"Genel olarak fizik ve coğrafya ekseninde kümelenen bu eğitimle verilmek istenen en önemli terbiye ise, Emile adındaki küçük burjuvanın kendi tahayyül ve muhakeme gücünü geliştirmesi yoluyla ele geçirdiği doğa üzerinde her daim ‘Robinson’ olarak kalabilmeyi ve dolayısıyla hiçbir zaman ‘Cuma’ olmamayı öğretmekten ibarettir."
Montaigne, John Locke ve J. J. Rousseau, daha yakın bir
zamanda ise Emile Durkheim ve Max Weber, eğitim konusunda en fazla düşünen
Batılı düşünürler. Batılı eğitim tarihinde kökleri farklı biçimlerde de olsa
Eflatun’a kadar geriye gider bu düşünürlerin.
Ve nihayet, bütün bu büyük ustaların fikirleriyle ortaya
çıkmış birçok modern deneyime girişilerek postmodern düşünür İ. İllich’in
‘Şenlikli Toplum’ tasavvurundan neo-marksist Joel Spring’in ‘Özgür Eğitim’ine
kadar genişleyip şekillenen bir Batılı eğitim endişesinin sürdürüldüğü gözlenir
her zaman.
Bununla beraber felsefeden sosyolojiye, iktisattan tarihe,
psikolojiden kültüre ve hatta insana ve topluma dair bütün bilimleri kapsayacak
biçimde genişlediği gözlenen bu eğitim endişesinin, Batılı toplumlar nezdinde,
sanki tek bir noktada ele alınabilecek kadar belirginleşen ortak bir ‘idea’yı
şekillendirdiği görülür.
Hangi biçimde olursa olsun ‘insan’ın ‘eğitilebilir bir
hayvan’ olduğu düşüncesiyle bu hayvandan elde edilecek faydayı (pragma)
maksimize etmeye endekslenen bu ideanın izleğinde ise, kimi zaman bireyin, kimi
zaman devletin, kimi zaman toplumun, kimi zaman da dünyanın eksene oturtulduğu
amansız bir arayıştır söz konusu olan.
Bu bakımdan şairlerle güçsüzleri ‘site’den kovalayan
Eflatun’la, ‘Emile’i eğitirken nesneler konusundaki yargı yeteneğini başka
hiçbir erdemi sorgulamadan sadece yarar (pragma/fayda) ilkesini gözeterek
öğretmeye çalışan Rousseau deneyimi arasındaki benzerliğe şaşırmamak gerekir.
Pragmatist/faydacı olduğu kadar da ilimden uzak…
Sözgelimi, Rousseau’yu birçok imkana sahip özel bir çocukla
girişilmiş bir romans yazarı olarak eleştiren H. Legrand’a kulak verecek
olursak “…Sadece nesneler konusunda olsa bile böylesine ‘yararcı’ bir düşünceyi
yücelterek eğitilen bir çocuk, nasıl eğitilmiş olursa olsun aslında gerçekliğin
cihanşumul toplamı demek olan ‘ilim’ düşüncesinden uzak bir şekilde eğitilmiş
olacaktır…”
H.Legrand böyle söylese de, ne Rousseau’nun tarihin
kendinden sonraki bütün zamanlarında büyük bir öğretici olarak anılmasına ne
de ‘Emile’in efsane bir öğrenci olarak
putlaştırılmasına engel olamamıştır nitekim. Daha en başından, herhangi bir
otoritenin koyduğu kurallara göre eğitilen herhangi bir insanın özgür
olamayacağını ve köle gibi davranacağını öne süren Rousseau, ‘Emile’in eğitim
macerasını, insan eğitimi ve kültürel gelişim konusundaki kendi özgün ve aykırı
düşüncelerinin bir özeti gibi hazırlamıştır çünkü.
İlk bakışta, anne kucağından öğretmenin himayesine ve oradan
da doğanın tam orta yerine bırakılan Emile’e bu evrede ne din, ne devlet, ne
otorite, ne ahlak, ne bilim, ne de sanat ve kültür adına hemen hemen hiçbir şey
öğretilmemiş ya da dikte edilmemiştir. Çünkü Emile’in özgür olması ve maddi ya
da manevi bütün otorite ve baskılardan uzak tutulması amaçlanmıştır.
Bununla beraber, Emile’in hayatının hemen her evresinde
saflık ve doğallığa ne kadar titizlenilmiş olursa olsun, Rousseau’nun da
kaçınamadığı biçimde kesin bir Avrupalılık bilincinin verilmeye çalışılması ise
hayli düşündürücüdür. Çünkü onca doğallığa ve saflığa rağmen Rousseau, Emile’i
kaçınılmaz biçimde bir Batılı olarak yetiştirmiştir.
Saf ve doğal bir küçük burjuva… Cuma değil Robinson olmak…
15 yaşına kadar ‘Robenson Cruseo’dan başka bir şey
okutulmayan bu saf ve doğal Avrupalı çocuğun en son tahlilde öğrenmesi gereken
temel bilgi ise şöyle bir şeydir; nerede olursa olsun, isterse tek başına bir
ıssız adaya düşmüş olsun, normal her Avrupalı insanın yapması gerektiği gibi,
daha en başında ‘doğal’ bir ‘insan’ olarak ‘doğayı ele geçirmeyi’ ve bir ‘küçük
burjuva’ olarak hem doğa hem de dünya karşısındaki rüştünü ispat etmeyi
öğrenmesi gerekmektedir.
Emile, Rousseau Bundan dolayı da, bu kurgulanmış eğitim
mucizesine aktarılan tüm bilgiler basit bir marangoz çıraklığı hariç kitabî
olmaktan çok gözlem ve deneye dayalı ‘a-priori’/’tartışılmaz’ bilgilerdir.
Genel olarak fizik ve coğrafya ekseninde kümelenen bu eğitimle verilmek istenen
en önemli terbiye ise, Emile adındaki küçük burjuvanın kendi tahayyül ve
muhakeme gücünü geliştirmesi yoluyla ele geçirdiği doğa üzerinde her daim
‘Robinson’ olarak kalabilmeyi ve dolayısıyla hiçbir zaman ‘Cuma’ olmamayı
öğretmekten ibarettir.
Annesinden ayrılmış, öğretmeninin hizalandırdığı bir
özgürlükle büyümüş, soğuğu üşüyerek, sıcağı yanarak, güneşi, ayı, yıldızları,
ağacı, toprağı ve yağmuru yaşayarak öğrenen Emile’e hazırlanan iç dünya ve zengin ruh işte
bütünüyle bu gayeye yönelmiştir. O kadar ki, daha en başından dinsiz, imansız,
kanunsuz, kuralsız ve aşksız bir halde büyüterek, saflığına ve doğallığına
halel gelmesin diye onca çaba çaba harcayan Rousseau’nun, bu ‘hayali oğul’u
birdenbire Yunan klasikleriyle Batılı tarih okumalarına yönlendirmesine de işte
bu yüzden şaşmamak gerekir.
Artık delikanlılık çağına gelmiş bulunan Emile’e dostluğun,
kahramanlığın, acımanın, erdemin ve ahlakın ne olduğu anlatılırken öğretilmesi
ve öğrenilmesi gerektiği düşünülen hemen her değerin numuneleri Yunan
düşüncesinden devşirilecektir. Bu temelden yola çıkarak hayata yürüyen Emile’e
gösterilen Tanrı ise, zamanın dogmatik kilise öğretisine karşı olsa da,
Rousseau’nun Emile’e dikte etmeksizin dikte ettiği yeni bir Tanrı’dır. Gerek
Rousseau’nun ve gerekse hayali oğlu Emile’in bu Tanrısını incelemek hiç de
boşuna olmayacaktır. Çünkü dönemin kilise eğitiminden sıkılan bir çok aydın
için en savunulası Tanrı konumunda olan bu yeni Tanrı, hem doğal hem de oldukça
kullanılışlı bir inancın müjdecisidir.
İşlevsel ve kullanılışlı bir yeni Tanrı’nın kulu…
Öte yandan, Voltaire’in de aralarında bulunduğu birçok
filozofun ortak tanrısı olan bu yeni Tanrı, dinsizliğin ve spiritüalizmin revaçta
olduğu bir dönem için dinsel rejim açısından da bir rahatlama kanalı açacak
nitelikte olması bir yana, hiçbir dine karşı olmayışı ve adeta bir kesişim
noktası üzerinde durması nedeniyle de hayli ilgi çekicidir…Emile, Rousseau
İşte tam da bu dönemin bir başka kahramanı ise cinsiyet
farklarıyla oluşmuş küçük detaylar dışında Emile ile hemen hemen aynı eğitim
çizgisinden gelen aranan sevgili ‘Sophie’dir. Sanki Emile için yetiştirildiği
görülen Sophie de tıpkı Emile gibi bir küçük burjuva olarak yetiştirilmiş,
tamamen doğal bir eğitimden geçirilmiş, duygusal ve düşünsel eğitimini
tamamlayarak, hayata hazır hale getirilmiştir.
Tamamen farklı yetiştirilen bu iki insanın bütün aykırı ve
ayrıksı özelliklerine rağmen toplum içerisinde bir yer edinebilecek durumda
olup olmadıkları sınanacaktır öncelikle… Kadınlara, erkeklere, soylulara ve
halka nasıl davranılacağını bilebilecek ya da toplumsal kurallara alternatif
bir biçimde de olsa uyum sağlayabilecek bir terbiye ile yetişen bu iki genç
insan sosyal yaşamın temeli olan aile kurumunu oluşturabilecek midir?
Okurun ne zaman olacak diye beklediği izdivaçla evlenen ve
iki yıllık bir Avrupa turuna çıkarılan Emile, tam bir Avrupalı alternatifi
olarak geriye döndüğünde ‘Sophie’ ile evlenmeyi hak edecek, bir yandan kendisi
gibi güçlü ve hızlı koşabilen bir kadınla yaşamanın tadını çıkarırken, diğer
yandan da zamanının bütün ünlü salonlarında arzı endam edebilecektir artık.
Avrupa Emile’e ve Sophie’ye hazır olmasa da onlar Avrupa’ya
çoktan beri hazırdırlar çünkü…
Şahin Torun Yazıları
Takip et: @torunsahin
Sonsuz Ark'ın Notu: Şahin Torun Beyefendi'nin çalışmalarının yayınlanması için onayı alınmıştır. Seçkin Deniz, 18.06.2016
İlk yayınlandığı yer: Türk Edebiyatı Dergisi, Temmuz 2007.