"Yaşamım düş kurmakla geçti ya!"
"
"Ayıbımı yüzüme karşı söyleyen bana zulüm etmemiş,
aksine bana bir armağan getirmiş demektir."
Ferideddin-i Attar
Bölüm Sekiz
-I-
Şehrinaz o sokakların birindeydi, akşam Kaleiçi'ne indiğimde onu nerede bulacağımı çok iyi biliyordum, sadece benim için gelecekti; yürüdüm, bekçinin daha fazla dikkatini çekmemek için çantamı arabanın bagajına attıktan sonra yanıma yöreme fazla bakınmadım, başka şeylerle fazla oyalanmadım.. şoför mahalline biner binmez arabayı çalıştırdım..
Otoparktan çıkar çıkmaz sanki yeni bir dünyaya adımımı atıyordum, caddeden hemen sola saptım, oradan sahil kenarına giden yolu takip ettim, karanlık sokaklar geçtim, dolambaçlı sokakları dolaştım, sonra beni Şehrazat'a götürecek eski yola sapışım öyle ani oldu ki; sanki bir rüyada gibiydim.
Şehrinaz o sokakların birinde beni bekliyordu, beni yolumdan alıkoyacak şeylerden hep uzak durdum veyahut görür görmez kaçtım. Gece yarısına kadar sürdü bu arayışım, Kaleiçi'nin her yerini karış karış gezdim, gidilmedik yer bırakmadım, ama Şehrazat'tan bir ize bile rastlayamadım; gördüklerimin, yaşadıklarımın artık bir hayal olduğuna inanacaktım neredeyse, belki de bir serap görmüştüm, sayıklar bir anımda Şehrazat'ı gördüğümü sanmış, büyük bir aldanışa kendimi kaptırmıştım.
Çaresiz hayal kırıklığımı gizlemeden Kaleiçi'nde gittiğim barlardan birine yol aldım, kendimi ancak böyle iyileştirebileceğimi sanıyordum.. Dar bir sokaktan Nissan'la güç bela geçtim, köşede durdurup Z. Bar'dan içeri daldım; kötü bir Rock parçası çalmaktaydı, insanlar gecenin bu saatinde içkinin de tesiriyle kendilerinden geçmiş bir halde uçuyorlardı, dans edenlere baktım bir zaman, başını sallayan bir kıza baktım, gözlerimi bir projektör gibi etrafında dolaştırdım, sonra gözlerim bir an barmen kıza takıldı, siyah simsiyahtı üzerindekiler.. Şehrinaz barmen kızın kılığına girmişti, insanlara içki dağıtıyordu, sonra bir an göz göze geldik, beni hemen tanıdı, davetkar bakışlarıyla beni çağırıyordu..
"Bu insanların içinde işin ne?”, dedim, gülümsedi, "Ona kur yapıyorsan eğer daha iyi bir ağız kullanmanı tavsiye ederim", dedi yanımdaki adam, kafayı iyice bulmuş olmalıydı ya da ne konuştuğunu çok iyi biliyordu, ikisinden birini seçmem gerekirse ikinci şıkkı seçerdim hiç çekinmeden.. Onun kulaklarına göre bir ağız olmadığımdan söz etti, hemen anladım, beni deniyordu..
"Hadi gel, seni götürmeye geldim Şehrinaz!”, dedim. Saatine baktı, sonra barın sahibine, sonra yine bana baktı, "Beni arka kapıda bekle!”, dedi, "Hemen geliyorum!”
Sokağa çıktım, elektrik ışığının solgun sarı ışıkları altında barın kapısının arkamdan nasıl kapandığını ve beni artık başka bir dünyanın beklediğini düşündüm. Nissan'ı hemen çalıştırarak arka kapıya yöneldim.. Sonsuz bir şükranlıkla kanatlandı Nissan; uçmaya hazırdı, Bar’ın arka kapısına yanaştım ve Şehrinaz’ı beklemeye koyuldum.
"Her zaman böyle mi yapardı?”, dedi.
"Şehrinaz’ın ne zaman, nerede, nasıl karşıma çıkacağını öğrendim!”, dedim, "Ey yokluğun mirasçıları!”
Sonunda Şehrinaz barın siyaha boyanmış arka kapısından çıkıp geldi. Üzerindekileri değiştirmiş, çok sevdiğim o siyah etekliğini giyinmişti.. gölgesine sığınarak, barın duvarda gölgesi bir uzayıp bir kısalarak en sonunda bana geldi Şehrinaz! Nissan Altima’nın ön kapısını açtım, içeri buyur ettim, akşam bizimdi ve anladım ki Şehrinaz benim için böyle giyinip kuşanmış, takıp takıştırmıştı, şövalyenin yalnızlığına yalnızlık katmak için.
Bar’ın olduğu sokaktan uzaklaştık ve beni bilinmezliğine çekmesi için çok yalnız olduğumu ve de acıyan yanlarımın yüreğimi nasıl kemirdiğini söyledim, sonra ona yine her zamanki hayranlığımla baktım, "Şehrinaz!”, dedim, "Neredeyse bitmek üzere!”
Dikiz aynasından beni süzüyordu Şehrinaz; aklı başka yerlerdeydi sanki, dalıp gitmişti. Onu dalıp gittiği yerlerden geri getirmek için, "Senaryonun sonuna neredeyse geldim sayılır!”, dedim, "Tetikçi, Patron Neriman'ı öldürmek için o sabah evden çıkarken Gazeteci Y., Yurttaş Keyn'in ofisinde yeni bir maceranın kollarına atılmak için geniş çapta bir plan yapma hazırlığı içerisindeydiler. Ne olacak üç us kaçkını da şehrin vebasından ancak böyle sıyırabiliyorlardı. Gördükleri hayalleri satmak için bir şirket kurma sevdalısı kesildiklerinde, şizofrenilerinin nereye kadar gittiğini ve toplumun psikozuyla ters orantılı davranışlarının faturasını hayatlarıyla ödeyeceklerinin farkında bile değillerdi. Oysa her yanı kuşatmış vebadan kurtuluşlarının olmadığını biliyorlardı aslında. Yazar bozuntusu herif bodrum katta yaşadığı için farelerin civleyerek fink attığı günlerin birinde esinlenip, onlara bunu o aşılamıştı."
Şehrinaz yüzünü bana döndü, arabayı daha hızlı sürmemi haykırdı, şehirden uzaklaştık ve bizim olduk. Işığa sürünen, Şehrinaz’a sürünen gece daha bir büyüdü, içinden çıkılmaz oldu sanki.
Şehrinaz’a boğuldum. Uyandığımda Şehrinaz gitmişti, Nissan'ın içinde yalnızdım. Sonra o kolyeyi gördüm, Şehrinaz, kolyesini koltuğun üzerine düşürmüştü. Onu hemen alıp avucumun içinde sıktım, o geceden kalma bir anıydı bana. Sonra hayal etmeye başladım.. yine Nissan'ın içindeydik, bir peri kadar güzeldi, her zamanki gibi kışkırtıcı ve de bir o kadar bilinmez.
“Markette işler nasıl?”, dedi söyledim, “Market nasıl gidiyor?”, dedi anlattım, sonra aklıma çok önemli bir şey gelmiş gibi, "Feridun Bey benden kuşkulanıyor, dedim, sanki her an bir hata yapmamı ve beni sepetlemenin yollarını arıyor. Bir gün bunu başaracağına o kadar emim bakışları var ki", dedim, güldü, “Kafana fazla takma!”, dedi, sustum ve yüzüne baktım.
Sanki ona dokunsam bitecekti, sönecek, kaybolacaktı.. bu yüzden ona dokunmak istemedim, onu hep seyrettim, bana hep yol gösterdi, nereye gideceğime dair bir ışık oldu, onunla var olabiliyordum ancak, diyordum.
Onunla soluklanabiliyordum. Bu yüzden kaç defa ısısız sokaklarda konakladım, diyordum..
Üzerime çöken ıssızlıkta büyüdüm, diyordum.
Köpek ulumaları gelirdi, bir kadın nedense barın kapısında derin tok kahkahalarla gülerdi, anlamadığım müzik melodileri çalınırdı kulağıma.
Sonra ışıklar bir yandı bir söndü, aynada savrulan görüntülere baktım, yine o ışık önümde açıldı, bir başkası benim yerime konuşuyordu sanki.
"Olaylar!", diyordum, "Sevgili karıcığım benim, köpeğin akşam vakti marketten içeri dalmasıyla başladı. Neredeyse Büyük Kapı'nın sağındaki mankeni devirecekti. Kapıdaki görevliler nasıl olduğunu bile anlayamamışlar.. tabi bir sokak iti bu, terbiye almamış öbür süs köpekleri gibi.. hemen soluğu reyonlarda almış, belki de hızını alamadığı için zavallıcık. Bu yüzden geç kaldım, başka ne olabilir?”
Öyle bir anlatış tarzım vardı ki, markettekileri telaşa veren köpeği iyiden iyiye merak eden bir kadını buluyordum karşımda.
"Tamam, tamam!", diyordu Şehrinaz, "Her şeyi sırayla anlat. Ne oldu, nasıl oldu?”
"Ruh portresinden önce fizik portresini verelim o zaman!", diyordum ben de.
"Sen nasıl istersen!", diyordu Şehrinaz.
"Siyah renkte, açlıktan derisi kaburgalarına yapışmış, Dostoyevski'nin 'Ezilenler' romanındaki Yaşlı Adam'ın uyuz iti gibiydi!", diyordum sonra, "Reyonların arasında mekik dokuyordu, o kaçtıkça reyoncular da peşinde koşup durmaktaydılar. Yoğun ilgiden memnun kalmıştı!"
"Ne var bunda, n'olmuş?”, diyordu Şehrinaz, "Sonunda yakalanmadı mı yani?”
"Evet, yakalandı!", diyordum.
"Eee?”, diyordu.
"Ee'si!”, diyordum, "İkincisinde oluyordu olanlar."
"Nasıl ikincisi?”, diyordu, "İkincisi de mi var?”
"Dinleyecek misin, dinlemeyecek misin?”, diye uyarıda bulundum.
"Nasıl olmuşsa bir yolunu bulup tekrar içeri girmeyi başarmış sevgili köpeğimiz…" diyordum, "Durumdan rahatsız olan Kiyanüs olaya hemen el koymuştu.. köpeğin bu kadar ilgiye karşı yaptıkları onun da bir canlı olarak köpekçe değersizlik duygularına sahip olduğunu göstermekteydi, diye düşünmüştüm.. kahkahalarımı tutamamıştım, "Mubit!" demiştim, "Mabetin Mubit’i de sonunda bulundu işte!" Değersizlik duyguları çok olan bir köpek lafına Kiyanüs da gülmüştü. Her zamanki kahkahalarını atmaktan geri durmadı, sonra ben de güldüm. Mahi Azadecuy trenin sol koridorluğunda çiklet satmaya döndü..."
"Mahi Azadecuy kim?”, diye soruyordu Şehrinaz.
"Hiç, hiç!", diyordum gülümseyerek, "Cemşid Ulu'nun bilinçaltı üvertürü. Anlayacağın bir açmazdaki ben!"
"Ne işi var trende, onca insanın içinde?”, diye sorsaydı, ne diyeceğimi bilemeyecektim belki de.
Şehrazat'ın sorusuna Cemşid’in apışması gibi apışacaktım ben de; kem küm edecektim, olmadı, lafı dolaştıracaktım. Cemşid’in Adası benimkinden daha anlaşılmazdı, her şeyi bitirebilirdi istese. Ş.'nin resimlerini getirdin mi? Kendimi kaptırdığımda, Şehrinaz'ım kimlerden söz ettiğimi anlayamıyordu artık. Kocasının dalgınlığı, kendini senaryoya kaptırmasıyla orantılı bir denklemdi bir yerde.
Dünya'nın Beyin Mimarları lüks kamerada yolculuk yapmayı uygun görmediklerinden, en arkada yer alan üçüncü sınıf vagonu seçmişlerdi. Cemşid Ulu bu sayfaları yazarken dağılmış, kendini kolay kolay toplayamamıştı. Heyecanı doruklardaydı, karısı Şehrazat’ı bile gözünün gördüğü yoktu.
"Az kaldı!", diyordum," Benim güzelim, hem de çok az!"
"..."
"Bir aksilik olmazsa, umarım ki olmaz!"
"Neredeyse bitmek üzere…"
"Sonunda köpeği kapı dışarı ettiler, ama köpek -Mubit!- her numaraya baş vurmuştu, değersizlik duygularını tatmin etmişti, hoşuna gitmişti bunlar, sopayla kovulmak bile ona güzel göründü!"
"Ben yatmaya gidiyorum!" diyordu Şehrinaz, "Yarın nöbetim var!"
"İyi!”, diyordum, "Sen bilirsin!”
Kalkıp televizyon odasından dışarı çıktığımda, karanlık salonda yürüyordum, çalışma odasının kapısı aralık olduğu için hayalin karanlığından da faydalanarak içeri süzülüyordum, ışığı yakmadan önce karanlıkta kitaplara bakarken, hepsi de yerinden çok memnun diye düşünüyordum, Şekerci gelip karşımda dikiliyordu, Mihri Mah'ın çıkmasına sanki ben neden olmuşum gibi asabı çok bozuk bir halde öfkeyle yüzüme bakıyordu, sonra bilgisayarı çalıştırıp Mabet Dosyası’na giriyordum hemen, Dün-Yarın yazısı çıkıyordu karşıma, okumaya başlıyordum..
Dosya Adı. Senaryo-Game Konu. DÜN-YARIN –içerik tayy-i mekan tayy-i zaman-
Bilgisayarın önünde açtığı ışıkla yeni dünyayı bulurken eski dünyayı kaybetmişti Cemşid Ulu. O sabah Kutsal Bineğine binmeyip de toplu taşıma taşıtlarından birine binmeyi tercih ettiğinde, bir tersliğin olacağı belliydi. Şehrazat, "Hemen kuruntulanma!", diyerek kendine bir çeki düzen vermesini istemişti. Çağdaş insanın önlem paketleri çantasında her zaman hazır bulunmalıydı. Burnunuz mu kanadı, yoksa baş ağrılarınız mı depreşti, en iyisi bir doktora görünün siz. Aile doktorunuzu arayın, aile doktorunuz yoksa özel muayahanesi olan birinden randevu alın, sonra da randevunuza tıpış tıpış gidiverin.. hazır bir reçetenizi her zaman yanınızda bulundurun. Kaygıya, korkmaya ya da telaşlanmanıza gerek yoktu. Belediye durağının orada bir minibüsün geçmesini beklerken can sıkıntısından bıyıklarını yemeye başladığında, bundan anlamadığı bir biçimde haz almıştı. Yanında duran kadını da göz ucuyla süzmeyi unutmamış, dolmuşa önce onun binmesi için kenara bile çekilmişti. Kadın siyah tayyörlüydü, üzerindeki bluz ince olduğundan iç çamaşırları gözüküyordu neredeyse.. uzun yazlık etekliği de öyle.... Şiir gibi bacaklara uzun uzun bakmayı, Anetta'nın fiziğiyle o kadının fiziğini kıyaslamayı unutmamış, kendini o gencin yerine koymuştu. Ağır bir ter kokusu burnuna ulaştığında yazın sıcağında insanların neler çektiğini anlar gibi oldu. Bu tıkış tıkışıkta komik yüzleri seçmekte geç kalmadı, hepsi de varoşlarda oturan aç sınıfın laneti yüzlerinden okunan ezilenlerdi. Şişkin ve zayıf olanları bir sınıfa ayırdı, şapkalılarla şapkasızları da. O melun koku hala sürmekteydi. Cüce birini Kasaba benzetmiş, ama o olmadığını anlayınca derin bir soluk almıştı. Sabah sabah kimseye rezil olmak istemiyordu. Doğu Garajı’ndan Kale Kapısı'na kadar gelirken dolmuşta yanında oturan yaşlıyı da gözü pek tutmamıştı. Kılık kıyafetine bakılırsa buradan değildi, çok uzak bir ülkeden gelmiş gibi görünüyordu. Bakışlarında bile garip bir ışık dolaşıp durmaktaydı, insan kendini bakmaktan alamıyordu. Yaşlı adam yeniden zamanda yolculuk hikayesini anlatmaya başladığında, Cemşid Ulu, şoföre müsait bir yerde indirmesini söylemişti. Öykülerden daha yeni kurtulmuş bir insanın acılı yüzü gidip de yerine mutlu bir yüz ifadesi takınan o insan geldiğinde neşesi de yerine gelmiş gibiydi. Saatli kadın önündeyken, yine aynı rüyayı görmek istemeyişinin altında adamın söylediklerini unutmaya çalışırken çektiği sıkıntıdan başka bir şey yoktu. Her şey belleğinin koridorluğunda ipeksi bir bulanıklıkla aktığından, oraya buraya aynı ipeksilikle savrulduğundan bir türlü karar veremiyordu. Sonra adımları onu Tophane Çay Bahçesi’ne götürmüşlerdi. Burada da fazla oturmamış, garsonun getirdiği çayı içer içmez dışarıya çıkmıştı. Adımları sayıklıyor gibiydi. Nereye gideceğini unutmuştu sanki. Hala daha cesaretini toplayamadığı için kararsızlığının sürdüğü böyle gerilimli bir anda tanıdık birine rast gelmekten de kaçınıyordu. "Suçlu renkleri nelerdir?”, diye soruyordu biri, yükünü seçemese de Feridun bey olduğuna hükmediyordu nedense. Vurmalı çalgıların sustuğu ve gecenin laciverte büründüğü bir saat. "Siyah değildi hiç kuşkusuz!", "Lacivert mi diyecektiniz?” "Hu, hu... Lacivert ve lacivertin tonları, sonra o karanlık, yani siyah!” Bir kadın kahkahalarla gülerken, onu dansa çağırıyordu. Bir an korkuya kapılan Cemşid Ulu, suçlu renklerin üzerinde fayla kaldığını sanıyordu ki; yolunu değiştirmek zorunda kalmıştı. Kapana kısılmış, artık kurtuluşu yokmuş gibi kendini paralayıp duran yaralı bir kaplanı düşündü. "Evet, ben de aynı yaralı bir kaplan gibiyim!”, dedi kısık sesle, "Yaralı bir kaplandan farkım yok!"
Havada buna benzer bir canlılık okunmaktaydı, bizler çoğu zaman bunun farkına varamasak da böyledir, diye direten insanı kendine yakın bulduğu için mi, ona öyle davranmıştı? Buna karar veremezken, "Birine mi bakmıştınız?”, diyordu genç bir kız. Mavi blucin bedeninin hatlarını ortaya çıkarmış, kışkırtıcı bir hava estirmekteydi etrafına. Gerçekten de nefis bir parçaydı, bu yüzden uzun uzun bakmaktan kendini alamayan Cemşid Ulu, kim bilir akşamları o güzel hazineyi kimin için sergiliyordur gün diye düşündü.
Ernüvaz Simurg’un sekreteri olmalıydı. Kapının ağzında "Hayır!", diyebilmişti ancak, "Sadece öyle bakınıyordum!" Sonra araya bir boşluk girmiş, kendini kaybetmişti. Yazdıklarını yaşamaya çalışan bir insandan farkı kalmamıştı, bu, ona acı veriyordu artık, ne yapacağını bilmez bir halde acılar içinde kıvranan ruhu iflas etmişti sevgili karısına göre. Ruhun iflas etti demese de bunu ima eden hareketlerde bulunmuştu.
Cemal Çalık, 25.08.2016, Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Düşlerin İsyanı, Roman