ya doğru yayılması siyasi şartlar ve güvenlik anlamında durumu daha da kötüye götürebilir. Savaşın uzaması halinde Lübnan ve Ürdün gibi önemli konumdaki ülkelerde istikrarsızlaşma ve aşırılıkçı terörizm riski mevcuttur.
Bildiğimiz gibi Türkiye hâlihazırda aşırılıkçı grupların saldırısı altındadır. Süregiden savaş, dünya genelindeki savaşçıları ve sempatizanları etkileyerek yeni aşırılıkçıların savaşa dâhil olmasını sağlamaya devam etmektedir.
IŞİD ve el-Kaide, sivil çatışmaları ve kaosu beslemekte ve böylece kendilerine operasyon sahası sağlamaktadır. ABD bu durumda devrede kalmaya devam etmeli ve angajman şartlarını gerektiği kadar yoğunlaştırarak savaşın mümkün olduğu kadar kısa süre içinde bitmesini sağlamalıdır.
Tamara Cofman Wittes/17 Mayıs 2016
Tamer Güner, 27.05.2016, Sonsuz Ark, Stratejik Araştırma, Çeviri
Takip et: @Trrguni
Metnin Orijinali:
http://www.brookings.edu/research/testimony/2016/05/17-syria-crisis-wittes?