"İsveç yekpare bir olgu değilse, çeşitli karşılaşma ve çatışmaların coğrafyası olarak Türkiye, yekpare bir olgu nasıl olabilir? Üstelik sahici anlamda imkânlar sağlanmadığı, tersine, sürekli muaşeret suikastlerine maruz kaldığı halde, hayat standartlarının belirlediği bağlamlarda da İsveçli gibi davranması bekleniyor insanımızdan; bu da her açıdan problemli."
"Neden İslâm Batılı entelektüelin sevip hiç çekinmeden öpebileceği tek bir yüze sahip olmalıdır ille de?" Thierry Hentch, "Hayalî Doğu."
Her zaman önümüze getirilir İsveç standartları. Bazen İsviçre, bazen Norveç; genel olarak İskandinavya. Ecevit, “Finlandiya”yı model göstermişti, Ak Zambaklar Ülkesi’nin yayımlandığı dönemde. Dünyanın en mutlu on ülkesi içinde İsveç, 8. sırada yer alıyor, ancak ilk sıralarda hep İskandinav ülkeleri var, birinci ise İsviçre. Düzen, belirlilik, hayat standartları, düşünce özgürlüğü, işsizlik gibi başlıklar İskandinav ülkeleriyle konuşuluyor. İsveç’in eğitim sisteminde kalitesi, bilimsel ve teknolojik alandaki öncülükleri vurgulanıyor.
Geçtiğimiz haftalarda İsveç’le hayat standartlarını da kapsayan derin bir tartışmaya yöneldik.
İsveç Dışişleri Bakanı Margon Wallström, Viyana Havalimanı ekranlarında yer alan, “Türkiye’de 15 yaşından küçük çocuklarla cinsel ilişkiye izin veriliyor” şeklindeki haberi Twitter hesabından paylaşmıştı. Türkiye de Atatürk Havalimanı’ndaki bir yazıyla ‘misilleme’ yaptı. (Aynı havalimanının ekranlarında daha önce yer alan “Türkiye tatili ile sadece Erdoğan’ı destekliyorsunuz” başlıklı Kroen gazetesi haberi, Türkiye’nin girişimiyle kaldırılmıştı).
Atatürk Havalimanı’ndaki panolara dünyadaki en yüksek tecavüz oranının İsveç’te olduğuna ilişkin yazılar yerleştirildi.
Panolarda yer alan “Seyahat uyarısı! İsveç’in dünyada tecavüz oranı en yüksek ülke olduğunu biliyor muydunuz?” sorusuyla birlikte İsveç’e seyahat edilmemesi istendi. Bunun üzerine konuyla ilgili bir gazeteye demeç veren Stockholm Üniversitesinden kriminoloji uzmanı Felipe Estrada, "İsveç'te kadın hakları gelişmiş olduğu için en ufak bir cinsel istismarda kadınlar polise ihbarında bulunuyor. Bu nedenle istatistiklere İsveç'te istismar ve tecavüz olayları çokmuş gibi yansıyor" şeklinde bir açıklama yaptı. İsveç’in Ankara Büyükelçiliği sayfasında da benzeri açıklamayı içeren “Tecavüz İstatistikleri Konusundaki Yanlış Değerlendirmeler” başlıklı bir yazı yayınlandı.
Yazının son paragrafı bence kurcalamaya değer:
“Ülkeler arasında istatistiklerine dayanarak yapılan suç düzeyi karşılaştırmalarında, farklı yargı sistemlerindeki farklı metodolojiler sebebiyle güçlüklerle karşılaşılmaktadır.”
Kendine özgü değerler dizgesi içinde tartışılmak veya değerlendirilmek, bu değerler dizgesinin bağlamları açısından anlaşılmak, bu güne kadar sadece Müslüman toplumların kale alınmayan talebiydi.
Edward Said, Rana Kabbani, Reina Lewis, Mahja Kahf gibi yazarlar, Batı’nın kendine ait yerleşik doğrularıyla Müslümanları aşağılayan ve değişmeye zorlayan bir dil kullanmasını eleştirdiler. Müslümanlar niçin yaşamadıkları sorun ve süreçlerin tecrübe ve tanımlarıyla kendi gündemlerini değiştirmek zorunda olsunlar? Kuşkusuz, sahih bir tanımadan yoksun her türlü tanımlama bir kısıtlama tehdidi içeriyor.
Coğrafya ve tarih faktörlerinden bağımsız okumalarla toplumların kıyaslanması hiç makul değil. İsveç’in steril uygarlığına karşılık Türkiye her zaman çeşitli göçlerin geçiş alanı ve hedefi oldu. Doğu ile Batı, modernlik ile gelenek, İslam ile Hıristiyanlık karşılaşmalarının da zeminine dönüştü.
Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye Cumhuriyeti’ne daralma zaten bir travma sebebi. Bünyesinde çok farklı dinamikleri bir arada yaşatma tecrübesi, bazen tarihe de yöneliyor ve bununla baş etmek böyle bir coğrafyada her zaman o kadar kolay değil.
Antoine Galland, Richard Burton, Jean-Leon Gerome ve Delacroix gibi sayısız oryantalist gezgin ve ressamın oluşturduğu, Bin Bir Gece Masalı’nı keyfince yorumlayan bir imgeler harmanı var. Beri taraftan Alan Duben ve Cem Behar, 1880-1940 döneminin İstanbul'unu ve İstanbullusunu evlilik, aile ve doğurganlık ilişkileri açısından ele aldıkları İstanbul Haneleri kitabında, çok eşliliğin meşru olmasına karşılık hayli düşük bir oranda yaşandığını ortaya koydular.
Erken yaşta evliliğin sebepleri üzerine ise Germaine Tillion’un Harem ve Kuzenler’ini okumayı öneririm hep. Kadın-erkek ilişkilerinde, aile yapılarında üstesinden gelmekte zorlandığımız problemleri, Akdeniz kuşağına özgü yapısal özelliklere bağlıyor Tillion. Bu bağlamda Thomas Mann’ın Tonio Krogger’i, Kuzey ve Güney iklimlerindeki farkların mizaçlar üzerindeki etkisini tartışan ifadeler içeriyor.
İsveç soğukkanlılığından yoksunluğumuz, dışa dönük hallerimiz, ataklığımız, oyuna gelmeye izin veren saflığımız hatta olgular karşısında hakkaniyetli olma endişesinden yoksunluk anlamına gelmiyor. Kaldı ki farklı fiziki şartlarda yaşasa da insanın seçme hakkı İslam’ın kadın-erkek demeden garanti altına aldığı temel bir husus.
Tillion özellikle, kadın cinayetleri ve iffet olgusu gibi konularda İslam’ın suçlanmasını eleştirir, tersine İslamiyet’in kadın hakları alanında bir devrim yaptığını, ancak feodal (cahili) yapıların bu devrimin kural ve ilkelerini çıkarlarına aykırı buldukları için tanınmaz hale getirdiklerini örnekleriyle anlatır. Namus cinayetleri gibi kadının miras hakkının gaspı da, ileri İslam’a karşı “geri örf”ü yeniden canlandıran saiklerde aranmalıdır.
Misal: Fransa Burkiniyi yasakladığında bundan en çok zarar görecek olan kimdir? Elbette, pek de dolaylı olmadan eve kapanmaya sevk edilen kadınlar. Müslümanların Fransa’da karşılaştığı kısıtlamalar arasında Burkini hiç de olmazsa olmaz değer ve sembolü yansıtmıyor tabii.
Genel plaj düzeni bağlamında öne sürdüğü iddia, mahremiyet değerlerimizle bağdaşmıyor. Ancak baskıcı şemanın kamusal kuşatması açısından bakıldığı takdirde, kuşkusuz tartışılması gereken bir mantığı sergiliyor. Öyleyse Fransa yasaları, pekala başka bir bakış açısı da geliştirebileceği halde kadınların evlere kapanmasını –tıpkı Akdeniz feodal yapıları gibi- kolayına ve işine geldiğinden, tercih ediyor. Bu yazıyı yayına hazırlarken Fransa’nın bu yasaktan vazgeçtiğine dair bir haber okudum. Bu da önemli bir gelişme. Bir bakıma dışında tutmaya çalıştığı saikler jakoben Fransız tarzını, hayatı bildiği gibi okuyamayacağını öğrenmeye mecbur ediyor.
Akdeniz’in karmaşık yapılarına soğuk İskandinav bakışı ise analitik olamadığı gibi empatik de değil; buna karşılık kendi ülkesinde sorun olarak öne çıkan bilgiler karşısında nesnellik talep ediyor.
Bize özgü genel nitelikler elbette var, ancak “Biz”, karmaşık tecrübelerin ve yapıların, göçlerin ve ikamet çabalarının toplamını da içeren varlığıyla arasına “Harf Darbesi” (Derrida) girmiş bir toplumuz.
İsveç yekpare bir olgu değilse, çeşitli karşılaşma ve çatışmaların coğrafyası olarak Türkiye, yekpare bir olgu nasıl olabilir? Üstelik sahici anlamda imkânlar sağlanmadığı, tersine, sürekli muaşeret suikastlerine maruz kaldığı halde, hayat standartlarının belirlediği bağlamlarda da İsveçli gibi davranması bekleniyor insanımızdan; bu da her açıdan problemli.
Gerçi kaba safa tasniflerle İsveç standartlarına çağrılmaktaki her türlü tuhaflık, bizlerin problemsiz ve mazur olduğumuz anlamına da gelmiyor.
İslam apaçık ki rızaya dayalı olmayan evliliği onaylamaz, bu konudaki örnekleri varlığımıza yükleyen, dışa kapalı yapıların çıkarlarıdır. “Rıza” ise kuşkusuz, çocuklukla değil yetişkinlikle konuşulabilir bir kavram. Çocukluğunu yaşamadan babası yaşında erkeklerle evlendirilen kız çocukları, bir bakıma cahiliye döneminin diri diri toprağa gömülen kızlarının kaderini tekrarlıyor.
İslam, kadınlar için getirdiği miras düzenlemesiyle bu kızları nihai planda ekonomik bağımlılıkla ilgili olan cahili tutsaklıktan kurtarmayı başarmıştı. Evlilik bağındaki denklik ve rıza unsurlarını iptal eden (ve çoğu zaman modernliğin maskeleriyle gizlenerek yayılan) feodal zihniyetle mücadelemiz, bize, kadın ve erkek arasındaki ilişkiyi “velayet” bağı ile açıklayarak sağlam bir muaşeret zemini hazırlayan İslam’a borcumuz.
Cihan Aktaş, 03.09.2016, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Perspektif Yazıları,
Sonsuz Ark'ın Notu: Cihan Aktaş Hanımefendi'den yazıları için yayın onayı alınmıştır. Seçkin Deniz, 09.05.2015
Yazının ilk yayınlandığı yer: Dünya Bülteni: