20 Haziran 2016 Pazartesi

SA3064/KY31-FG3: Sıddık’ın Hayatının İzinde: BAE-Islah İlişkilerine Genel Bir Bakış

"BAE içeride Islah, dışarıda İhvan’a karşı tutumunda herhangi bir yumuşamaya gitmeyecek, ‘İslamcı’ gruplar ile girişilen kültürel ve siyasi savaş önümüzdeki dönemde de devam edecek."


Esma, Dua ve Ömer. Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) geçtiğimiz haftalarda vatandaşlıktan çıkardığı 20’li yaşlarındaki üç kardeş. En büyük suçları, 2013 yılında ‘hükümeti devirmeye teşebbüs’ suçundan tutuklanarak hapse atılan İhvan üyesi Muhammed Albulrezzak el Sıddık’ın çocukları olmaları... 

Sıddık’ın öyküsünü ilginç hale getiren, bugün rejim için tehdit kabul edilen ve 10 yıl hapse mahkum edilen bir adamın, çok değil yaklaşık 20 yıl kadar önce BAE’de önemli pozisyonlar işgal etmiş, ülkenin ilk modernleşme sürecinde ciddi katkılar sunmuş bir isim olması. Bu anlamda Sıddık’ın hayatı, BAE ve İhvan arasındaki ilişkilerin değişimine ve dönüşümüne dair önemli ipuçları taşıyor.

Muhammed Abdulrezzak el Sıddık, BAE’nin Ras el Hayme ile birlikte Vahhabiliğe en yakın Emirliği olarak bilinen Şarja’da dünyaya geldi. İslam hukuku alanındaki eğitimini 1986 yılında, o dönem ülkedeki tek üniversite olan BAE üniversitesinde tamamladı. 

İslami İşler ve Evkaf Bakanlığı’nda bir dönem vaiz olarak çalıştıktan sonra önce Suudi Arabistan’ın İmam Muhammed bin Suud üniversitesi, ardından da Mısır el Ezher’de fıkıh öğrenimine devam etti. Doktora tezini İslami yatırım fonları üzerine yazdı. Ülkesine döndükten sonra aldığı eğitim ile paralel olarak, Şarja üniversitesinde Şer’i ve İslami bilimler fakültesinde fıkıh dersleri vermeye başladı. Bunun yanı sıra BAE, Kuveyt ve Bahreyn’de çeşitli İslami finans kurumlarının yönetim kurullarında görev aldı.

Peki, anayasasında İslam’ı devletin resmi dini, yasamanın ana kaynağını ise İslam hukuku olarak deklare eden bir ülkede, Muhammed Abdulrezzak el Sıddık gibi kendini dine adamış bir adam için yanlış giden ne olabilirdi? Sıddık’ın kaderi, İhvan’ın BAE kolu olarak bilinen el Islah’ın, ülke yönetimi ile zaman içinde değişen ve dönüşen ilişkileri ile doğrudan ilintiliydi.

BAE’de 1970 yılının ortalarında kurulan el Islah, kurulduğu ilk yıllarda toplumda ciddi bir açığı kapatma işlevi gördü: İyi eğitimli grup üyeleri, okuma yazma oranının büyük ölçüde düşük olduğu bir toplumda önemli pozisyonlar işgal etti. Öyle ki iki Islah üyesi, kendilerine kabinede yer bularak eğitim ve adalet gibi toplumsal açıdan kritik iki bakanlığı elde etti. Söz konusu iki bakan Şeyh Yusuf el Karadavi’nin de talebeleriydi.

Islah’ın altın çağı

Islah üyeleri yeni yeni gelişmekte olan modern bir devletin en çok ihtiyaç duyduğu, eğitimden adalete pek çok alanda tabiri caizse hızır gibi yetişti. Emiratiler’in “Islah’ın altın çağı” olarak nitelendirdiği yıllarda kurulan BAE üniversitenin ilk yıllarında, özellikle 1979 ile 1983 arasında, aynı zamanda eğitim bakanı olan Islah üyesi üniversitenin rektörlüğünü yaptı. Muhammed el Sıddık’ın öğrenci olarak üniversiteye girişi de bu yıllara rastladı.

Ancak Muhammed el Sıddık ve arkadaşları için bu ‘altın çağ’ uzun sürmeyecekti. 1983’te BAE yönetimi kapsamlı bir kabine değişikliğine giderek Islah üyesi iki bakanı görevden aldı. BAE üniversitesi de Islah üyelerinin idaresinden alınarak Abu Dabi yönetici ailesinden bir şeyhin kontrolüne verildi.

Söz konusu değişiklikler BAE’de gelecek yılların neler getireceğine dair ilk sinyalleri veriyordu. BAE’yi, günden güne artan petrol gelirlerinin yardımıyla, modern, global, göz alıcı bir dünya ülkesine dönüştürmeye kararlı liderler, başta eğitim olmak üzere birçok alanda reformlar yapmaya başladı. Bu dönemde BAE üniversitesinin zorunlu İngilizce programını koyması söz konusu reformlar arasındaydı.

BAE’nin artan petrol gelirlerinin de yardımı ile hızla uygulamaya koyduğu yeni vizyon, İhvan için Arap ve İslam kültüründen git gide uzaklaşma anlamına geliyordu. Islah üyeleri, gidişatın kendileri için çok olumlu sonuçlar doğurmayacağını anlamış olacak, 1980 ortalarında başlayan bu dönüşüm rüzgarına karşı hoşnutsuzluklarını her fırsatta dile getirmeye başladı. Dergi ve cami vaazları yoluyla açıktan dile getirilen ve halkı isyana teşvik edeceği endişesine yol açan eleştiriler, 1988 yılında söz konusu dergiyi yasaklatacak kadar rejimi rahatsız edecek seviyeye ulaştı.

Islah’ın aleyhine dönen rüzgar, sonraki yıllara da miras olarak kalacaktı. Şeyh Zayid bin Halife el Nahyan’ın vefatının ardından yönetime gelen yeni idareciler, böyle bir arka planın da yardımıyla İslamcılığı ülke için ciddi tehdit olarak algılayacaktı. Aslında BAE yöneticilerinin İhvan’ı nasıl gördüğüne dair en çarpıcı örneği wikileaks belgeleri açığa çıkarmıştı. 

Dönemin ABD büyükelçisi Michele Sison, 2004 yılında yolladığı bir raporda, Abu Dabi veliaht prensi Şeyh Muhammed bin Zayid’in kendisine aynen şunu dediğini aktarıyordu: “Müslüman Kardeşler (İhvan) ile ‘kültürel bir savaş yürütüyoruz.’’ Aynı raporda prens ve kardeşlerinin ülkelerindeki üst düzey Amerikalı yetkililere, İhvan’ın ülke istikrarı için ciddi bir tehdit olduğunu anlatmak için hiçbir fırsatı kaçırmadığı da not düşülüyordu. Veliaht prensin Amerikan büyükelçisine söylediği sözün de ortaya koyduğu gibi, BAE’nin İhvan ile olan savaşı kültürel bir nitelik de taşıyordu. Zira BAE’nin dışa açılmacı, diğer Körfez ülkelerine göre çok daha az tutucu sayılabilecek modernleşme vizyonu, İhvan’ın çizgisi ile taban tabana zıttı.

Günah keçisi

Süregiden BAE-İhvan soğuk savaşı, Arap Baharı başlamasa belki bu denli kızışmayacak, topyekun bir yok etme stratejisine dönüşmeyecekti. İkili arasındaki savaşın kaderini belirleyen en can alıcı gelişme şüphesiz 2011’de patlak veren Arap Baharı oldu. BAE, her ne kadar Tunus, Mısır ya da Bahreyn’deki gibi sokaklara taşan protestolara şahit olmasa da, Mart 2011’de 133 vatandaşının daha çok siyasi katılım talep eden reform kampanyasına imza atması ile bu bahardan kendi payına düşeni aldı.

Muhammed el Sıddık da kampanyada imzası bulunan 133 kişiden bir tanesiydi. Olaydan dokuz ay sonra Sıddık’ın vatandaşlığı elinden alındı, yaklaşık bir sene sonra ise tutuklanarak cezaevine gönderildi. Süreç bununla sınırlı kalmayacak, Sıddık’ın çocuklarına kadar uzanacaktı. İşin ironik yanı, aslında el Islah’tan yalnızca birkaç ismin imza kampanyasına katılmış olmasıydı. Ancak BAE yönetimi, ‘hükümeti devirme girişimi’ olarak gördüğü bu kampanyanın arkasında el Islah’ın olduğundan emindi. Benzer her olayda, el Islah BAE yönetimi için bir nevi ‘günah keçisi’ydi. 

İhvan ve bağlantılı grupların Mısır ve Tunus’ta önemli zaferler elde etmesi, BAE yöneticilerinin gözünde, dışarıda İhvan, içeride Islah tehdidini tırmandıran gelişmelerdi. Mısır’da Mursi’yi darbeyle deviren Sisi rejimine en büyük destekçilerden birinin BAE olması bu nedenle şaşırtıcı olmadı. 2014 yılının Kasım ayında BAE’nin İhvan’ı terör örgütü listesine alması, inişli çıkışlı bu süreçte gelinen en son nokta oldu.

İhvan kaynaklı gerilim şimdilik yatışmış, Körfez ülkeleri kendi aralarındaki anlaşmazlıkları rafa kaldırmış görünse de, BAE’nin İhvan ile olan savaşı devam ediyor. Sıddık ailesinin başına gelenlerden anlaşılacağı üzere, BAE içeride Islah, dışarıda İhvan’a karşı tutumunda herhangi bir yumuşamaya gitmeyecek, ‘İslamcı’ gruplar ile girişilen kültürel ve siyasi savaş önümüzdeki dönemde de devam edecek. 

DAEŞ, el Kaide gibi aşırı grupların tüm dünyayı tehdit ettiği bir dönemde, şiddet konusunda sabıkası olmayan Islah ve daha genelde İhvan’ın, BAE için stratejik bir partnere evrilmesi çok daha makul ve pragmatik bir yaklaşım olsa da, böyle bir tutum değişimi şu an için olası gözükmüyor. 


Feyza Gümüşlüoğlu, Doha - Katar, Gazeteci-Yazar, 20.06.2016, Sonsuz Ark, Konuk Yazar
Feyza Gümüşlüoğlu Yazıları



Sonsuz Ark'ın Notu: Bu çalışma Star Gazetesi'nde yayınlanmıştır. Seçkin Deniz, 20.06.2016

Seçkin Deniz Twitter Akışı