"Görüldüğü gibi neredeyse son 70 yılın en önemli kavşakları hep dış, bölgesel, küresel dalgalanmalarla iç içe, doğrudan etkilenmelere açık."
Nereden başlatsan bir geriye gidiyor sonuçta. Herhangi bir İskandinav ülkesinin bütün tarihi boyunca yaşadıklarını neredeyse bir yıl içinde yaşamış bir ülkeden bahsediyoruz. Sırf bunun için bir kronoloji yazmaya kalksak alt alta ansiklopedi çıkacak.
Umarım birileri çıkarır yine de. Lâzım çünkü…
Ama yine de şu andaki durumumuzu anlamak için boynumuzun tutulması pahasına geriye dönüp baktıkça birkaç kırılma anının hâlâ çok belirleyici olduğunda mutabıkızdır sanırım.
2. Dünya Savaşı sonunda oluşan kamplarda biraz bize biçilen biraz bizim tercih etmeye yatkın ve biraz da zorunda olduğumuz taraf ilk notumuz olmalı.
İkincisi 27 Mayıs darbesiydi.
Bunun sonrasını nasıl biçimlendirdiğini bugünden geriye daha iyi görebiliyoruz.
Tam öncesinde Suriye, Irak, mısır başta olmak üzere Ortadoğu'daki bitmek tükenmek bilmeyen darbeler silsilesini ve Menderes iktidarının neredeyse Irak'taki darbeye karşı askerî harekâtı bile ciddi ciddi düşündüğünü unutmayalım.
Üçüncü not 12 Eylül.
Onu anlamak için muhtemelen 1 Mayıs 77 Katliamı'na da dönmek gerek ama biz bu acımasız darbeyi iç meselelerimiz kadar bölgesel dönüşümler açısından da ele almalıyız. Burada Afganistan'ın SSCB tarafından işgali ile İran'daki devrim öne çıkıyordu.
Soğuk Savaş'ın iki süper ve nükleer gücün birbirine başka ülkeler üzerindeki mücadelesinin bu boyutu bizi çok yakından etkiledi.
1980'deki kanlı işkenceli toplumun bütün farklılıklarının üzerinden ezip geçen bu operasyonu sonrasındaki ekonomik, kültürel, sosyal dönüşümlerden yalıtamayız, ama dünyada ve bölgede oluşan yeni dengelerden bağımsız düşünmek öncelikle imkânsız.
Sovyet Bloğu'nun dağıldığı 90'ların başında Türkiye'nin payına ne düştü acaba?
Siyasal olarak büyük bir dağınıklık; ayrılıkçı terörün kitlesel kazanımlarını artırmasına yarayan büyük yanlışlıklar içeren üstü örtülü bir darbe dönemi; Orta Asya'ya açılacağını sanırken post-modern darbeyle yeniden sarsılan bir ülke.
Ardından yönetilemediği açık bir süreç ve tarihinin en büyük ekonomik krizi…
3 Kasım seçimlerinde bütün bunların faturasını sorumlu gördüklerine kesen milletin tek başına iktidar yaptığı çiçeği burnundaki AK Parti iktidarı İkiz Kuleler'e yapılan saldırı sonrası dizaynına hız verilmiş bir bölgenin ortasında öncelikle Irak'ın işgali, Irak'ın parçalanması, Irak Kürdistanı'nın kurulması kararlarının türbülansında bir ülkeyi yönetmek sorumluluğuyla karşı karşıyaydı.
İşgale ortak olmamanın faturası olduğundan herkesin emin olduğu 4 Temmuz çuval hadisesi veya çok daha gerilerde kaldığını düşündüğümüz kim bilir neyin faturası olan Muavenet'in vurulmasını ve benzerlerini unutmaya çalışarak yoluna devam etti Türkiye.
Darbe tehditleri, kapama davası, Ergenekon-Balyoz derken 7 Şubat'a kadar gelindi.
Bu süreçlerde henüz bölgesel bir karmaşa yaşanmaması, küresel ekonomik krizin belli ki bazı işlere fren yaptırması ve Türkiye'nin kısa zamana sığmış başarılarının verdiği moralle de görece daha rahat, daha sakin bir dönem içindeydik…
Hızlı geçiyorum, çünkü dedim ya, orta halli vak'aların bile alt alta yazılması değil köşeyi bütün sayfayı kaplayacak…
Türkiye'nin uzun zamandır baş ağrısı olan ve bir türlü çözülemeyen ayrılıkçı terörle mücadelede MİT Krizi'nde deşifre olan istihbaratçılar, ardından Uludere'deki feci kaza, sonrasında Çözüm Süreci geldi Kobani üzerinden 6/8 Ekim Olayları'na dayanıp tıkandı.
Son bir yıldır terörle mücadelede yaşananlar ve yine Suriye sorunundan tabii ki bağımsız olmayan Işid terörü yine aynı kapıya çıktı; bizim dışımızda, bizden çok dış meseleler, gelişmelerle sıkı sıkıya bağlı her iki sorun da.
Ve bugün Türkiye Kıbrıs Barış Harekâtı'ndan sonraki en önemli dış askerî operasyonu önceki sabah Cerablus'ta başlattı.
Kısa, net, iyi çalışılmış ve uluslararası dengeler iyi hesaplanmış bu operasyon çarçabuk, baş ağrıtmadan başarıldı.
Şimdi ne olacak?
Düzenli ve güçlü bir ordu dışında kimsenin henüz kimseyle başa çıkamadığı Işid'le ilgili yakın gelecekte bir çözüm bulunması da mümkün görünmüyor; ayrılıkçı teröre karşı da bizim henüz içimize sinmiş “tamam artık, bu sefer bitti” diyebileceğimiz bir ufuk da yok.
Cerablus operasyonu ne kadar hayatî ve bir beka meselesiyse bundan sonra olabilecekler de bir o kadar bugünkü kazanımları riske etmeye hazır potansiyeller içeriyor.
Elimizden geleni, yapmak zorunda olduğumuzu yaptık.
Erken bir soru, biliyorum, ama ya sonra?
Görüldüğü gibi neredeyse son 70 yılın en önemli kavşakları hep dış, bölgesel, küresel dalgalanmalarla iç içe, doğrudan etkilenmelere açık.
Bu yüzden bundan sonra ne olacağını anlamak için yakaladığımız büyük birlik ruhunu ve kararlılığımızı özenle, üzerine titreyerek korurken dışarıda ne olacağına, olabileceğine de dikkat kesilmek zorundayız.
Yaşar Taşkın Koç, 28.08.2016, Sonsuz Ark, Konuk Yazar
Yaşar Taşkın Koç Yazıları
Takip et: @yasartaskinkoc
Sonsuz Ark'ın Notu: Yaşar Taşkın Koç Beyefendi'nin yazılarının yayınlanması için onayı alınmıştır. Seçkin Deniz, 16.07.2015
İlk yayınladığı yer: Yeni Şafak,
http://www.yenisafak.com/yazarlar/yasartaskinkoc/son-70-yilin-soyledigi-2031433