6 Ağustos 2016 Cumartesi

SA3270/KY25-NO60: 15 Temmuz: Hain, Düşmandan Değil İçinden Çıkarmış!

"Daha yeni başladık, daha yolun başındayız, daha yapacak çok işimiz var! Madem öyledir kutlu olsun Yeniden Doğuş, kutlu olsun Yeniden Dirilişimiz!"


Hani biz bu vatanı 1923'te de kurtarmıştık? Kurtarmıştık, ama yerine kurulması gereken devleti kur(a)mamıştık. Osmanlı'nın mirasını reddetmekle, kurumların kahir ekseriyetini reddetmekle, isim değiştirmekle yeni bir devlet olunamayacağını 100 yıldır hep birlikte gördük ve halâ bunun sıkıntılarını yaşıyoruz.

Yaşadığımız şey, başımıza gelenler yüzyılın değil, Türkiye tarihinin değil Türk tarihinin en büyük ihanetidir. Çünkü önsezi, yani basiretle tanıyamadığımız düşmanı(!) yediğimiz darbeler sonucunda tanıyoruz. Yediğimiz son darbe olsa gam yemeyecek, yaralarımızı sarıp kaldığımız yerden devam edeceğiz ama... Aması var!

Açalım. İki ülke birbirine savaş açmış olsa üç aşağı beş yukarı birbirinin mevcut asker ve silah gücünü bilir ve ona göre savaş planları yaparlar. Ama burada savaşan iki ülke değil; devletin içinde en az 40 yıldır bütün stratejik yerlere yerleş(tiril)miş, devletin kimliğini kullanan, üniformasını giyen, hakimlik, savcılık gibi görevlerini yapıyor görünen ama ince ince kendi(!) ajandası için çalışan ve son altın vuruşunu yapmak için bekleyen kısacası senden gibi görünenlerden oluşan gizli bir ordu var.

Var olduğuna inanılan, ama elle tutulmayan, gözle görülmeyen, hava gibi hem var hem yok, sabun gibi kaygan, bukalemun gibi dönüşebilen elemanlara sahip bir ordudan bahsediyoruz. Bu ordu hakkında bilgi sahibi olup bunlara "İmam'ın Ordusu"diyerek bizleri uyarmak isteyenlerin sırf bizden olmadıkları(!) için hayatlarını zindan ettiğimizi de unutmayalım bu arada.

Halbuki bizden gibi görünenlerin en büyük oyunu; bizi, bizimkiler ve ötekiler diye karpuz gibi ortadan ikiye ayıracak kültürel ve sosyal altyapıyı hazırlamaktı. Bizim gibi düşünmeyenleri, bizim gibi giyinmeyenleri düşman olarak görmemiz gerekiyordu içimizdeki bizden görünenlerin ihanetini gör(e)memek için. Evin dışında tehdit olmalıydı ki içeriye dönük eleştirel bakışı ihmal edelim.

Gezi olayları sırasında başta aile fertlerim olmak üzere karşı mahallede oturan dostlara söylemiştim:

"Sizi rahatsız eden her şeyin arkasından bu Cemaat Yapılanması çıkacak!" diye.

Daha sene 2013'tü ve yeni yeni laik mahalledeki beğenmezliğin nefret ve hakarete dönüşmesinin ilk işaret fişekleri atılıyordu. Ak Parti ve Erdoğan'a karşı olan karşıtlığın inceden inceye kurgulanması ise 2009-2010 yılından itibaren başlatılmıştı Fetö tarafından. Fetö tarafından diyorum çünkü klasik laik kesimin kamuoyu oluşturma kapasitesi çoktan bitmişti o yıllarda. Laik kesimin ön plandaki sözcülerinin pek çoğunun zaten Fetö elemanı olduğunu anlatmama gerek var mı!?! Alevi, Kürt ve Atatürkçü kesimlere sızma operasyonu taa 1988'lerde başlatılmıştı Fetö tarafından.

O yıllarda Ak Partili dostlarıma da dilim döndüğünce söylemeye çalıştığımı bilenler bilir. Ülkenin % 50 sinin Tayyip Erdoğan'ı sevmesi gayet normaldir, normal olmayan geri kalan % 50'nin Erdoğan'dan nefret etmesidir.

O yıllarda daha başlangıç aşamasında olan bu nefret kervanına önceleri laikliği bir devlet yönetim biçimi olarak değil de hayat tarzı olarak gören "Beyaz Türkler"le başlandı ve rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun şehit edilerek ortadan kaldırılması ile ülkücüler de katılmak istenerek final yapılmak istendi bu nefret kumpasında.

Bu operasyonun esas amacı toplumsal kesimler arasındaki fikir ayrıldıklarını düşmanlık ve akabinde kan davasına çevirmek ve ülkeyi destabilize ederek yönetilemez hale getirmek idi. Devlet iktidarına sahip olan %50 ile, sosyal iktidara sahip olan öbür % 50'nin birbirine düşman yapılması, aralarına kan girmesi gerekiyordu bunun için.

Gezi olayları, Uludere Katliamı, Berkin Elvan ve Ankara'daki Etem Sarısülük olaylarına bir de bu açıdan bakıldığında ne demek istediğimiz anlaşılır. Artık birbirimizin acılarına bile saygı duymaz hale getirilmiştik. Bir kesim ne olursa olsun 14 yaşındaki bir çocuk olan Berkin Elvan'a, diğerleri ise Yasin Börü'ye küfredecek hale getirilmişti. Kürt Coğrafyasında ise; Kürt Sorununa ilk defa adam gibi el atan Erdoğan'dan nefret ettirmek için Uludere Katliamı ve Kobani provokasyonu sahneye kondu.

Toplumsal fay hatları sosyal bir gerçekliktir ve bir günde oluşmaz. On yılların biriktirdiği gerilim açığa çıkmak için bireysel boyutta tetikleyici makul bir sebep aramaz ancak kitlesel boyutta ciddi bir tetikleyici sebebe ihtiyaç duyar...

Sosyolojisi oturmamış toplumlarda ön alıcı tedbirler her zaman istenildiği gibi sonuç vermeyebilir. Çünkü toplumsal süreçlerde her zaman iki kere iki dört etmez. Siyasiler, bazen doğru teşhis koysa bile, tedbir doğru olmayabilir veya doğru sonuç vermeyebilir.

Bizim gibi kendi haline bırakılmayacak kadar önemli coğrafyalarda çorbaya kaşık sallayan çok olur. Dış dinamiklerin içe dönük negatif etkileri bizim ülkemizde dezenformasyona bile ihtiyaç duymamaktadır.

Her ne olursa olsun bu ülkenin nüfusunun yaklaşık yarısı; dış düşman tanımını sıfırlamış ve düşmanı içeride arayan ve ülkesini yönetenleri doğru yanlış, eksik fazla üzerinden değil "hain" kavramı üzerinden değerlendirmeye teşne bir duruma gelmişti. İşte böyle bir ülke artık yönetilemez hâle gelmiştir.

İşte 15 Temmuz'da en güvendikleri şey de tam buydu. Erdoğan nefreti ile kitlenmiş kitlelerin de sokağa dökülerek Bağdat Caddesi özelinde olduğu gibi tanklara selam duracağına, 15 Temmuzun "Erdoğan'dan Kurtuluş Bayramı" olarak kutlanacağına o kadar inanmışlardı ki. Ama sevgi nefrete galebe çaldı.

Erdoğan'ı vatanı için sevenlerle, vatan sevgisi Erdoğan nefretine galebe çalanlar başta MHP'li ve MHP'li olmayan ülkücüler olmak üzere ülke sosyolojinin kahir ekseriyeti meydanlara çıktı omuz omuza. Sokağa çıkmakta tereddüt edenlerin önemli bir kısmı ise meselenin Erdoğan'ın şahsında ülkeyi işgal ve düşmana teslim etme harekatı olduğunu görmüş oldu.

Geri kalan ve yaklaşık %10'lara tekabül eden yeminlilerle beraber yaşamaya alışmak zorundayız. Her ne kadar Atilla İlhan bu ülkedeki hain kotasını % 10 olarak koysa bile içinden geçtiğimiz süreç doğru yürütüldüğünde zamanla bu oran da hızla düşecektir.

Süreç demişken hükümetin muhalefeti de yanına alarak yürümeye karar vermesi, CB Erdoğan ve Başbakan Binali Yıldırım'ın aleyhlerine açılan bütün hakaret davalarından feragat etmeleri çok güzel ve önemli gelişmelerdir.

Bu cümleden olarak pazar günü yapılacak olan ve devletin bütün kurum ve temsilcileri ile milletin buluşacağı Yenikapı Demokrasi mitingi ki bana göre demokrasi değil "Özgürlük ve Yeniden Diriliş Mitingi"ne başta MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun katılacak olması harika bir gelişmedir.

Artık siyasi kimliklerin üstünde bir vatanseverlik kimliğini, vatanseverlik bayrağını yükseltme zamanıdır. Tablodaki tek eksik Kürt Siyasi Hareketi'nin önemli bir kısmını temsil eden HDP'nin de bu mitinge katılımının sağlanmasıdır. En azından Leyla Zana gibi 'Batı Yakası'nda daha fazla kabûl görecek temsilcilerine bu imkan tanınmalıdır diyorum.

Evet ne diyorduk?! 15 Temmuz bize öğretti ki düşman başka imiş hain başka! Düşman kendini açıkça deklare eder; hain ise ihaneti için gününü zamanını beklermiş. Hain bizden değil diye ötekileştirdiklerimizden değil, bizim gibi giyinen, bizim gibi bıyık bırakan, bizim gibi namaz kılan, bizim gibi konuşan kısacası bizden bildiklerimizden çıkıyormuş.

İstiklal harbinde düşmanı yendik hainleri değil. Şimdi ise hainleri bünyeden tamamen temizleyip devletimizi yeniden kuracağız. Ama hep beraber sağıyla, soluyla, dindarıyla, dinsiziyle, başı açığı başı kapalısıyla, Türk'üyle Kürd'üyle, Alevisiyle, sünnisi ile... Hep beraber, hep birlikte, omuz omuza, kardeşçesine.

Ama şunu hiç unutmadan: Daha yeni başladık, daha yolun başındayız, daha yapacak çok işimiz var! Madem öyledir kutlu olsun Yeniden Doğuş, kutlu olsun Yeniden Dirilişimiz!


Naim Okur, 06.08.2016, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Gündem
Naim Okur Yazıları

Seçkin Deniz Twitter Akışı