“Bu sabahtan sonra kendimi çok daha iyi hissediyorum. Oturup uzun uzun, ne kadar büyük kötülüklere muktedir olduğumuzu ilk elden keşfedişimin verdiği düş kırıklığı üstüne yazdım. Oysa en ağır koşullarda bile insan kalabilme gücü ve yeteneğini keşfetmekte olduğumu da yazmalıydım, ki bunu daha önce bilmezdim. Galiba aslolan, onur.”
“Sadece anneme yazmak istedim ve ona kronik, sinsi bir soykırıma şahit olduğumu anlatmak istedim. Gerçekten çok korkuyorum ve insan doğasının iyiliğiyle ilgili temel inancımı sorguluyor. Bence her şeyi bırakıp bunun durdurulması için hayatımızı adamak yapılacak en iyi iş. Sanmıyorum ki artık bu yapılacak aşırı bir şey olsun… Bu durmak zorundadır."
Bu cümleler Amerikalı bir eylemciye ait. Annesine Gazze’den yazdığı mektubunda ‘Bunun durdurulması için hayatımızı adamak yapılacak en iyi iş" diye sesleniyor Rachel Corrie. Ve hayatını adadı.
2003 yılında Gazze’de Filistinlilerin haklarını savunurken İsrail ordusuna ait bir buldozerin altında kalarak can verdi. Rachel Corrie’yi bana hatırlatan ise İsrail’in Hayfa kentinde cinayetten tam 7 yıl sonra görülmeye başlanan davası oldu.
Dava Rachel’i, Rachel ise insanlığı, insanlığımı hatırlattı. Ailesi ile görüştüm, Rachel’in gönderdiği mektupları okudum. Nasıl bir duyarlılıkmış nasıl bir insanlıkmış anlamaya çalıştım.
"İnanamıyorum ve dehşet içindeyim. Ümidim kırıldı. Dünyamızın temel gerçekliğinin bu olduğundan ve gerçekte bizim buna ortak olduğumuzdan dolayı hayal kırıklığı içerisindeyim. Buradaki insanların bu dünyaya geldiklerinde istedikleri bu değildi… Yani eğer deli gibi görünürsem ya da İsrail ordusu beyazlara zarar vermeme yönündeki ırkçı eğiliminden vazgeçerse, lütfen suçu iki kere, dolaylı olarak benim de desteklediğim ve hükümetinin büyük ölçüde sorumlu olduğu bir soykırım ortasında olduğum gerçeğinde arayın.”
Rachel’in annesine yazdığı bu satırları defalarca okudum. Ve dini, dili, ırkı farklı olan bir insanın ülkesinden binlerce kilometre uzaklıkta yaşanan bir dramı nasıl bitirebilirim düşüncesine kapıldığını çözmeye çalıştım. Her defasında eksik kalan bir tarafı var bulmacanın çözemedim. Gazze’de İsrail buldozerleri Filistinlilerin evlerini yıkarken kendini o makinelerin altına nasıl attı anlayamadım.
Rachel’in insanlığını, hislerini, dik duruşunu, zulme boyun eğmeyişini çözmeye çalışırken, başka Rachel’lar gördüm. Oysa içine düştüğüm ikilemi çözememiştim. "Ne kadar İnsan olduğum?" sorusuna daha cevap bile bulamamıştım.
Kudüs’ün en sorunlu bölgesi Şeyh Cerrah Mahallesinde evleri ellerinden alınan Filistinli aileler ile birlikte kalan Amerikalı genç eylemciler ile karşılaştım. Sokak ortasına Çadır kurmuşlar.
Filistinlilerin çadırlarının hemen yanı başına. Ve yapılan haksızlığa tüm insanlık adına dur demek için gelmişler. İsmi Aaron Young olan Amerikalı genç, 'Gerekirse hayatını bu yola vermeye hazır olduğunu' söylüyor ve ekliyor evde rahat koltuğumda oturarak Filistinlilerin acısını paylaşamam. Amerikalı gencin her söylediği söz batıyor bana ve her defasında "Ben de insan mıyım?" diye düşünüyorum. Ve sanırım uzun süre düşünmeye devam edeceğim.
Rachel Corrie’nin ailesine Gazze’den yazdığı mektuplardan küçük bölümler.
“… Sadece anneme yazmak istedim ve ona kronik, sinsi bir soykırıma şahit olduğumu anlatmak istedim. Gerçekten çok korkuyorum ve insan doğasının iyiliğiyle ilgili temel inancımı sorguluyor. Bu durmak zorunda. Bence her şeyi bırakıp bunun durdurulması için hayatımızı adamak yapılacak en iyi iş. Sanmıyorum ki artık bu yapılacak aşırı bir şey olsun. Hala Pat Banatar şarkılarıyla dans etmek istiyorum, erkek arkadaşlarım olsun ve iş arkadaşlarıma şaklabanlıklar yapayım. Fakat bunun da durmasını istiyorum. İnanamıyorum ve dehşet içindeyim. Ümidim kırıldı. Dünyamızın temel gerçekliğinin bu olduğundan ve gerçekte bizim buna ortak olduğumuzdan dolayı hayal kırıklığı içerisindeyim. Buradaki insanların bu dünyaya geldiklerinde istedikleri bu değildi… Yani eğer deli gibi görünürsem ya da İsrail ordusu beyazlara zarar vermeme yönündeki ırkçı eğiliminden vazgeçerse, lütfen suçu iki kere, dolaylı olarak benim de desteklediğim ve hükümetinin büyük ölçüde sorumlu olduğu bir soykırım ortasında olduğum gerçeğinde arayın.”
“... Gerçekten de dünyada böyle bir zulmün kıyamet koparmadan geçiştirilebilmesine inanamıyorum. Canımı yakıyor, geçmişte de yaktığı gibi, dünyanın böyle korkunç bir hale gelmesine göz yumuşumuza tanıklık etmek... Yukarıda sıraladığım onca durum ve dahası usul usul, çoğunluk örtük ama son derece güçlü bir biçimde, belirli bir insan gurubunun hayatta kalma yeteneğini elinden almaya yönelik. Burada gördüğüm, bu... Bunun sona ermesi gerek. Hepimizin her şeyi bir yana bırakıp hayatımızı, bunun sona ermesi için çabalamaya adamanın iyi bir fikir olduğuna inanıyorum.”
Bu da son mektubundan;
“Bu sabahtan sonra kendimi çok daha iyi hissediyorum. Oturup uzun uzun, ne kadar büyük kötülüklere muktedir olduğumuzu ilk elden keşfedişimin verdiği düş kırıklığı üstüne yazdım. Oysa en ağır koşullarda bile insan kalabilme gücü ve yeteneğini keşfetmekte olduğumu da yazmalıydım, ki bunu daha önce bilmezdim. Galiba aslolan, onur.”
Fatih Er, 19.08.2016, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Haber'in Değeri
Fatih Er Yazıları
Takip et: @fatiher99
Sonsuz Ark'ın Notu: Fatih Er Beyefendi'ye çalışmalarını bizimle paylaştığı için teşekkür ederiz. Seçkin Deniz, 01.07.2016
İlk Yayınlandığı Tarih: 14 Mart 2010
İlk yayınlandığı Yer: Fatih Er
http://erfatiher.blogspot.com.tr/2010/03/ne-kadar-insanz.html