"Yaşamım düş kurmakla geçti ya!"
"Bize hatırlatın bunu
İnsanlar kadar zalim olduğumuzu"
Aragon
Bölüm Yedi
-VII-
"Sen de inanıyor musun?”, diye sordu Şehrinaz."Neye?”
"Şekercinin anlattıklarına!"
"Ne bileyim ben!”
"Deli saçması şeyler..."
"Gördün işte, Mihri Mah işten kovuldu!"
"Bir şizofrenle bunca zaman berabermişiz de!", dedi Şehrinaz, "Haberimiz yokmuş…"
"Öyle, öyle!”, dedim.
"İyi ki yemeklere zehir katmadı!", dedi Şehrinaz, "Yoksa hepimiz, markettekiler birlikte tahtalı köye gidecektik!” Sonra gülerek yüzüme baktı.
"Niye güldün?”, dedim.
"Boş ver!", dedi, "Gel otur yanıma da kaldığımız bölümü bitireyim artık!”
Gittim, yanında durdum, o akşam Şekerci’nin uykusunu kaçıran olayları ben de merak ediyordum. Ama..
"Oturma odasının perdeleri çekiliyken!”, dedi Şehrinaz, "Gözünü aldırdığı noktada bir kuruntu abidesi gibi duruyor Kasap.. içini oyup duran kuruntularına söz geçiremediğinden bunalmış bir insanı düşünsene bir, nereden başlayacağını bilememenin acısı da yüzüne vurmuş. Ne korkunç değil mi? Sanki aynanın içine girmişler, aynanın bir kenarında duran PÜRMAYE de onu gördüğü halde kaçmıyor görüyor musun? Orada oyalanıyorlar, sanki Kasabın şaşkınlığı geçinceye kadar oyunlarını sürdürecekler!”
"Desene!”, dedim, "Hayal açıldıkça içinden çıkamadığı karanlığa saplanıp kalıyor Kasap."
"Aynı senin düşündüğün gibi!”, dedi Şehrinaz, "Bunu iyi düşündün!”
"İyi o zaman!”, dedim, "Bir aferini hak ettik!”
"Yok, daha da neler!”, dedi Şehrinaz, huylandı. Karanlıkta yüzüme bakmayı denedi, ama çekindi, biliyorum bana artık rahat yok!
"KASAP çipil gözlerini aldırdığı dünyanın ele avuca gelmez görüntüleri içinde kendine yarayacakları aranıp duruyor!”, dedi Şehrinaz, "Gölgelerden sıyırıp yüzünü , sonra karısına dönüyor, yarı karanlıkta örtünün dışında kalan yayvan kalçalarına bakıyor..."
"Çok bakıyor mu?”, dedim. Güldü.
"Hoşuna gitti bakıyorum?!”, dedi.
Yürüdüm, odadan çıktım, salondaki duvar aynasında savrulan gölgelerin ardında kendime baktım. Hayal falan gördüğüm yoktu. "Hayrola?”, dedi karanlık yüzlü adam, "Yüzünüzdekiler!”
Ne var, diyemedim, Aynanın içinde gizlenip onlara hadlerini bildirmek içten bile değildi. Karım hepsi bir filmdi zaten, diyordu yüzüme bakıp gülümseyerek, hayatın kendisi bir film der gibiydi sanki. Dolmuşun camlarında bir sineğin vızıltısına kulak kabarttım, kimsede kalkıp bir şey yapmıyordu, sineğin kanatları giderek büyüyor, dedim Hanımefendi, bakın görüyor musunuz? Sonra yine balık etlisi kadına dönüp duyargalarının içinde birikmiş sıvıyı akıtacak boş bir alana rastladığını düşünelim, dedim, Ürkerek yanımdan ayrıldı, camiamın yok oluşu soluk kesiciydi, Soğuk Sinek, kadının bacaklarındaki kaşıntının kökeni, diye düşündüm, sonra dönüp aynısını kadına da söyledim ki beni rahat bıraksınlar; "Pis sinek!”, dedim, "Çekil oradan bakayım!”
"Karın seni aldatıyor!” sözleri kulaklarımın içinde yoğrulup bir kapı aramışlardı, yoksa böyle değil miydi, yoksa her şeyi filmdeki sahneyle mi karıştırıyordum? Şimdi bunlarla kafam iyice karışmış, ama karımı da uyandırmaya kıyamadığımdan ne yapacağımı bilmez bir halde "Cüce n'olacak, pis bir cücenin başı altından çıktı bunlar!", sözleriyle kendimi avutma yoluna gittim.
O saatte, o dakikada kötü şeyler olup bitmiş, gölgelerini önüne yaydığı derli toplu olmayan görüntüler karanlık bir kütle olarak önümde açılmaya başladığında ilk olarak Cüce Gave’nin yüzünü seçebildim. Kalın parmaklarımla dokunamayacağım bir yüzde saklanmıştı küçük adam. Gülen gözlerinde oyuncak bebeklerin şirinliği okunuyordu, küçük bir bebek olmalıydı. Çocuksu oluşunun ardında gizlenmiş olan şeytansılığı unutamıyordum bir türlü, karım oldukça neşeli, kahkahalar atarak onlara doğru ilerlemekteydi. Elimin tersiyle bunlardan kurtulmayı denedim, kendi tenlerini buluncaya kadar akla karayı seçmiş gibiydiler.
Uzatılmış bir anın içinde savrulup gidiyorlardı, onları yönlendiriyormuş gibi elimdeki bıçağı ete saplayınca hepsi bir tarafa savrulacak, bu karabasan da noktalanmış olacaktı, bir yerde. Aynadaki yüzüme baktım daha sonra, gözlerimin ışığındaki dalgalanmada da aynı hayal işaretleri dolaşmaktaydı. Ama Gave, bunun tam tersine gayet rahat, kendine güvenen bir poz takınmış, hiçbir şey yapmadan bana bakıyordu. Resimlerdeki gibi ona böyle bir yüzü ben yakıştırmıştım, şimdi ise bu yüzü nasıl sileceğim derdine düşmüş, bocalayıp durmakta, resmen ecel terleri dökmekteydim.
Canım sıkılmış gibi sonra o resmi de kaldırıp belleğimin karanlık bir köşesine atmakta sakınca görmeyen yüreğinin kamerasına söz geçiremeyecek bir hale gelmiş çirkin kasabı oynamak istemiyordum artık. Dehhak Döngel’in kadınlar konusunda söylediği şeyler bir bir çıkıyordu üstelik.
Onların dış görünüşüne aldanıyorduk, dış görünüşleri ne kadar düzgün, kusursuz olsa da iç dünyaları hep inişli çıkışlı oluyordu, çünkü ruhları bozuktu, iç dünyalarının bozukluğu çoğu erkeğin başına bela getirirdi, onlardan uzak durmalıydım. Dehhak Döngel sözlerini daha bitirmemişti ki boş bir levha belleğimin karanlığına gelip yerleşiverdi. Karanlık yüzlü adamın ,"Karınız sizi aldatıyor!", dediğini ne yaparsam yapayım, unutamıyordum işte...
Böyle bir öğlen saatinde hayallerinin peşinden koşacak bir kasabı bağışlamayacaklarını düşünerek, elimin tersiyle hepsini belleğimin karanlığına göndermekte bir sakınca görmeyen ben, umutsuzluğa kapılır gibi olmuştum bir an.. Yoksa Cüce her şeyin farkında mıydı? Gözlerimi karanlıktan alıp ışığa getirdiğimde Gave’nin gitmiş olduğunu gördüm. Rahatım, dedim, şimdi çok rahatım! Kimsenin kuşkulanmayacağı bir alandaydım. Hayallerimin ortasında bir peri kızı gibi karım durmaktaydı, yine o kadın gibi gülüşü vardı, siyah pelerine benzeyen şeyi niye giyindiğini sordum.
"Bana böyle sorular sorma!", dedi Şehrinaz, "Finamek, Güzelim!”
Cüce Gave’nin elinden tutmuş kayalıklara tırmanırken aynı kahkahalar yankılanıp durmaktaydı kayalıklarda. Ona sırtını dönmüş umursamaz görünen siluet, yoksa benim miydi? Daha fazla oyalanmamak için bıçağı götürüp tezgahın üstüne koydum, yüzüme su vurduktan sonra biraz olsun kendime gelebilmiştim, sonra havayı dinlemeye koyuldum, arkamdaki karaltı beni bundan alı koymuştu.
Kalın siyah çerçeveli gözlüklerimi taktım, keyfîm yerine gelmiş gibiydi, yine de sıkıntılıydım, havayı burnumun ucuyla koklarken tınmayan sessizlikte iyi gitmeyen şeyleri arandım. "Karın seni aldatıyor!", sözleri kulaklarımın içini oyup duruyor, orada tadı bir melodiden çok yüreğimi hoplatıp ağzıma getiren uğultulu, baş döndürücü bir ses kütlesine, oradan da sanki karanlıkta bir insanı boğazlıyorlarmış gibi boğuk hırıltılara bölünerek çoğalıyor, önümde uzun bir helezon oluşturuyordu.
"İşe geç kalacaksın Finamek!" dedi Şehrinaz, "Bu ne uyku böyle, gaflete mi daldın?"
"Yok, yok…", dedim, "Giyiniyordum. Giyinir giyinmez gideceğim sultanım!"
O gün sabah asabım da çok bozuktu, Market’in Büyük Kapısı'ndan içeri girer girmez Kasaphane’nin yolunu tutmuştum, A.Kasası'ndaki kasiyer kızın anlamlı bakışları altında inleyen bir Cüce bile asabını düzeltmeye yetmemiş, bu kadar komiklik hiçbir yerde olmaz ki burada da olsun Finamek’ciğim diyen Kiyanüs, beni hafife almakta pek aceleci davranmıştı aslında. Kimseye pabuç bırakacak bir halim yoktu.
O gün öğleden sonra işlerin yoğun saati olduğu halde şansıma radyoda istek programında unutulmayanların müziği çıkmıştı. Başka bir gündü, bundan iki hafta öncesine gitmekte zorlanmamıştı belleğim, hem üstelik ne Şehrazat, ne de Mihri Mah işten çıkartılmışlardı. BİLGİ İŞLEM MERKEZİ’nden daha yeni çıkıyordum, Dehhak Döngel’in söyledikleri bununla birlikte kulaklarımda harmanlanarak uzun bir koridorluk oluşturmuş, döne döne savruluyorlardı. Kaybolup giden beni bulacakmışım gibi, ya da bulsam da o eski ben olmayacakmışım gibi, kederli kederli Şehrazat'ın yüzüne baktım, parfümerinin oradaydılar üçü de.. Şehrazat, Mihri Mah, bir de Müjgan..
Oyuncakların olduğu reyonda çocukların şamatası Kiyanüs’ün sinirlerini tepesine çıkarmıştı, "Çocuklar oyuncakları dağıtmayın!", diyordu, "Alacaksanız alın, almayacaksanız rahat bırakın onları!" Sonra bana bakıp gülüyordu. Maskelere bakmaktan kendimi alamadım, Siyah Şemsiyeli Kadın da oradaydı, Siyah Kedi’nin yanında duruyordu, Sindy Bebeklerin olduğu bölmelerde ıssızlık dolaşmaktaydı, bir kadının yalnızlığına asılıp kalmış zamanı yumuşatmak için sarkaçlara asılan cüceler yine çığlık çığlığa odanın içini dolduruyorlardı.
Kendirev Bey ,karanlığından çıkıp gelmiş maskelerden birini Şehrazat'ın yüzüne geçirmeye uğraşırken, hiç de komik değil dedim, kadın hiç gitmedi, Kendirev Bey hep onun yanındaydı. Alt bölmedeki pandalara bir sözü yoktu Siyah Şemsiyeli Kadın’ın, hatta onları ne kadar çok sevdiğinden söz açmıştı. Köpekler ve konuşan pilli papağan cücelere bulanmış zamanın ayarıydılar. Tezgahın arkasında aynadan görebildiğim kadarıyla bungun ve üzüntülüydü. Kendinden bile kaçırdığı bir şeyler olmalıydı.
"Selam yok mu?”, dedim, "Hayırdır bu günler de pek dalgınsınız!”
"Başın kalabalıktı da onun içi Finamek Usta!" dedi, kalabalığın içinden sıyrılarak Büyük Kapı’dan çıkıp, gözden kayboldu.
Cemal Çalık, 11.08.2016, Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Düşlerin İsyanı, Roman