13 Ağustos 2016 Cumartesi

SA3297/KY26-CA69: Direniş Ödevleri

"Darbelerden ders almak, terörize edilme sebeplerine karşı teyakkuzu, nezih bir dili ve nezaketi, haklıya özgü edebi ve adil yargı titizliğini korumak anlamına da geliyor. Ve elbette darbe girişimi gözaltıları içinde şayia kurbanlarının da bulunması ihtimaline karşı büyük bir hassasiyet gösterilmesi şart."


Yaşadığımız ezoterik cuntacı darbe girişimi birçok açıdan kendine has özellikler arz ediyor. Bir darbeden ziyade işgal girişimi yaşadık. Bu girişimin halk/millet tarafından geri püskürtülmesinde destansı bir yan var. Kitleler yüreklerinin sesini dinleyerek meydanlara koştular, Cumhurbaşkanı’nın çağrısı üzerine koşmayı sürdürdüler. Sahici olana çağrıya sahici bir şekilde anında katılarak sokaklara ve meydanlara çıkanlar, haklarında mevcut önyargıları şaşırtan bir direniş sergilediler. 

Bir bakıma kendi varlığımıza set vuran önyargılarımızı da aştığımız söylenebilir. Benzeri sözleri birçoğundan duydum son günlerde: “Kendimizden umudu kesmiştik, bizden ne olur ki diyorduk, birden soylu bir halk, bir millet olduğumuzu gördük, yaşadık.”

Böyle bir direnişte ortaya çıkan dayanışma, benlikler üzerinde arındırıcı bir etki uyandırabilirmiş. Belki ileride bir devrim olarak adlandırılacak bir tecrübeydi paylaştığımız. Wallerstein “katharsis anı” diyor: “Halk’ın en nihayet egemenliğe kavuşmasına karşılık gelen” bir çalkalanma ve durulanma. Hiç kolay yaşanmadı bu süreç; silahsız bedenimiz delik deşik edildi, şehitler verdik. Ödediğimiz bedel, bundan sonra ne olacağı üzerine düşündürüyor. 

Yeniden yapılanma, geçmişe dönük bir muhasebeyi de zorunlu hale getiriyor. Aliya’nın deyişiyle: Yapmamız gereken neyi yapmadık, yapmamamız gereken neyi yaptık? Söz gelimi, gerçek anlamda ihtiyaç duyulan temel değişiklikleri erteleyerek, dünya sisteminin telkin ettiği yarışta yer almaya çalışıyorduk. Küreselleşmenin bize telkin ettiği amaçları hatırlayalım: Tüketim, yenilik ve güvenlik. Bir taraftan tüketimde teselli aramaya sevk edilirken kuşkulara gark olan, çaresizce paniğe sürüklenen bir toplum manzarası sunmaya başlamıştık.

Dolayısıyla, arınmanın sağladığı duru bakışımızın istismar grupları tarafından kirletilmesine izin vermememiz gerekiyor. Her duyulana inanmamanın, buna karşılık her inandığını da sorgulamanın gerektirdiği bir dönem bu. Çeşitli kademelerde ortaya çıkan boşluklarla ilgili spekülasyonlar yapılıyor. Listeler yayılıyor sosyal medyada. Kimileri kendi sicillerini aklamak, kimileri ise kişisel hesaplar görmek için abartıyor ses tonunu. 

Yeni bir imaj oluşturma gayretiyle, sözde FETÖ ve darbe karşıtlığı adına bambaşka insanların üzerine gitme şeklinde yöntemlere başvuranlar da eksik olmuyor. “Yakaladığı” hain üzerinden kendi geçmişinin izlerini örtbas etme çabası sıradan bir taktik olsa gerek. Abartılı bir öfke dili, çoğu zaman ya korkuyu yansıtıyor ya da arzuyu.

Darbelerle dolu geçmişimizin üzücü örnekleri, bu dönemde yetenekli insanları endişeye sürükleyebilir. İleriye gitse hedef alınması işten olmaz. Turgut Özal’ın, Muhsin Yazıcıoğlu’nun meşkuk ölümleri, Recep Tayyip Erdoğan’a suikast girişimleri… Menderes zaten aşikâr bir ihtiyat sebebi. Yeniden yapılanma dönemi, kişisel veya gruplara özgü hırs ve intikam planlarından nasıl korunacak? 

Sorun yine liyakat konusunda düğümleniyor. Hz. Peygamber’in (sav) kamu işlerindeki önemli konumlara, çok hevesli görünenleri atamaktan uzak durmasının bir hikmeti var muhakkak ki… Salih amel üzerine daha çok düşünme sorumluluğu yüklüyor, maruz kaldığımız bu kanlı girişim. Liyakatten yoksun atanmış, tutunmak için türlü karanlık ilişkilere yönelir ve mesleki başarı için harcaması gereken enerjiyle zamanı bu ilişkilere sarf eder.

Sık sık aklıma Dostoyevski’nin Ecinniler’i geldi darbe girişimini izleyen günlerde. Hüsn-ü zanla yaklaşıp bazen sessizlikle karşıladığımız gündemlerin ötesinde de gündemler varmış. Müslümanın Müslümana takiyyesi, tarihi örnekleri eksik olmasa da hayal edemediğimiz bir olgu. Aynı ev içinde bile kardeş kardeşin niyetine yabancı mı kalırmış? (Beri taraftan İslamcılık, fazlasıyla dışa dönüklüğü, açık sözlülüğüyle tanınır.)

Son tahlilde gizlilik içinde hücrelerle aynı amaca doğru yol alan örgütler birbirine benzemeye başlıyor. Kriz veya dönüm noktalarında kendi davası uğruna “elinin altında bulunan”ı intihara zorluyor, kitlelerin üstüne ateş açıyor. Karanlıklarda süren hesaplaşmalar failleri örtbas ettiği gibi, mağdurları da görünmez kılıyor. Kadın subaylara yapılan mobbing haberleri bir örnek. Bu tür haberlerin medyada daha önce niye duyulamadığı veya lâyıkıyla yer almadığı, kendi metinlerimizi, o sıralarda nerelerde olduğumuzu sorgulamaksızın cevaplamakta zorlanacağımız bir soru.

Medya bu darbe sırasında darbecilerin amaçlarına ulaşmasına karşı bir dil kurmayı başardı. Elbette bunun sebeplerinden biri, ekranların çeşitliliği. Bundan sonra da medyanın daha çoğulcu ve cesur olmasının teşvik edilmesi gerek. Vergisini ödediği medyada gündeme gelen yeni ve önemli projeler konusunda kamuoyu bilgilendirilmeli. Her zamankinden daha şeffaf ve çalışkan olma sorumluğu yüklüyor bize yaşadığımız günler. Tabii feraset sahibi olmak için de dua etmeliyiz.

Darbelerden ders almak, terörize edilme sebeplerine karşı teyakkuzu, nezih bir dili ve nezaketi, haklıya özgü edebi ve adil yargı titizliğini korumak anlamına da geliyor. Ve elbette darbe girişimi gözaltıları içinde şayia kurbanlarının da bulunması ihtimaline karşı büyük bir hassasiyet gösterilmesi şart.

Baskı ve dışlanma karşısında kendini ifade yollarından mahrum bırakılan, kolayca yer altına çekiliyor. Sistemin karanlık hücre faaliyetlerine izin veren zaafları açık seçik bir dille tartışmaya açılmalı. 1923’den itibaren Takrir-i Sükûnlarla ve çeşitli isyan ve (hatta) protestoları bastırma gerekçesiyle kurulan İstiklal Mahkemeleri’nin oluşturduğu tedhişle, mütedeyyin insanlar kamusal alandan dışlanıp bir bakıma kapalının da kapalısı cemaat faaliyetlerine yönlendirildiler. Yaşadığımız tecrübe, Kemalistlerin haklı olduğu anlamına hiç gelmiyor. TSK zamanında alnı secde gören insanlara kapılarını açmış olsaydı, Fethullahçılar işte böylesine gizli saklı yollarla yayılma istidadı kazanamayabilirdi.

Kemalizm, mütedeyyinleri “agora”dan uzaklaştırırken hücre örgütlenmelerini teşvik eden bir ayrımcılığı, ayrıştırmayı seçti. Böylelikle yaşanan dışlanmanın agorafobinin yanı sıra bazı dinî grupları, şifrelerle, temsillerle, parolalarla bir oyun misali geliştirilen karanlık örgütlenmelere sevk ettiği söylenebilir. 

Topluma karşı asli yüzüyle görünmeyen her örgütlenme, nihai planda yıkıcılığa meylediyor. Darbe girişimi karşısındaki direnişimiz, ayrışmayı değil kaynaşmayı mümkün kılan bir kamusal alan için elimizden geleni esirgememe ödevini yüklüyor bize. Direnişimizi yücelten şehitlerimize şaibe ve lekelerden arındırılmış bir yeniden yapılanma dönemi borçluyuz.


Cihan Aktaş, 13.08.2016, Sonsuz Ark, Konuk Yazar,  Perspektif Yazıları, 



Sonsuz Ark'ın Notu: Cihan Aktaş Hanımefendi'den yazıları için yayın onayı alınmıştır.  Seçkin Deniz, 09.05.2015







Yazının ilk yayınlandığı yer: Dünya Bülteni:
http://www.dunyabulteni.net/yazar/cihan-aktas/20733/direnis-odevleri

Seçkin Deniz Twitter Akışı