"Bu külliyenin, Amerika’nın çok kültürlülüğü içerisinde, medeniyetimizin temsili açısından çok önemli olduğunu düşünüyorum."
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın katılımıyla açılışı yapılan ABD’deki Maryland Külliyesi’nin mimarı Hilmi Şenalp’le Külliyeyi ve İslam mimarisini konuştuk. Amerikalıların hayret ve takdirleriyle karşılaştıklarını söyleyen Şenalp ayrıca Ataşehir’deki Mimar Sinan Camii ve Altunizade’deki İlahiyat Camii'nin de mimarı.
Geleneğin yeniden üretilmesinin taklit etmekle arasındaki farka dikkat çeken Şenalp, “Bizim yaptığımız, kaybolmaya yüz tutmuş, tarzı ve üretim şekli unutulmuş mimari mirasın yeniden yorumlanmasıdır” diyor. Mimar Sinan’ı anlamamızın yolunun, aynı dönemde yaşayan zirve şahsiyetleri tanımaktan geçtiğini vurgulayan Şenalp, tarihimizi bile doğru düzgün bilemezken Koca Sinan’ı anlayamayacağımızı ifade ediyor.
Mimar Hilmi Şenalp
Hilmi Şenalp: Washington büyükelçiliği, Din ve Sosyal Hizmetler Müşaviri müteveffa Dr. Abdülbâki Keskin’in girişimiyle Washington D.C.’ye 25 dk. mesafedeki 60 dönümlük bu arazi 1993 yılında satın alındı. 2008 yılında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın iş’ar ve işaretleriyle; kültür-sanat ve dini organizasyonların tertiplenebileceği, Türk toplumunu ve kadim hikmet geleneğini ABD’de daha iyi şekilde yansıtacak, gönülleri mamur edecek bir kültür ve medeniyet merkezi projesinin hayata geçirilmesine karar verildi. Merkezin temeli Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın iştirakiyle 2013 Mayıs ayında atıldı. Açılışı yine Cumhurbaşkanımızın katılımıyla 2016 Nisan ayında yapıldı. Bu külliyenin, Amerika’nın çok kültürlülüğü içerisinde, medeniyetimizin temsili açısından çok önemli olduğunu düşünüyorum.
Sevda Dursun: Bu projeyi yaparken karşılaştığınız en büyük zorluklar nelerdi?
Hilmi Şenalp: En büyük zorluk, bizzat çizip tasarladığımız uygulama detaylarının Amerikan kod sistemine adaptasyonunda karşılaşılan problemlerdi. Kadim mimari anlayışı aksettirmeye çalıştığımız detaylarımız, Amerikan kod sistemine uyarlanmak bir tarafa, oradaki Amerikan mimar ve mühendisler tarafından algılanamayarak her seferinde bozuldu ve detayları korumak babında oldukça yorucu bir mesai sarf etmemize sebep oldu. Külliyenin geniş kapsamlı olmasından mütevellid çok sayıda binanın ve bu binaların yüzlerce detayının oluşu ve her detayın bir problem haline gelmesi projede karşılaştığımız en büyük zorluktu. Bu vesile ile Amerikan mimari ve inşâi pratiğinin oldukça kısır ve tekdüze oluşunu tecrübe etmiş olduk. Bunların yanında sistemden kaynaklanan, bizce gerekli olmayan birçok makine ve elektrik tesisatı mimari içinde tolere edilmek zorunda kalındı.
Sevda Dursun: Amerika’daki mimarlardan projeyi gelip inceleyen, faydalanmak isteyenler çıkıyor mu? Bu anlamda takdir gördü mü?
Hilmi Şenalp: Öncelikle ilk büyük takdir projenin kaba inşaatını gerçekleştiren firmalardan geldi. Çünkü proje tamamlanana dek eminiz ki kendileri de bu etki ve güzellikte bir mimari ortaya çıkacağını hiç düşünmüyorlardı. Hayretlerini ve takdirlerini sitayişle belirttiler. Kaba inşaatta emeği geçen her firma ve taşeron şu anda bu projeyi kendi tanıtımlarında ilk başlarda zikrediyorlar. Proje daha tamamlanmadan önce de ABD ve hatta Kanada’nın değişik yerlerinden gelen birçok ziyaretçi böyle bir merkezin kendi kaldıkları yerlerde de olmasını arzuluyordu ve hala bu arzularını koruyorlar.
Sevda Dursun: Sizce külliye Amerika’da bir ihtiyaç mıydı, yoksa gövde gösterisi mi?
Hilmi Şenalp: Bunun nasıl bir ihtiyaç olduğu oraya gidildiğinde çok net görülüyor. Merkez aslında bir senedir faaliyette. Burası adeta Birleşmiş Milletler gibi, her renkten, dinden ve dilden kişi buraya akıyor. Oradaki Müslümanlar açısından baktığınızda kimlik ve aidiyetleri noktasında kendilerinden çok şeyi bulabildikleri bir mekan burası. Çünkü sadece namaz kılıp ayrılabileceğiniz bir yer değil. Zaten bu külliyenin en temel varoluş sebeplerinden biri, civar üniversitelerde okuyacak ve Türkiye’den gelecek yüksek lisans ve doktora öğrencilerini ağırlamak ve akademik bir ortam oluşturmaktı. Arazi Maryland Üniversitesi’ne çok yakın ve NASA’ya yürüyüş mesafesinde, buralarda okuyan ve çalışan Müslümanlara da hitap ediyor. Altmış dönüm arazi içerisinde cami kadar önemli olan kültür merkezi binası var. Bu binanın alt katı muhtelif faaliyetlerin gerçekleştirilebileceği sergi salonu ve fuayesi ile 280 kişilik konferans salonunu ihtiva ediyor. Üst katta ise araştırma merkezi ve kütüphane yer alıyor.
Sevda Dursun: Maryland Külliyesi’ndeki cami Mimar Sinan ve Osmanlı tarzını yansıtıyor. Kültür merkezi ise Selçuklu çizgileri taşıyor. Hem Osmanlının hem de Selçuklunun harmanlanmasının özel bir sebebi var mı?
Hilmi Şenalp: Selçuklu mimarisi İslam mimarisinin diğer üslupları ile irtibatlı olarak Orta Asya ve Anadolu Coğrafyası içinde gelişmiş bir şubesidir. Osmanlı Mimarisi ise bu üslubun yeniden yorumlanarak Batı Anadolu’da ortaya çıkmış bir devamı niteliğindedir. Kültür merkezinin Selçuklu mimarisinden taşıdığı izler, mekanların merkezi bir iç avlu etrafında tasarlanması ve merkezi mekanın geometrik mahrutî cam örtü ile örtülü olmasıdır. İslam mimarisinde mekan kurgusu, geometri, bunlar önemli mefhumlar. Fakat İslam mimarisi, her milletten insana hitap edebiliyor oluşunu sağlayan diyalektikleri kendi içinde ihtiva eder. Bunlar, insan-mekan-alem diyalektiği ve insanla Allah (c.c.) arasında oluşan münasebettir.
Sevda Dursun: Bu anlamda Mimar Sinan’dan biraz söz edecek olursak, biz ve hatta dünya Sinan’ı yeterince tanıdı mı? Neden tanımak için çaba sarf edilmiyor?
Hilmi Şenalp: Sinan’ı doğru bir şekilde anlasaydık, doğru bir şekilde aktarabilirdik, fakat şu anki algı seviyemizle bu mümkün görünmüyor. Kendi tarihimizi bile daha doğru dürüst bilmediğimiz için, Koca Sinan gibi büyük bir insanı kendisiyle başlayıp görmek gibi bir hata içerisindeyiz. Mesela, onunla aynı devirde yaşayan zirve şahsiyetleri ne kadar tanıyoruz? Mimar Sinan’ın arkadaşı olan Kara Memi, tezyinatı öyle bir noktaya getiriyor ki, yaptığı her tezhip bir Süleymaniye kadar mühim. Kanuni, Muhibbi mahlasıyla şiir yazan, padişahlığının yanında fevkalade güçlü bir şair. Ahmed Karahisârî, hat sanatını zirveye çıkarıp müstakil sanat halini güçlendiren bir hattat. Büyük şair Fuzûli bu devirde; Şair Bâki, hem kazasker hem sözün sultanı… Sokullu Mehmed Paşa ve Lâla Mustafa Paşa’nın tarihteki devlet adamlığı herkesin malumu. Bütün bu şahsiyetleri bir sonraki nesillere taşıyan gelenek zinciridir. Bu gelenek zinciri içerisinde nesilden nesle tevarüs eden bir yapı var. Bütün bir İslami geleneğin mimarları olmasaydı, Sinan da olmazdı. Ne zaman Avrupa merkezli olarak dünyaya bakmayı bırakırsak, o zaman tanımaya başlayabiliriz. Çünkü bu bir kimlik ve kültür meselesidir.
Sevda Dursun: Mimar Sinan bir Osmanlı mimarı değil de, Avrupa’da bir mimar olsaydı, mimari ve mühendislik dehasının etkileri tüm dünyada görülür müydü?
Hilmi Şenalp: Elbette görülürdü, çünkü euro-centric bakış bunu gerektirir. Fakat o zaman Sinan’ın Osmanlılığı kalmazdı. Şu anda Sinan çeşitli yaklaşımlarla akademik düzeyde irdelenmeye başlandı. Fakat bu yaklaşımlara baktığımızda -ki kendileri de bunu itiraf ediyor- dini tamamen mimariden koparıp her mimariyi ve o dönemin dini anlayışını kendi döneminin bağlamı içerisinde değerlendirmek gibi bir yaklaşımları var. İslam’ın ortaya koyduğu mimari mirasın tek bir yorumla yorumlanamayacağını iddia ediyorlar. İslam mimarisi elbette durağan bir yapı değil, çağlara ve coğrafyalara göre değişebilir. Fakat medeniyet noktasında, insan-mekan-alem diyalektiği ve buna bağlı olan insan ile Allah arasındaki ilişkiyi İspanya’dan Hindistan’a kadar yayılan sanat ve mimari içinde görebiliyoruz. Bu diyalektiğin malzemeyi dönüştürme üslubuna, üsluplaştırma veya stilizasyon diyoruz. Bu bahsettiğim diyalektik bir Avrupalı mimarda da olamayacağına göre ve Avrupa’da mimarlık bu derinliğini kaybettiği için zaten böyle bir şeyin olması mümkün değil.
Sevda Dursun: Sinan sadece mimar mıydı, yoksa mühendisliği de mimarlığı kadar konuşulmalı mı Konuşulmuyorsa neden konuşulmuyor?
Hilmi Şenalp: Sinan, hem mühendis hem mimardı. Daha doğru söylemek gerekirse sanayi devriminden önce mimar-mühendis ayrımı yoktu. Yalnızca mimar denirdi, mühendislik mimariden ayrılmış bir branştır. Mühendisliği konuşulmuyor, çünkü günümüz mühendisliğinin idrak ve anlayışı o günkü mühendislik pratiğinin çok uzağında. O günkü mühendislik bir yapıyı bütün elemanları ile ele alırdı, örneğin camileri kabuk olarak telakki ederdi. Taşla tuğlayla yapılmış bu binaların 500-550 yıl içerisinde bunca depreme rağmen halen ayakta durmasını nasıl açıklayabiliriz? Kanaatimce bu devrin minareleri tabanda işgal ettikleri alana nispetle yükseklikleri göz önüne alındığı takdirde mühendislik ve statik harikası, teknik manada dünyanın ilk gökdelenleridir. Acaba şu anda bilgisayar ve modern hesap yöntemlerini kullanmadan bu binaları yapabilecek mühendislerimiz var mı?
Sinan’a gelmeden evvela bu soruları cevaplamamız lazım. Sinan’ı halen teknik düzeyde anlayabildiğimizi sanmıyorum. Çünkü Üniversitelerde Osmanlı mimarisi bir organizasyon değil, sanat tarihi konusu olarak işleniyor. Halbuki şu çağda, Selimiye’nin yapıldığı gibi 3 sene içinde öyle bir yapıyı bitirme imkanımız var mı? Binlerce kişiyi, tonlarca malzemeyi imparatorluğun her tarafından mobilize edip getireceksiniz, ustaları cep telefonundan arayıp çağıramıyorsunuz, malzeme temin eden ve uygulama yapan lojistik firmaları da yoktu üstelik.
Sevda Dursun, 15.06.2016, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Röportaj, Eleştiri
Sevda Dursun Yazıları
Takip et: @sevdadur
Sonsuz Ark'ın Notu: Sevda Dursun Hanımefendi'den çalışmalarının yayınlanması için onayı alınmıştır. Seçkin Deniz, 12.09.2015
İlk yayınlandığı yer: Gerçek Hayat:
http://www.gercekhayat.com.tr/gundem/amerikalilar-islam-mimarisine-hayran-kaldi/
İlk yayınlandığı yer: Gerçek Hayat:
http://www.gercekhayat.com.tr/gundem/amerikalilar-islam-mimarisine-hayran-kaldi/