"Maksat huşu içinde secde etmekse, bir ağacın altında bile kılınır namaz; ben fırsat bulduğumda yeşil bir alanda namaz kılmayı yeğliyorum. Ancak şehirde secde edecek yeşil alan bulmak da giderek bir şansa dönüşüyor."
Bazen basamak rıhtı normalden yüksek bir merdivenle ulaşırsınız bir caminin kadınlara ayrılan mekânına, bazen ardiye gibi bir mekânı aşarak bulursunuz perdeyle ayrılmış kadınlar bölümünü... Şimdilerde kadınların tozlu daracık bölmelerde namaz kılmasını olağanlaştıran kabuller eskisi kadar normal karşılanmıyor. Sıcak yaz Ramazanları’nda hele, çocuklar ve bebeklerin de bulunduğu o bölmeler daha bir havasız oluyor çünkü.
1980’lerde arkadaşlarımla Küçükyalı’da Merkez Camii'ne giderdik bazen, namaz kılmak için. Orada bulunuşumuz cami cemaatine şaşırtıcı gelirdi, semt camisinde teravih namazı dışında kadınlar gitmediği için. Bir bakıma cami ve kadın arasında toplumsal ihmallerden ileri gelen yanlış anlamaları düzeltmeye, onarmaya dönük iyi niyetli bir çaba içindeydik.
Geçmiş yüzyıllarda, günümüzdeki biçimiyle kavranamayacak olan bir kamusal alan düzeni içinde, kadının namaz vakitlerinde yolunun camiye düşeceği pek az hesaba katılmış, cami projeleri yapılırken. Bu anlayışın günümüz camilerine intikal ettiği görülüyor.
Cumhuriyet Türkiye’si, kadının rolünü kamusal alanda erkekle eşit olarak tanımladığı halde, camilerdeki kadınlara ayrılan yer Osmanlı dönemi projelerinden farklı değil. Projedeki kısıtlamanın Asrı Saadet pratikleriyle bir ilgisi olmadığını Mescidi Nebevi’nin günümüzdeki kullanımı üzerinden fark edebiliriz. Beri taraftan cami projelerinin, zaten yeni cami yapma gibi bir amaç önemli bulunmadığı, tersine bir seyreltme hedeflendiği için de gelişmediği söylenebilir.
Carel Bertram, hatırlamayı unutturma projelerinden söz ediyor, “Türk Evini Hayal Etmek” isimli kitabında. Cumhuriyetçi Dünya, Osmanlıcılıkla ilgili her şeyin yerine karşıtının konulduğu bir ortam yaratmakla kalmıyor, aynı zamanda resmî bir amneziyi dayatıyordu. Amnezi: Dönemsel unutkanlık.
Camiler seyreltilirken şehrin merkezinde olma konumundan da uzaklaştırılıyorlardı. Halkevi binalarının kulelerinin minareye alternatif kabul edildiğinin söylenebileceğini belirtiyordu Yeşilkaya, “Halkevleri: İdeoloji ve Mimarlık”ta. İzmit Halkevi’nin kulesi ise yanı başında bulunan caminin minaresine göre çok daha yüksek tutulmuştur. Halkevi kulesinin aynı zamanda fabrika bacalarını da hatırlatan yanıyla simge olarak “Milli Mabed”e veya “manevi değerlerin üretildiği fabrika”ya işaret ettiğine dair yorumlar yapılmıştır. Dini mekânlara alternatif olmak üzere ise yeni bir toplanma mekânı olarak halkevi, aynı zamanda kubbe ve kemere yer verilmeyen yeni mimari zevki yansıtır.
Tesettürlü kadınlar da camiler gibi Cumhuriyetçi Dünyanın geri planına itilmişlerdir.
Cumhuriyet, kadını kamusal alana katılmaya teşvik eder, ancak bunun için sıkı giyim kuşam ve muaşeret kuralları vardır. Tesettürlü kadınlar alternatif toplantı mekânları aramış ve kurmuşlardır.
İllegal Kur’an kursları bir örnek. Caminin merkezi önemi 1950’lerden itibaren hızlanan büyük şehirlere göçle birlikte geri gelecektir. Rastgele bir akış içinde yerleşmeye çalışan göçmenler, kendilerini evlerinde hissetmek için merkeze klasik cami formunda betonarme bir cami yerleştirirler. Kadınlar mahfili her zamanki büyüklüğünde yapılır. Gerçi gecekondu mahallesindeki hayatın akışı içinde kadınlar camilere Ramazanlarda giderler. Teravihlerde camilerin kadınlara ayrılan bölümü her zaman tıklım tıklımdır.
Mimarlık eğitimi görürken dönem projelerimiz içinde caminin bulunmayışını sorgulardım. Sanat Tarihi hocam Haluk Sezgin, bu alanda yaşadığımız fukaralığı sıklıkla dile getirirdi; ancak yapı projeleri arasında cami yoktu işte… Akademi müfredatında cami projesine yer vermediğinde, cami yaptırma dernekleri de ister istemez taklit planlara başvuracaklardır. Yeni ya da eski olsun, camilerin çoğunda kadınlar için ayrılan bölme dar ve tozludur.
Bu konuyu Türkiye’de eli camilere değen ilk kadın mimar olan Makbule Yalkılday (1914) ile kaldığı İzzet Baysal Huzurevi’nde konuşmuştum. Yalkılday, cami projeleri kolaylıkla değişmediği için bu alanda işin kolayına kaçıldığını belirtmişti. Kendisi ise İsmailağa Camii dahil, restorasyon çalışmalarına katıldığı camilerde kadınlar bölümünü genişletmeye çalışmış. “Ben projelerde her zaman ihtiyaçları düşünmüşümdür. Restorasyon sırasında kadınlar bölümünü arka kapıya kadar genişlettik, Ramazan’larda kullanılabilecek genişliği sağlamaya çalıştık” diye anlatmıştı.
Son otuz yıl içinde namaz kılan kadınlar şehrin kalabalığı içinde daha geniş oranda yer tutmaya başladılar. Bunun çeşitli sebepleri var. Şehir de artık onları görmeye başladı. Dindar kadınlar üniversitelere gidiyor, çalışıyor, çeşitli faaliyetlerde yer alıyorlar. Ev kadınları şehir turlarına katılıyor, evde sürdürdükleri üretim için uzak semtlere yolculuk ediyorlar. Metropolleşen şehir içinde bir yolculuk, bazen üç ezan vaktini kapsayacak kadar uzuyor. Şehrin gördüğü kadınları camiler hâlâ zorlukla görüyor. Kadınlara ayrılan bölümler şehirde akan nüfusun eski yapısına özgü alanını koruyor. Kadınlar cami yaptırma derneklerinde faal olsalardı, kadın mimarlar cami projeleri hazırlasalardı, bu çelişki daha kolay giderilirdi. Klasik cami planlarının tekrar/taklit sarmalı egemen olduğu için de yeni bir cami projesi nadiren kadın cemaat için uygun bir alan ayırıyor.
Camilerde kadınlara ayrılan yerin sınırlı olmasında, kadınların namazlarını evlerinde kılmalarının daha hayırlı ve sevap olacağına dair rivayetlerin bir rolü var. Gelgelelim, kadınların kamusal hayata daha yoğun olarak katıldığı, bütün olarak ise evlerin daraldığı, üretim faaliyetlerinin büyük ölçüde ev dışına taştığı günümüz şartlarında, camilerde kadınlara ayrılan bölümler bir hayli yetersiz görünüyor.
Hele Ramazan’da kadın kalabalıkları kendilerine ayrılan bölümlerden taşıyor, saflarda ister istemez bir karışma yaşanıyor. Kadınların camide namaz kılması konusunda olumsuz bakış açısını koruyan tek tek kişilerin eleştirilerine neden oluyor bazen, bu kalabalıklaşma. Cuma saatlerinde ve Ramazan günlerinde camiye giden birçok kadın, kalabalık nedeniyle ters muamele görmenin şikâyetini dinleyebilirsiniz. Bu konuyu yazılarında defalarca ele alan Nevin Meriç’in dile getirdiği gibi, sorunu fark etmemek mümkün olmadığı halde uygulamada pek az şey değişiyor.
Ne yazık ki ülkemizde Batı’dan Doğu’ya doğru otobüsle giderken daha bir zorlanıyor namaz kılmak isteyen kadın, mekân konusunda. Dinlenme tesislerinde gösterilen mekânlara girdiğinizde bir depo karışıklığı çıkabilir karşınıza. Abdest almak zaten genellikle bir hayli zor. Tasarımlarda düşünülmediği için kadınlar genel lavabolarda, ıslak zeminlerde adeta cambazlık yaparak ve yanı başlarındaki yolcunun ayaklarını yıkama sürecinden rahatsız olabileceği şartlarda abdest olmaya mecbur kalıyorlar.
Türkiye’deki cami ve kadın ilişkisi, gurbetçilerimizin yaşadığı ülkelere de yansıyor. Almanya gibi geniş gurbetçi nüfusunun yaşadığı ülkelerde, kadınların cami cemaatine katılma imkânları daha problemli sayılabilir. Kadın nüfusu, çocuklar da katıldığı için özellikle, bazen erkek nüfusunu da aşacak kadar artış gösteriyor camide; oysa onlar için ayrılan mekân, memleketten gönderilen cami projesinde gösterildiği kadardır.
Namaz vakitlerinde bakıyorsunuz, kadınların bulunduğu kısmı merkez sahından ayıran perdede sürekli bir dalgalanma, merkez sahına doğru bu perdeyle birlikte bir taşma yaşanıyor. Kubbelerin yüksekliği ve genişliği hiç rastlantısal değil oysa. İbadet mekânında gök kubbenin altındaymış gibi ferahlık duyabilmeli insan. Kadın cemaat Avrupa’nın büyük şehirlerinde hemen her camide kendine tanınan alandan taşacak kadar kalabalık artık. Kuşkusuz gurbetçi kadınlar memleket özlemiyle camide hemcinsleriyle daha fazla vakit geçirmek isteyebilirler.
Asli olan elbette dua; yeryüzü mümine mescit kılındı. İftar için Maltepe Parkı’na gidiyoruz bazen ve akşam namazını çimlerin üzerinde kılıyoruz. Maksat huşu içinde secde etmekse, bir ağacın altında bile kılınır namaz; ben fırsat bulduğumda yeşil bir alanda namaz kılmayı yeğliyorum. Ancak şehirde secde edecek yeşil alan bulmak da giderek bir şansa dönüşüyor.
Cihan Aktaş, 09.07.2016, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Perspektif Yazıları,
Sonsuz Ark'ın Notu: Cihan Aktaş Hanımefendi'den yazıları için yayın onayı alınmıştır. Seçkin Deniz, 09.05.2015
Yazının ilk yayınlandığı yer: Dünya Bülteni: