"İktidarda olmakla muhalefette olmak arasındaki farkın en belirgin imtihanı da bu alanda yaşanıyor. Ve kuşkusuz bütün dünya Müslümanlarını ilgilendiren bir dert bu: Faizsiz bir ekonomiyi kendi aramızda bile özel bir muameleye dönüştüremedik."
Son zamanlarda üst üste iflas haberleri duyuyorum. Kadim bir komşumuzun iflas sebebi ölçüsüz kredi kullanımı. Bu noktaya nasıl geldiğini kimsenin fark edememiş olması tuhaf mıydı? Kredi kullanımı konusunda kılı kırk yaran biri olduğunu sanıyorduk, ne zaman değişmiş?
Anlattıkça efendi kişiliğinin bir parçası gibi gelen sessizliğinin ardında gizlediği dertleri açığa çıkıyor. Aslında anlatmaya mecbur kaldı, daha fazla saklayamayacağı kadar borç batağı içinde. “Büyüme fırsatını kaçırıyorsun” şeklinde bir uyarıya her zamanki mantığıyla yaklaşmaktan nasıl vazgeçti?
Başarı hikayelerinin ayrıntılarıyla değil de şipşak başarı resimleriyle kuşatılmış durumda ufkumuz. Bal tutup parmağını yalayanlara özgü rivayetler dilden dile dolaşıyor. Sistemin engel olduğu yerde ilkelerin unutulması tabii sayılıyor. "Tanıdıkların var, davaya bunca zaman hizmet verdin, çoluk çocuğuna karşı sorumlusun, niye büyümeyesin?", şeklinde verilen öğütlere bir yere kadar direnebilmiş komşumuz da.
Aklıma faiz konusunda yaptığımız tartışmalar geliyor. Niye karşı çıkardık faize? Ve gerçekten de faize dayalı bir ekonomik sistemde bu haramla ilgili gerçekçi mesafeler koyma şansımız bir hayalden mi ibaret?…
En büyük gücü kendini sınırlamak olan insanları en fazla zayıf düşüren sebep dostlarının yaşadığı çözülme olsa gerek. Geçmişte kalan helal-haram bağlamında incelikli arayışlarımız, somut kazanç fırsatları karşısında romantik hatıralara indirgendi.
İktidarda olmakla muhalefette olmak arasındaki farkın en belirgin imtihanı da bu alanda yaşanıyor. Ve kuşkusuz bütün dünya Müslümanlarını ilgilendiren bir dert bu: Faizsiz bir ekonomiyi kendi aramızda bile özel bir muameleye dönüştüremedik.
İslami değerleri canlı kılmak için fiilen “faiz haram” da demek gerek; bunu yapabilenler marjinal sayılıyor. Karatani’nin Transkritik’te ele aldığı mübadele usulü şeklindeki uygulamalar uçuk fanteziler olarak konuşuluyor. Bir zamanlar insanlar banka işlemlerini sineye çekseler de faiz miktarını çekmez, olduğu gibi bırakırlardı.
Tamam, orada da bir gariplik yaşanıyor, yine de bu duyarlığın nasıl heba edildiği ne edebiyatta konu edildi layıkıyla ne sinemada. Dolayısıyla üzerine yeniden düşünme fırsatı bulamadığımız tecrübeleri atlayarak sağlam adımlar attığımız söylenemez. Bu duyarlığa karşı öne çıkarılan kurumlarla kendimizi kandırmamızın bir sonucu, faiz konusunda işleri oluruna bırakmak. Kredi kartı toplumu olup çıktık sonunda.
Bunun sebepleri ne kadar maddi güçsüzlük, emin olamıyorum. Kazandığımızdan daha fazlasını harcamaya teşvik eden, yeteneğimizden daha büyüğünü isteyebileceğimizi telkin eden bir ekonomik dalganın reklamlarına kapılmayabilseydik keşke.
Hikaye yeni başlıyor değil. Zaten darbelerle serseme çevrilen toplumsal bilinçlerimiz renkli vaatlere çok kolay kapılıyor. 1980’lerde insanlar sadece herkesten erken davranmak suretiyle köşeyi dönebileceklerine inanmaya başlamışlardı. 1990’larda yalancı bir eşya bolluğu yaşandı; sapasağlam mobilyalar ve beyaz eşyalar daha yeniler için kapı önlerine yığılıyordu. İnsanların birbirini faili meçhuller üzerine düşünmeye değil, sahip olmaya teşvik ettiği yıllardı.
Akla Muhteşem Gatsby’nin hüzünlü hikayesi geliyor: Herkesi her şeye rağmen kazanmaya sevk eden sebepler bulunur. Usulsüz yollarla para kazanırken bir bakıma kendini inkar ettiğini fark ediyor olmalıydı Gatbsy.
Orada işte bir sınır var, geçtiğiniz noktada savrulmaya açık oluyorsunuz. Kuşkusuz olağan sayamayız bu duruş kaybını: Faiz sorgulaması günümüzde hiç değilse kredi alımı konusunda mesafeli bir tutumda kendini göstermeli.
Ama ne oluyor? Alnı secde gören insanlar birbirini teşvik ediyor. Niçin işte filan arkadaşı gibi mevcut şartları değerlendirmiyor? Neden daha büyük oynamıyor? Sıra bize geldiyse niye fırsatları değerlendirmesin? Kim onun kadar hak ediyor daha gelişmiş bir şirket sahibi olmayı…
“Borç yiğidin kamçısıdır” demiş ya atalar… Tamam, evet, hak ediyor büyümeyi, kimler büyümedi ki? Ancak bakalım sere serpe büyümeye öyle kolay geçit veriyor mu piyasa… Peki, faiz konusunda onca yıldan beri sürdürülen eleştiri ve gösterilen temkin nereye konulacak…
Birkaç yıl önce tanığı olduğum başka bir iflas gibi bu örnekte de süreci hızlandıran “erkeklik gururu”nun sessizliği… Her şeye rağmen kazanması bekleniyor ondan, gerçi oldum olası başarılı bulunurdu.
Derken ekonomik krizler dönemi geldi, 21 Şubat 2001’de Anaysa kitapçığı havalarda uçuştuktan sonra bir Kara Çarşamba felaketi yaşandı mesela. Kriz söylentileri, vakit varken kazanma hırsını güçlendiriyor; o da sınırları zorlamaya mecbur hissetti kendini. Tırmanmaya devam ettiğini sanıyordu, birden yokuş aşağı kaymaya başladı. Kimse ona iflası yakıştıramazdı. Her zaman kazanan ve yardım istenen kişisiydi ailenin, eşin dostun, hemşehriler topluluğunun. Etrafı onca kalabalıkken tek bir kişiye olsun bildirmedi çöküşünü, oysa hızla borçlanmayı sürdürüyordu.
İnsanlar yüzündeki solgunluğu aşırı yorgunluğa veriyor ve tatile çıkmasını tavsiye ediyorlardı. Kimseyle yüzleşmesi gerekmedi. Kimseye söz etmedi iflasından, en yakınları, karısı bile bilmedi. İş işten geçtiğinde öğrendi herkes. Ardında büyük bir borç yükü bıraktı, el bebek gül bebek yaşayan karısı ve çocuklarına.
Sonsuz bir borç sarmalının tuzağına düşen insanlar nerede yanıldı önce acaba? Kuşkusuz örneklerin istisna teşkil etmemesi daha genel bir değerlendirmeyi zaruri hale getiriyor: Hem eğitim hem de ekonomi alanında çok hızlı kararlara mecbur eden ihtiyaçların tahakkümü altındayız.
Brezilya, Çin ve İran da bizden farklı değil. Söz gelimi Çin kendini toparlamak için Mançurya’da insansız şehirler inşa edilmesine göz yumuyor. Uzak Doğu ülkeleri köle işçi cenneti küresel markalar için. Hızlı gelişme hayalleri ve bu yönde atılan radikal adımlar yüklü meselelerle yüzleşme anlamına geliyor; dolayısıyla ne tutarlı olabiliyoruz ne de dengeli. Bizi ayakta tutacak en büyük dayanak takva olurdu; Muhammed Esed’in ifadesiyle “Allah’a karşı sorumluluk bilinci.”
“Borçlandırılmış insan” imal edilen bir figürdür Maurizio Lazzarato’ya göre. (Borçlandırılmış İnsanın İmali, Açılım Kitap, 2014) Bütün toplumu kat eden bu figür, yeni dayanışmalar ve işbirlikleri gerektirir. Bunun nasıl olacağına dair bir yığın konuşma yapabiliriz. Elimizdeki ihtiyaçlar listesi üzerine yeniden düşünmek bir başlangıç olabilir.
Kalkınma ve teknoloji konusundaki aşırı söylemler ilkeleri ve başka temkin sebeplerini unutmaya sevk eden bir yabancılaşmaya yol açıyor.
Madem Ramazan ayındayız, daha ayrıntılı düşünelim bu açmazı. Bizi borçlandırarak köleleştiren bir sistemde yanıldığımızı ortaya koyan acı örnekleri görmezden gelerek nereye kadar kendimizi kandırabiliriz?
Cihan Aktaş, 18.06.2016, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Perspektif Yazıları,
Sonsuz Ark'ın Notu: Cihan Aktaş Hanımefendi'den yazıları için yayın onayı alınmıştır. Seçkin Deniz, 09.05.2015
Yazının ilk yayınlandığı yer: Dünya Bülteni: