"Siz ve çocuklarınız İngilizcenin kutsallaştırılmış terimlerini merak etmediğiniz gibi, kurgunun ve amacın ne olduğunu da fark etmiyorsunuz."
Çocuklarımız egemen güçler (Vatikan, Siyonizm) tarafından hazırlanmış korkunç bir saldırı sağanağı altındalar (Bu bir komplo teorisi değildir; yapılan araştırmalar bazı vakıfların ve Vatikan'ın fon temininde aktif olduklarını kanıtlıyor). Buna karşılık biz, onları ruhsal ve bedensel tehditlerden korumak ve kendi geleceğimizi kendi özgün kültürümüzle inşâ etmek için neler yapmak zorunda olduğumuzu biliyor muyuz?
Hepimiz masûmiyet simgesi olan çocukların dünyanın her yerinde birbirinden farklı ve büyük travmalar yaşayarak büyüdüklerini öğrenmek, kendi çocuklarımızın yaşamak zorunda bırakıldığı travmaları anlamak ve tedbir almakla mükellefiz. Pedagojik yönlendirmelerin tamamı, anne-babaların 20.yy'da olduğu gibi sorumluluklarını devlet kurumlarının sırtına yıkarak gelecek adına sorumlu olmaktan kurtulamayacaklarını söylüyorlar. Ebeveynlerin, kendilerine gösterdikleri özenden daha fazlasını çocuklarına göstermekten başka çâreleri yoktur.
Doğdukları andan itibaren çizgi filmler, animasyonlar ve bilgisayar oyunları ile illüzyonist bir hedefe doğru yönlendirilen çocuklar, anne-babalarının hedeflerinden daha farklı hedeflerle pastorize ediliyorlar. Sonraki dönemlerde bu pastorizasyon dünyanın her yerinde yeni düzenlemelerle 'kullanılabilir, yönetilebilir insanlar' yetiştirilmesinde temel olarak kullanılıyor.
AB, kendi kültürünü bile tehdit altında görerek kendi kurumsal düzeneklerinde uygulanacak olan yasaları tesbit etmiş durumda. Ve egemen güçlere karşıt olarak lokal üretim bileşenleri ve figürlerle kendi özgün niteliklerini korumaya çalışıyor. Ancak dünyanın geri kalanı ve bizler her zamanki gibi, 'bu tür önemli işleri' önemsemekten uzağız.
Dünya, Hollywood kökenli tüm multimedya fraksiyonlarının koşulsuz egemenliğini henüz kırabilmiş değildir. Meselâ; Dream Works ve Walt Disney'in çocuklara yönelik çalışmalarının çoğunda -gerçekte nesnel kriterlerce donanmış her algıya göre iğrenç olan ve Hıristiyanlarca vegateryen olmanın ilk sebebi sayılan- domuz figürünün çok sempatik görsel ayrıntılarla ve kahramanlık figürleriyle donatılması, domuz etinin yenmesini yasaklayan ve domuzu 'itici bir hayvan' olarak tanımlayan dinlerin yaygın olduğu topraklarda bu algının değişmesini ve geleceğin yetişkinleri olacak olan çocukların zihinlerinin duyarlılık noktalarını uyuşturmak ve domuzla ilgili alışılagelmiş olumsuz yargıları bertaraf edip, onun yerine egemen kültürün temel sacayaklarından birini yerleştirmek amacından başka bir şeye hizmet etmez.(*) (Shrek serisi çizgi filmler domuzu ana figür olarak kullanıyorlar)
Çizgi filmlerde yaygın olarak kullanılan Hıristiyan dinine ve ibadet mekânlarına ait ayrıntılar ve bilhassa haç gibi simgeler, çocuklardaki 'özümseme' kültünü ele geçirmeye devam ediyor. Şiddet unsurlarının baskın olduğu, bireyi öne çıkaran ve onun egosunu tatmin etmeye yönelik kurguları işleyen çizgi filmlerin taşındıkları en saygısız noktalardan biri de 'cinsellik dozu az aşk duygusu' oldu (Cedric, çocuklar arasında yeni bir bağımlık oluşturuyor ve kurguların tümü aşk üzerine).
Çocukların ahlâk temelleri de 'rekâbetçi' bir kimlik üzerinde işleniyor. Din ve kültür unsurlarının çocuklara aktarılmasındaki özgünlüğü korumak adına birçok ülke arayışlar içinde. Ne yazık ki; egemen güçlerin illüzyonist hakimiyetlerine karşı durabilecek güçte projeler üretilemiyor. Son teknolojilerin ve profesyonellerin kullanıldığı bu alanda, yerel aktörler bulmak ve yetiştirmek kolay olmuyor.
Çizgi film ve animasyon sendromundan sonra ikinci bir kültürel deformasyon silahı ve egemen kültürün yerleşme aracı olan bilgisayar oyunlarına bakmak zorundayız. 0-3 yaş arası bebeklerin (Baby Tv, Yahudi senaristlerin, animatörlerin, redaktörlerin, rejisörlerin ve direktörlerin tamamladığı projelerin yansıtıldığı tv kanalıdır,tamamen şiddet içeren çizgi filmlerin ve animasyonların yayınlandığı jetix de küresel çaptadır) çizgi film ve animasyon kreasyonlarına kurban verilmesinden sonra, 3-5 yaş arasında dokunan algoritmik algı kontrol örgüsü, sonraki 5-15 arası dönemi de planlayarak bilgisayar oyunlarıyla eksik halkayı tamamlamakta; çocukları ailelerin ve kültürlerin elinden almakta hiç zorlanmamaktadır.
Bilgisayar oyunları insan psikolojisinin tüm ayrıntıları kullanılarak dizayn edilmekte ve çocuklarda bağımlılık oluşturarak asosyal birey oluşmasına katkıda bulunmakta ve çocuklar şiddete karşı duyarsızlaştırılmaktadır(**). Bu işin küresel yönü ve küresel tedbirler alınmak zorunda (Küresel olarak el cezire, el etfâl adlı çocuk kanalı kurdu, ülke çapında ise yumurcak adlı bir çocuk kanalımız var). Biz işin kültürel deformasyon aracı olarak kullanılan kısmında ısrarla durmak zorundayız.
Amerika kökenli PC Oyunlarının İngilizce olmasını yadırgamak rasyonel olmaz. Ancak; üretilen oyunların tamamına yakını orijinal dilinde yaygınlaşmaktadır. İngilizcenin kullanıldığı ve Hıristiyan kültürün yaygın olduğu ülkelerde herhangi bir sakınca oluşturmayan, bununla beraber istendik davranışlar kazandırmak açısından oldukça etkili olan bilgisayar oyunları, diğer ülkelerin /dinlerin/kültürlerin çocukları için bir tehdit halinde kullanılabiliyor.
Yerel dillerin tam öğrenilmediği çağlarda çocukların dil kurguları tam olarak oluşamıyor; oyunlardaki İngilizce sözcüklerden çıkarım yöntemiyle elde ettikleri birikimle anlayabildikleri şeyler 'yarım-eksik' algılamaya yol açabiliyor. Bu durum, İngilizce deki 'kutsal dokunulmazlık'la birleşince sözcüklerin ve terimlerin kelime anlamları önemsizleşiyor. Çocuk, kendi kültürüne ait olmayan değerlerin bir savaşçısı olarak oyunda kahraman olmaya çalışıyor.
İngilizcenin küresel egemenliğinde/saltanatında korkunç bir illüzyon var. Lokal algılamaların tümünde bu illüzyonun etkileri görülebilir. Nedir bu illüzyon? Bilimsel, teknolojik ve diplomatik kavramların, İngilizcenin dil saltanatında dünyanın her yerinde "İngilizce" oluşup gelişmesi ,çok fazla yadırganmayabilir. Hatta bazı yerel dil kalıplarının da İngilizce dil kalıplarına kurban verilen yönleri de olabilir.
Tabelalardaki ve markalardaki İngilizce furyası ile embedded aydınların İngilizce kompleksi de normal karşılanabilir. İllüzyon buralarda değil zaten. İllüzyon, İngilizceye yüklenen "kutsal" anlaşılmazlık algısında. İngilizce terimlerin, kavramların ve sloganların "anlaşılmadan" özel bir değer halinde kitlelerin algılarının yönetilmesinde kullanılıyor olması, uzun süredir küresel bir çözülmeye aracılık ediyor.
İşte bu çözülme geleceğin 'kafası karışık, özgün kimlik değerlerinden yoksun ve bu değerlere duyarsız' çocuklarının, zihinlerinde başka duyarlılıkların oluşmasına zemin hazırlıyor. İngilizce terimlerin çevresinde oluşturulmuş "kutsal anlaşılmazlık" albenisi, İngilizce'yi iletişim aracı olarak kullanan egemenlerin, duyarlılıklarının tümünün yeni nesil insanlara 'enjekte' edilmesine aracılık ediyor.
Bu tür oyunlardan olan Call of Duty, 'görev çağrısı' demek ve oyun kurgusu Müslüman bir ülkede Müslüman teröristlerle savaşmak üzerine konumlanmış bir savaş oyunu ve bu oyun her yeni versiyonunda daha gelişmiş özelliklerle seriler hâlinde üretiliyor.
Call Of Duty 2'de oyuncu-5-15 yaşları arası çocuğunuz-, kubbeli ve minareli camilere saklanmış teröristleri yok etmek üzere kubbelere ve minarelere saldırıyor. Sürekli değiştirebildiği silahlarla camilere ateş ediyor; 'görev çağrısı'nın kimler tarafından yapıldığını bilmiyor ve kimlere karşı savaştığının da farkında değil. O sadece Call Of Duty, oyununu oynuyor ve daha çok terörist öldürmek istiyor. (Irak'ta camilere, minarelere makineli tüfekler, füzeler ve bombalarla saldıran İşgâlci askerlerin savaş suçu olarak nitelendirilen 'kutsal mekanların tahribi'gibi bir sınırlamadan habersiz bir şekilde, sevinç çığlıkları atarak yaptıkları saygısızlığın görüntülerini kaydetmesi bu tür oyunlarla beslenen bir zihnin ürünüdür. O görüntüler de kahramanlıklarının kanıtları olarak ülkelerindeki 'oyun arkadaşlarına' gösterilmek üzere çekilmişlerdir. Sonrasında yaptıklarının yanlış olduğunu anlayabilen o askerler utanç içinde özür dilerken onurlarının kullanılmış olduğunu söyleyeceklerdi)
Haçlı zihniyetine sarınmış fanatik Amerikalı veya Avrupalı bir aile, bu oyunun şiddet içeren yönlerini kendisi için tehlikeli bulmayabilir ve hatta o aile ideolojik olarak bunu bizzat istiyor olabilir. Call Of Duty 2'nin görev çağrısı o aile için kutsal olabilir. Peki; Müslüman bir aile için bu hangi almama gelmektedir? Çocuklarının masum oyun taleplerini yerine getirerek, incelemeden, araştırmadan sormadan satın alıp kendi çocuklarına hediye ettikleri bu oyunların çocukların ruhlarında yaptıklarını/yapacaklarını nasıl hesaplayacaklarını biliyorlar mı?
Bu oyunları oynayan çocuklarımızın karşılaştığı iki gizli tehdit bizim sağladığımız imkânlarla ve bizden habersiz gerçekleşiyor olabilir. Birinci tehdit, Çocuklarımızın 'kutsal mekan' algılarının yok edilmesi; ikinci tehdit ise çocuklarımızın kendi kutsal mekanlarımıza ateş edebiliyor olması. Ama ne siz ne de çocuklarımız Call Of Duty 'nin 'görev çağrısı' demek olduğunu biliyorsunuz; çocuklarınız bir Hıristiyan savaşçısının (haçlı askeri) zihnine sahip olarak yetişiyor ve gelecekte size ait hiç bir değere karşı duyarlı olmayacaklar. Siz ve çocuklarınız İngilizce'nin kutsallaştırılmış terimlerini merak etmediğiniz gibi, kurgunun ve amacın ne oluğunu da fark etmiyorsunuz.
Kuşku yok ki; aileler tek başlarına sadece çocuklarının-aralarının açılması pahâsına da olsa- isteklerini engelleyebilirler. Bunun dışında ellerinde sunabilecekleri alternatif yoksa bu saldırılara karşı yapabilecekleri fazla bir şey de yoktur ve çocuk, istediğine -gizli saklı da olsa- ulaşmanın yollarını bulacaktır(Bunun yollarını da çizgi filmlerden öğrenmişlerdir).Sorun küresel ölçekte olduğu kadar yerel ölçekte her ülke için büyük bir sorundur. Özellikle eğitim sistemini anasınıfı, anaokulu, kreş gibi mikro hücrelerine kadar önemseyen tüm ülkeler için bu her şeyden önce çözümlenmesi gereken bir sorundur. Anne-babalar tedbirler sürecini -başlamamışsa-başlatabilmenin yollarını bulmalıdırlar.
Seçkin Deniz, 28.06.2008, Sistematik Analizler 66
Seçkin Deniz Yazıları
Takip et: @Seckin_Deniz
Dipnotlar:
(*)Çizgi Filmciler Derneği Yönetim Kurulu, 23 Haziran 2006 tarihinde yaptığı duyuruda; "Türkiye'de yıllardır bütün televizyon kanallarında Türk çizgi filmlerine belirli bir oranda yer ayırılması için çalışmalarımız ve çabalarımız sürmektedir. Türkiye'de, televizyonlarda Türk kültürüne ağırlık verilmesinin en önemli göstergesi, özellikle yayınlanan Türk çizgi filmlerinin oranıdır. Zira, kültürümüz, çocuklarımız ve gençlerimiz aracılığıyla taşınır, gelecek kuşaklara aktarılır. Yabancı çizgi filmler seyrederek büyüyen çocuklarımızın özgün kültürümüz açısından ne kadar ciddi kayıp olduğu, yıllardır uzmanlarca yapılan araştırmalarda, kültür ve sanat ile ilgili yazarlarımızın makalelerinde defalarca vurgulanmıştır...(.)...Yabancı çizgi film şirketleri ile yapılan anlaşmalara gösterilen tepki yerine, bu konuda 18 yıldır neden bir türlü yasal düzenleme yapılmadığına tepki göstermek gereklidir...(.)...RTÜK Yasası, televizyon kanallarının Türk kültürüne belirli oranda yer vermesini gerektirmektedir. Televizyon kanallarında belirli bir yüzde oranında Türk çizgi filmi kotası uygulanması için ilgili yasada yeniden düzenleme yapılmalıdır. Ülkemizin medya kuruluşları, sivil toplum örgütleri, siyasi partiler, kültür ile ilgili bütün organizasyonlar ve dernekler, bu yasa değişikliği talebimize, samimi olarak destek vermelidir. Bu düzenleme yapılmadan, yabancı çizgi filmlerin kültürümüz üzerindeki etkisine karşı çıkma hakkımız yoktur. Ayrıca, Avrupa Birliği'ne uyum çabaları çerçevesinde, bu değişikliğin yapılması kaçınılmazdır. Zira, AB üyesi ülkeler, bu konuda, çoktan özgün kültürlerini koruyacak yasal düzenlemeleri yapmışlardır...RTÜK Yasası'na Türk çizgi filmi kotası için herkesi göreve çağırıyoruz!" konu hakkındaki duyarlılığını deklare etmiştir.
Çizgi film şirketlerinin başlıca şikayet konusu, kendileriyle ilgili bir yasanın bulunmaması. AB ülkelerinde, televizyonlar, yayınlarının belli bir yüzdesini yerli yapım filmlere ayırmak zorunda. Yunanistan'da TV'lerin yayımladığı çizgi filmlerin en az yüzde 25'i yerli yapım. Bir dönem Yunan TV kanalı ERT için film üreten Çizgi Filmciler Derneği Başkanı Derviş Pasin, şu ilginç değerlendirmeyi yaptı: 'Bizde yayınlanan çizgi filmlerin tamamına yakını ABD ve Japon yapımı. Bunların içinde 1950, 1960 tarihli olanları var. Verdikleri mesajlar da çocuklarımıza zarar veriyor. Ben bu işe iki çocuğumun televizyon karşısında geçirdiği vakti görünce girdim. Çizgi filmi sadece ticari açıdan görmemek lazım, bunun daha önemli kültürel bir boyutu var. Türkiye'de bunun önemi henüz kavranmadı.'
(**)Hacettepe Üniversitesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ferhunde Öktem, bilgisayar oyunu ve internet bağımlılığının giderek büyüyen bir tehlike olduğuna dikkati çekerek, ''İnternet ve bilgisayar bağımlılığı, tıbbi bağımlılık arasına alındı. Hastaneye çok ağır, hastane koşullarında tedavi edilmesi gereken çocuklar gelmeye başladı'' dedi. Küçük yaşlardan itibaren çok fazla bilgisayar oyunları oynayan çocukların yaşama karşı duyarsızlaştıklarını da belirten Öktem, bu çocukların yapaylıklar arasında büyüdüklerini ve gerçek dünyadaki duygulardan yoksun olduklarını söyledi.
Babasını kaybetmiş küçük bir çocuğun hayretler içinde kendisine ''Babamın sadece bir canı varmış'' dediğini anlatan Öktem, ''Çocuklar, bilgisayar oyunlarındaki gibi bir tuşla tekrar yaşatılan kahramanların hayatlarıyla gerçek hayat arasındaki farkları algılamakta zorlanabiliyor'' dedi.Bu çocukların arkadaşlık, dostluk, paylaşım gibi duygulardan uzak yaşadıklarını anlatan Öktem, ''Çocuklarımıza en çok onlarla paylaşımda bulunduğumuz zaman bir şeyler öğretebiliriz. Bu çocuklar ise odaya kapanıyorlar ve bilgisayarla vakit geçiriyorlar. Böylelikle ailenin deneyimi, ortak yaşantıları, olanakları da çocuklara sunulamamış oluyor'' diye konuştu.
Çocukların bilgisayar karşısında sadece parmakları ve gözlerini kullandıklarını kaydeden Öktem, ''Bu oyunlarda bedensel hiçbir güç kullanılmadığı için çocukların vücutlarının gelişimleri de aksıyor. Kasları, göğüs kafesleri gelişmiyor. Kemik yapılarında da bozulmalar, eğrilikler ya da çarpıklıklar görülebiliyor'' dedi.
Bilgisayar oyunlarının içerdiği en büyük tehlikenin, şiddet olduğunu vurgulayan Öktem, zaman zaman internet kafelerde çocukların konuşmalarını dinlediğini anlattı. Çocukların birbirlerine ''sen kaç kişiyi öldürdün?'', ''O iyice ölmedi, bir daha ez iyice'' dediklerini belirten Öktem, gerçek yaşamın yaşatma, düzeltme, iyileştirme üzerine kurulu olduğunu, ancak oyunların çocuklara gerçek yaşamın tam tersi değerleri öğrettiğini ifade etti. Öktem, bilgisayar oyunlarında sunulan şiddetin, çocuğun yaşam içerisindeki şiddete karşı duyarsızlaşmasına neden olduğunu bildirdi.