4 Haziran 2016 Cumartesi

SA2994/KY1-CÇ268: Şükür ki Jurgen Habermass Var

"Sözün özü, şükür ki Jurgen Habermass var; olmasaydı ne yapardı amatör ya da profesyonel okuyucu?"


“Türk halkı (milleti miydi hatırlamıyorum) İsmet Özel’i anlayacak seviyede değil, İsmet Özel de halkının (milletinin) kendisini anlayacak bir dili oluşturamamış.” Bu vargı, bu yargı, bu çıkarsama, hemen her “sıradan” olanın anlayacağı sözcüğü kullanırsak, bu hüküm Jurgen Habermass’a aitmiş.

Tanımadığım, bilmediğim bir insanın bu hükmünü öğrendiğimde üzerinde düşünmeye gerek duymamıştım. Ta ki, hükmün muhataplarından biri olan İsmet Özel Bey'in de bu hükmü zımnen –belki alenen- kabul ettiğini öğrenince düşünme gereği duydum. 

Zaman, zaman “Şu şair de pek anlaşılmaz şeyler söylüyor” hükümlerini duyardık. Eskilerden Ahmet Haşim için sık yinelenen bir hükümdü. Ve anlaşılmazlığını mazur gösteren bir gerekçe de vardı o günkü biz liseli çocuklarda; o bir sembolistti. Sonra yenilerden –Ahmet Haşim’e göre- Cahit Zarifoğlu için duyduk. Ve İsmet Özel için. Daha niceleri için, geçip gittikçe yıllar. 

"Şiirden, sözden bir şeyler anlamak nedir?" diye sorardım kendi kendime liseli bir çocukken, gençken. Kırk küsur yılı devirdik hala da sorarım: Düz yazıdan, şiirden bir şeyler anlamak nedir? Ya da anlaşılmazlık nedir? Ki bir de hakem aranır zaman, zaman anlaşılmazlık yargısı için? 

"'Şu anlaşılır bu yüzden, bu anlaşılmaz şu yüzden!' türü hükümlerde bulunulup, iş o hükmü tescil için memurlar aramak, bulmak niye?" derdim kendi kendime. Derim kendi kendime: "Niye tescil memurları bulayım?" 

Memur bulmak! “Memur” sözcüğünün “hafif” kaçtığını görüyor ve düzelterek “tescil mercii” diye yazıyorum.

Tescil mercii, hükümleriyle bir şeyin ne olup-olmadığının tespitini yapar. Ellerinde mihenk taşı vardır. Neyin denilen olduğu ya da olmadığı önemlidir. Ve bunu da tescil mercileri yapar. Öyle ya siz her sarı renkli madeni altın sanırsınız. Bir de pazara çıkarsınız. Kavga gürültü olur. Bozgun olur. Düzen bozulur. Olmaz. Mihenk taşı sahibi bir mercii gerekir. Onun tespiti zorunludur. Onların yaptığı tespitle işler kolaylaşır. Huzur ortamının sürmesi sağlanır. Her şey yerli yerinde durur. Ayağı tökezlemez insanın. Çarpıp düşmesi engellenir. Düşüp bir yerlerini yaralamasına engel olunmalıdır insanın. Her dünyada olduğu gibi edebiyat dünyasında da böylesi tescil mercii olmasa ne olurdu insanlığın hali? 

Gerçi bazen tescil mercileri “kliksel” tavırlar sergileyip pespaye “şey”lerin bu dünyada arz-ı endam etmesine sebep olmuyor değiller. Ve seviyenin canını bir hayli sıkıyorlar. Sonra da düzeltme ameliyelerine başvurmak zorunda kalınıyor. Yine de bunlar pek bir azınlıkta..görmezden gelinebilir bir boyutta olduğu için gözlerimizi kapayabiliriz. Kapanılıyor da. 

Güzellemelerin methiyelerin bini bir para olduktan sonra unutulmaya mahkûm edilerek ateş düşürülüyor. İş tatlıya bağlanıyor. Buradan şunu anlıyoruz ki tescil mercileri de bazen hissi davranıyorlar. Elinizdeki sarı renkli “şeyi” önce “altın” diye değerlendirip sonrada kimsenin farkında olmadığı bir anda kaldırıp gerçek yerine atabiliyorlar, ya da bir başkası atabiliyor. Birazcık danışıklı dövüşler, birazcık piyasa kuralları dikkate alınarak varılan hükümler olduğu söylenerek yapılıyor bütün bunlar. Hoş görü dilenciliğine çıkılıp öyle itiraf ediliyor “kliksel” tabanlı hükümler olduğu. 

Eskiden –edebiyat dünyası için- tescil mercii sanki “doğu”ydu. Bu hüküm nereden denirse, bu gün dahi ülkemizde niceleri tarafından yere-göğe konmayan nice “batı”lı şair “Divan” yazma gereği duymuşlardır. Bunların en meşhurlarından biri Goethe’dir. 

Bugünse tescil mercii batı olmuştur. Ve işte batılı tescil merci’lerinden biri yıllardır şiirlerini okuduğumuz ve anlaşılmaz bulmakla birlikte şiirlerinden zevk aldığımız bir şairimizin hem şairliğini hem de şiirlerini tescil etmiştir: 

“İsmet Özel şairdir. Halkı onu anlayacak seviyede değildir. O da halkının anlayacağı bir dili oluşturamamıştır” Bu, şairimizin hanesine artı olarak mı kayıt düşürülmeli, bilemiyorum.

“Anlaşılmaz” olmak nasıl bir duygudur? “Ben ne de yüce zirvelerde seyr-ü sefer etmekteyim!” mi denir? Ya da soruyu değiştirip şöyle sorayım; insan niçin yazar? Nedir şiir, öykü, roman vb. şeyleri yazmaya iten? 

Kuşkusuz bunun cevabını yazanlar verecektir. Vermiştir. Yazan kendi cevabını verecektir. Temelde yazıdan umulan bir şey vardır. Yazarının umduğu bir şey. Söze sarılanların umduğu bir şey olmalı ki, insanlık bu eylemiyle övüne bilmekte. Övünç duymaktadır. Örneğin dinler de söze sarılır. Ve dinlerin umduğu “sıradan insanları, yığınları, toplumları” değiştirmek, dönüştürmek değil midir? 

Görmediklerini gösterip farkında olmadıklarının farkına vardırmak değil midir? En azından ben böyle anlıyorum. Sıradan biri olarak. Ben sıradan biriyim. Yalın ayaklılardan biri. Ne amatör bir okuyucuyum, ne profesyonel okuyucu. Farkında olmadığım binlerce şeyden, milyonlarca şeyden bir kaçını görebilme umuduyla elime alıyorum söze ait ne varsa ele alınacak. Hiçbir eser sahibi “şunu nasıl diyeyim ki, anlaşılmaz olsun” diyerek bir şey dememiştir, diye düşünürüm ve derim kendi kendime: "Her kap kendince su almaz mı?"

Nedir Ebuzer Giffari’nin anladığı? Bilal ne anlamıştır ki, kızgın çölde sırtı üstü, göğsünde ağır yük, kamçılanırken “Lailahe illallah!” demekten vazgeçmemiştir. Bilal hangi medrese mezunuydu ki? Kaç cilt tefsir okumuştu Bilal acaba? Kaç kitap devirmişti? 

Ebu Süfyan okur yazardı ve şairlere keselerle altın dağıttığı söylenir.. şiirin ve şairin hasından anlayandı Ebu Süfyan. Bilal’in anladığını anlamazlıkta direnen Ebu Süfyan şiirin ve şairin hasını tanıyan değil miydi? 

Hiçbir söz sahibi “anlaşılmaz”lığın yolunu aramış değildir sanırım. Aramıştır, arıyorlar ve yapıyorlar denirse sanatçıya haksızlık olur. Sanatkâra haksızlık olur. Evet diyorum ki bütün kabahat sözün muhatabındadır. “anlaşılmaz” buluyorsa okuyucu kabahati kendinde aramalı. 

Sanatkârın ne demek istediği bire bir nasıl anlaşılabilir ki? Sen sendeki yansımasını bulmalısın, derim kendime. Öyle yaparım. Bulmaca çözme merakım olmadı benim.. duymadım öyle bir merak. Bulmaca çözecek vakit de bulamadım. 

Kendi adıma, hiçbir düz yazıyı, hiçbir şiiri, romanı, öyküyü, denemeyi; okurken, “Acaba yazar burada ne demek istemiş” diye bir soru sormadım. Bana gösterilenlerin kendimdeki yansımalarını yakalamaya çalıştım. Belki eserin sahibi onları murat etmemiştir. Ama değil mi ki bende yansıyan odur, öyleyse odur, dedim. Elimdeki tas bu kadar. Bardağım, testim bu.. o kadar alabiliyor. 

Örneğin Fuzulî’nin, “Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı” mısraını alalım.. en sevdiğim mısralarından biri olduğu için. Şairin burada anlatmak istediği nedir? Ki kendi kapısını rüzgârlardan başkası çalmayan yalnız bir adamdır. Böyle anlatmıştır yalnızlığını. 

Fiziksel bir yalnızlık mıdır anlattığı, ruhsal bir yalnızlık mı bilmem. Bu mısradan kendi kendisinin aşığı olan birini mi anlayacağız? Böyle anlayan çıkar mı? Çıkar. Belki çıkmıştır, duymamışımdır. Bense, kulakları tetikte birinin halet-i ruhiyesini anlıyorum. Ve şairin böyle bir şeyi murat etmediği de gün gibi açıktır, diyecekler çıkacaktır sanıyorum. Ama bendeki yansıması budur. 

Anlaşılmaz bulunan İsmet Özel’in, şiirlerinden dilime pelesenk olmuş “Jazz” şiiri bana hep insanın “kader” karşısındaki şaşkınlığını yansıtır. Varsın şairi “o öyle değil!” desin. Evet ben sıradan, yalınayaklardan biriyim. Ve o şiir bana “rüyasında kendisine secde edilen çocuğun ve secde edecekleri bildirilenlerin” bu olgu karşısındaki tavırlarının dile getirilmesi olarak yansıyor. Böyle olmadığını şairinin bile söyleme hakkı yoktur. 

Özel birileri için yazılmamışsa. Hani ilaçların üzerine yazar “Çocuklardan uzak tutun..çocukların erişemeyeceği yerde koruyun.” İşte eğer özel birileri için yazılmamışsa demem bu yüzden. İsmet Özel’in hiçbir kitabında “Sıradan ve yalınayaklardan uzak tutun!” ibaresini görmedim. “Bu seçkinler içindir.” Türü bir ibarede yok hiç bir kitabının kupüründe.

“Jazz” şiiri hakkındaki “Kuyuya düşen çocuk niçin ölmesin” mısraından yola çıkılarak varılmış değildir “İnsanın kader karşısındaki” şaşkınlığı hükmüne.. daha şiirin başında, “Bu vapuru kaçırırsam beni belkide cinnet basar/ Belki kanser olurum bu yıl sınıfta kalırsam” dizelerini okur okumaz bana yansıttığıdır. 

“Jazz” şiirinin bendeki aksülameli bu. İçimdeki yankısı. Varsın başkalarınca benim anladığımın yanlışlığı bizzat şairine başvurularak tescil edilsin. Bu beni bağlamaz. Çünkü bende yansıyan da başkalarını bağlamaz. Söz biraz da bu değil midir? Sözden her kes kendi nasibince almayacak mıdır?

Bir tek şiirinden hareketle İsmet Özel’in anlaşılır olduğunu göstermeye çalışmadığım anlaşılırdır sanırım. Her bir şiirinden ne anladığıma dair bir çalışma olsaydı örnekleri çoğaltırdık. Bu da bana ters gelen bir şey. İşin tecimsel bir boyutu olduğunu bir kenara koyarak diyelim ki, belki lise öğreniminde –o da ip ucu olma bağlamında olması koşuluyla- hoş görülebilir şiir tahlilleri, şiir açıklamaları. 

Ben İsmet Özel’in anlaşılır olduğunu da anlatmaya çalışmadım. Kimin haddine bir batılı tescil mercii olan Jurgen Habermass’ın hükmü hilafında bulunmak. Ben “anlaşılmaz”lığı anlayamadığımı anlatmaya çalıştım. Sıradan bir insan meramını nasıl anlatırsa işte öyle. 

Sözün özü, şükür ki Jurgen Habermass var; olmasaydı ne yapardı amatör ya da profesyonel okuyucu?

Ben “anlaşılmazlığı” anlamayıp anladığını sanan sıradan biri olarak, “İnsandan insana şükür ki fark var” diyorum. En azından ben böyle diyorum. 

Evet ben ne profesyonel ne de amatör okuyucuyum. Sıradan ve yalınayak. 

Ve sözün en güzeline uymaya gayret edinen.


Cemal Çalık, 04.06.2016,  Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Deneme





Not: Bu deneme 2008 yılında yazılmıştır

Seçkin Deniz Twitter Akışı