"Darbeye direnmek için sokaklara dökülen kalabalıklara bir grup “aydın”ın bakış açısı gerçekten şaşkınlık verici: Sanki direniş kavramı gibi halk da ancak onların tanımladığı ölçülere uyduğu takdirde sahici ve gerçek olabilir."
“Hakikat anı” denilen zamanı yaşamak, İlahî bağış. Halk kitlelerinin yıldızlaştığı direniş sırasında olağanüstü kahramanlıklar sergilendi. Silahsız insanlar ezilme pahasına tankların üzerine gidip, tankları ele geçirdiler.
Darbeye direnmek için sokaklara dökülen kalabalıklara bir grup “aydın”ın bakış açısı gerçekten şaşkınlık verici: Sanki direniş kavramı gibi halk da ancak onların tanımladığı ölçülere uyduğu takdirde sahici ve gerçek olabilir. Halkın zamanı içinde salâ önemi azalmayan bir çağrıdır, öyleyse bir halk hareketinde salâ bulunmasından daha tabii ne olabilir… Böyle bir okumanın sebep olduğu görme bozukluğu sahiplerini bir kısır döngüye itiyor. Özlenen halk bir türlü oluşamıyor, tabiatıyla umulan direniş de gerçekleşmiyor. Çekildiği kibir sığınağında sürdürdüğü eleştirilerde bazen isabet ediyor olmak haklılık sağlamıyor bu bakış açısına. O zaman bir “adam olmaz halk” küskünlüğü çıkıyor ortaya.
Bu durumda, “aydın” konumunu her zaman olaya göre yeniden tarif etmekle mükellef değilse, niye özel bir payeye sahip olmalı, sorusu geliyor akla.
Halkın sağduyusunu hafife alan bu ezberci yorumlama tarzı, toplumumuzu darbelere açık kılan zaafları besleyen bir etkiye sahip. Aptal ve cahil, dünyadan bîhaber olduğunuzu hissettiren bilgiler akıyor sosyal medyadan. Gece meydanları ise başka bir söz söylüyor. Darbe karşıtı gösteriler, tam zamanında verilmesi gereken ahlaki tepki nedeniyle arındırıcı bir etki uyandırıyor benliklerde. Klee, çağdaş sanatta eksik olanın “halk” olduğunu söylemişti. Halkın sahnede eksik olanı bildirdiği nadir bir tecrübe yaşıyoruz. Bu işgalden farksız girişim kendine hastı ve yine kendine has, destansı bir direnişle bastırıldı. Her yaştan, her kesimden insan aynı duygu ve düşüncelerle aktı meydanlara. Hayat bazen işte böyle sanatın önüne geçiyor, eylemle sanatlaşıyor. Darbe girişimini karşılama biçiminde yeniden oluşan olay, devrimi andırıyordu. Öyle ya, devrim yapılmaz, gelir; aşk gibi, şiir gibi…
Duygusal ve heyecanlıyız haklı olarak, bu kez başardık. Fakat analizde bulunma sıkıntısı çektiğimiz açık. Anlı şanlı kişiler “ahmaklık” raporu vermeye başladı. Doğru dürüst siyasal analize nadiren rastlanabiliyor yine de, ancak ne çok amatör stratejist varmış! Birkaç ay içinde ortaya çıkan nevzuhur “analistler”, bir yerlerden yağdırılmış bilgi ve iddialarla zihnimizi esir almaya çalışıyor. Oysa tam da darbe sebebi zihniyet, zihnimizi işte bu tür esir almalardan nasıl azade kılacağımız üzerine düşündürmeli hepimizi.
Yaşadıklarımız TSK’da yapısal bir ağırlığa sahip İslam ve İslamcı karşıtlığının sorgulanması için bir vesile olur umarım. Eğer TSK halktan, halkın inançlarına dayalı kültüründen bu denli kendini yalıtmasaydı, Fethullahçılar bu denli büyük bir kuşatmayı gerçekleştiremezdi. Yine; eğer yoksul halkın yetenekli çocukları okullarda ve kültür sisteminin çeşitli aşamalarında devlet ve sivil kurumlar tarafından layıkıyla kabul görselerdi, dar gelirli veya dini endişelere sahip aileler çocuklarını Fethullahçı okullara teslim etme konusunda bu denli hevesli davranmazlardı.
Toplumsal hafızamızda zorlu izler bırakan darbelerin önemli amaçlarından biri İslami kişilikleri eş zamanlı sürdürülen yıpratma kampanyalarıyla kurumların bünyesinden arındırmak, kamusal alanda görünmez kılmaktı. Eğer bu görünmez kılma tavrı olmasaydı, homojen yapı içinde Fethullahçıların bu denli karanlık bir strateji geliştirmesi mümkün olmayabilirdi. Akamete uğratılan darbe/işgâl, askerle halk arasındaki o zorba, sahte ve fırsatçılar tarafından sürekli tahkim edilen duvarların yıkılması için de bir başlangıç. “Tavşan kulağı” tarzı bağlı eşarbımızla bile askeriyenin yakınlarından geçemiyorduk, bunun sızısını, sebep olduğu üzüntüyü yaşayan bilir.
Kuşkusuz birçoğumuz uzun dönemler boyunca ordunun dini görünürlüğe ve hayat tarzına karşı koyduğu sert ve soğuk mesafe üzerinden çeşitli sorgulamalar yaptık ve söylemlerimiz de buna göre gelişti. Dolayısıyla güncel zulüm öncelik kazanırken bugün maruz kaldığımız darbe sebebi karanlık örgütlenmeyi sorgulama konusunda ihmalkâr davrandık.
Bu darbe şunu gösterdi: Müslüman ancak elinden ve dilinden emin olunan insan olmakla mükellef. Samimi ve şeffaf iseniz tuttuğunuz yolda, kimse hikayenizi elinizden alıp başka türlü yazamaz.
Geri dönelim, hayat tarzı ve zihniyet veya birikim farkı üzerinden halkın “hakiki halk”, direnişin de “hakiki direniş” olup olmadığına karar verme konumunda hisseden “jüri”ye: Halk gerçekten oradaydı, çünkü siyah çarşaflı kadınlar başı açık kadınlarla birlikte, kamyonlarla veya sadece yumruklarıyla tankları durdurdu. Bir köprü bu direnişi alkışlayarak 43 sene sonra adını değiştirdi.
Buradaki mucizeyi görmeye zihninizi açtığınızda gerisi gelecek. Belki o zaman gerçekten de hep birlikte bir halk olmayı başaracağız ve böylelikle üzerine ısrarla darbe planları hazırlanan, kamu mühendislikleriyle fay kırıklarıyla oynanan bir ülke olma bahtsızlığından da kurtulacağız. Bu darbe girişiminde çok büyük bedeller karşılığında aynı duyarlıkta bir araya gelme fırsatını yakaladık, heba olmasına izin vermeyelim.
Cihan Aktaş, 11.08.2016, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Perspektif Yazıları,
Sonsuz Ark'ın Notu: Cihan Aktaş Hanımefendi'den yazıları için yayın onayı alınmıştır. Seçkin Deniz, 09.05.2015
Yazının ilk yayınlandığı yer: Gerçek Hayat: