8 Eylül 2016 Perşembe

SA3399/KY1-CÇ303: Düşlerin İsyanı/ Roman-Bölüm 8-III

"Yaşamım düş kurmakla geçti ya!"

"
"Ayıbımı yüzüme karşı söyleyen bana zulüm etmemiş,
 aksine bana bir armağan getirmiş demektir."
Ferideddin-i Attar

Bölüm Sekiz
-III-

"Sakat Atlar geldi!", dedi Çırak Pürmaye.

"İyi o zaman başlayın sökmeye!", dedim, "Ne duruyorsunuz?”

Kasaphane’nin içerisi yarı loştu, yerler kan ve pislik içerisinde yüzmekteydi, insanın midesini bulandıran dayanılmaz kokuya artık dayanamayacaktım. Derisi soyulmuş kelleler tezgahın altındaki raflara konmuşlardı, ağızlarından dilleri sarkmış, büyük dişlerin arasında sıkışmış ıslak et parçalarından kan damlıyordu, akşam Şehrazat'la iken iki ıslak et parçası aklıma geldiğinde asabileşmiş, tükürmek zorunda kalmıştım. Şehrazat hiçbir şey anlamadan bana bakarken.. 

"Ne bakıyorsun?”, demiştim, "İşinin başına dönsene!"

Çırağın elindeki bıçak kellelere yönelirken aynı tedirginliği duydum; sıkışmış bir insandan yakamı nasıl kurtaracağımı bilmez bir halde çocuğa yine baktım ve avına yaklaşan bir yaratığın ürküntüsü bıçağın ucundaydı, dedim, kırık camdan bana bakan kadın ona nasıl da tıpa tıp benziyordu, çırak sesimi duymuştu, Liz Taylor Gülüşlü Kadın -çerçevedeki kadın- Francesca Bertini gibi başı sola kaykılmış, sigarası ağzında, bir düş gerçeğin kedi bakışlarıyla bana diğer resimlerdeki gibi sadece bana bakıyordu. 

Odada taş kesilen soluğuna iliştirdiği yalnızlığını neden benden gizlemeye çalıştığını anlayamadım, sustum ve bekledim neon ışıklarının altında, sanki ıssız bir sokağın ortasındaydım yapayalnız, kimseler gelip gitmezken.. gene de umutlarını yitirmedikleri, böyle bir Eylül Sıkıntısı sokaklara, caddelere, meydanlara taşınmak üzereyken,. sık çalılarla çevrelenmiş çitleri sonra o kırmızı tuğlalı bahçe duvarını geçtikten sonra rüyalarıma bile girmiş eski evi gördüğümde şaşırmadım. 

Büyük bir sessizliğe gömülmüş, kayıp bir zamana işaret etmekteydi sanki. Kadını da ilk kez orada mı görmüştüm, anımsayamıyordum, -personelden biri olmalıydı- "Çabuk ol!”, diye bağırıyordu, sonra bir başkası heyecanlı sesiyle "Hadi yakalayalım onu, etrafı karıştırmadan!”, diyordu. 

Durup baktım, reyonların arasında bir koşuşmadır gidiyordu, "Hadi sen koş bakalım!”, sözleri Kiyanüs’ündü, onun sesini nerede olsam tanırdım, "Ama bakın!”, diyecektim ki, anaforun içinde yüzen görüntülerin arasında benim de olduğumu gördüm.. 

9.cu reyonun yolunu aranıp dururken, o karmaşa anında Dehhak Döngel’in kendi kendine "Kendini delicesine vermek buna mı derler?”, diye mırıldandığını duydum. Nereye bakarsam bakayım karşımda sırıtan hep oydu, onun resmiydi, düzmece kişileri, Sindy bebekleri, şemsiyeleri ve kadınları, maskeleri, Mirella Matheu Gülüşlü Kadını büyük yıkımlara yol açacakmış gibi anımsamaktan kaçınan Dehhak Döngel senaryoya kendini bir iyice kaptırmış gibi görünüyordu o sabah. Pinokyo kılıklı bir çocuk, burnunu uzatıp annesi izin vermediği için Sindy'lere ‘tu kaka’, gözüyle bakıyordu.. 

Yanındaki afacan parfümeriden yayılan O Döri De Femina kokusuna pek bayılmış.. annesine işaret parmağıyla "Bak bak!”, diyordu, "Maman!” 

Sindy bebeklerden biri canlanıp da onu yemek için uzandığında, reyon şefi 0013'le göz göze, burun buruna, el ele, diz dize, saç saça, yüz yüze geldiklerinden orada, dönüşü olmayan bir kavşağa sapmışlardı sonra. Kiyanüs ellerini çabuk tutmalarını söylüyor! Adımlarını biraz daha sıklaştırıp beni atlatmaya çalışan cücenin peşinde olanların arasında beni de gördüm. 

"İşte zamanın piramidi, işte zamanın en güzel yalnızlığı", diyerek Şekerci geziyordu reyonların arasında. Sonra gözlerinde nefret, kin ve acı aynı anda okunmaktaydı. Dehhak Döngel’de orada kayıp zamanların peşine düşmüş bir DÜŞGEZGİNİ gibi onları atlatmaya çalışan cüceyi, neden peşine düştüklerini anlayamamış Prens'i uyandırın, diyordu, huysuzluğu üstünde, ben bilgisayar operatörüyüm. 

Evet prensler sıraya dizilmişlerdi.. 

Evet, prensler gözleri yaşlıydılar.. 

Evet, gözleri sulu prensler oyuncak bebeklerle aynı raflarda dizilmekten şikayetçiydiler..

Evet, onlara da masal anlatmaya kalkışırsa işimiz bitik derken, o küçük şeytanı buraya hiç almamalıydılar.  Kiyanüs'ün yüzündeki ifade bir çok şeyi anlatıyordu aslında. Bir şeylerin yolunda gitmediği, "Anlamıyorum!” derken burnundan soluması, yaklaşan felaketi özetleyiveriyordu aslında. Bir an ürperdim ve kenara çekilip gitmeleri için bekledim nasıl. 

Dehhak Döngel bana bakıyordu, Kiyanüs bana. Sen bana bakıyordun Şehrinaz, Müjgan bana. Elimden her an bir kaza çıkacakmış gibi öfkeli bakışlarla etrafımdakileri süzerken lanetlenmişliğime küfrettim, ağzıma geleni söyleyerek biraz olsun rahatladım.

"Ruhlar aleminin bekçisi daha gelmedi mi?”, diye soruyordu Kiyanüs.

"Kim, dediniz?”, dedim, "Kim daha gelmedi mi?”

"Kim olacak Kasap Efendi?”, dedi Kiyanüs, "Ruhlar Aleminin bekçisi..."

Aradan onca zaman geçti mi gerçekten ki.  Şekerciyi bana soruyordu Kiyanüs. Bundan sonra bir şey anlamak için kafa yoramazdım şimdi, çırağa söylenerek içimdeki öfkeyi kustum. "Biraz olsun rahatladınız mı Finamek-Cemşid-Gave? Adın her neyse!”, dedim kendi kendime.. "Rahat olmasına rahatsındır, Mabettekiler de rahattır, ne de olmazsa yıllardır buradasın, alıştın, kimin ne derdi var yetişirler!” 

Etleri sökmeye başlamışlardı, içim kıyılıyordu sanki; etlere bakamaz oldum, dar alanda yürüyüp dışarıya zor attım kendimi, yerler ıslak ve kan içindeydi. Şarküteri kısmına geçtiğimde biraz olsun rahatladım, aynalara bakmamaya çalışıyordum. Şarküteri Şefi beni görünce gülümsedi, o kadın yine gelmişti, reyonların arasında dolaşırken göz göze geldik. 

Sonra yürüdüm, Bilgi İşlem Merkezi’nin kapısı aralıktı, başımı çevirip Parfümeri Bölümü’ne baktım, Şehrazat, Mihri Mah durmuş bana bakıyorlardı, güldüm, sonra konuşmalar geldi kulağıma, Şekerci içerideydi, Dehhak Döngel’le bir şeyler üzerinde konuşmaktaydılar, Bilgisayarın ışığı kapıya da yansıyordu.

"Onların trajedileri hikaye, senaryolardı!", diyordu Dehhak Döngel, "Bizim trajedimizse hayatımız..."

Şekerci, "Bizim edebiyatımızda hiç trajedi yok!”, diye karşılık veriyordu ona, "Ya da gelişmemiş!" 

Sonra da gülümsüyordu. İçeri girdiğimde Dehhak Döngel pencerenin karşısında caminin bahçesine bakıyordu. "Buyur bakalım?” dedi, "Cüce!” 

Sonunu mu öğrenmeye geldin der gibiydi, kayalıklarda sıçanları gördükten sonra bana bir hallerin olduğunu biliyordu sanki.. karımla film anlatma oyunları çevirdiğimizi de biliyordu sanki.. Kiyanüs’e ne olacağını onun sonunu da görür gibiydi sanki.. 

"Kocam üç gündür kayıp, eve gelmiyor!”, diyordu Şehrinaz, buna kendisi bile şaşırdıktan sonra diyordu Şehrinaz, ne yapması gerektiğini düşünen bir insan edasındaki Dehhak Döngel, "Şadırvan'ın oradaki kayalıklara baktınız mı?”, diye soruyordu, Şehrinaz da "Hayır, efendim!”, karşılığını verince.. "Peki o zaman!,” diyordu o da, "Bir de oraya bakalım!” 

Sonra Mabet’ten on metre ötedeki kayalıklara gidiyorlardı. Hatta Şehrinaz'ın gönlünü almak için, "Ben böyle olmasını istemezdim!”, diyordu. Karım da.. "Anlattığım şeyleri Cemşid’in ciddiye alacağını nereden bilebilirdim ki?”, karşılığını vererek bir yerde hesaplaşmış oluyorlardı. 

Sonra Dehhak Döngel’in, Cüce Kasabın o kayalıklarda nasıl sızıp kaldığını yeniden düşünmek zorunda bırakan Şehrinaz'a hiç de iyi gözlerle bakmadığını görüyordum. Şekerci hep buruk ve düşünceli, sanki uzaklardan, gittiği yerlerden bir türlü dönüp gelemiyormuş gibi dalgın, onu düşünüyor olmalı, ona kırgın olan sevgilisini, belki bir yıldır hep Mat Kadın'ın, Kayıp Sevgilisi’nin, Şehrazat'ın, "Ben size kırgınım!”, sözüyle ona ne anlatmak istediğini düşünüyor ve uykuları kaçıyor mutlaka. 

Şadırvana giderken gördüm onları, Kayıp Sevgili’ye bir şeyler soruyordu, o da başı öne eğik bir şekilde, "Ben size kırgınım!”, diyordu. Şekerci ezik, yıkılmış bir halde yönelip Market'in büyük kapısından içeri girerken "Kimdi o kız?” diye sormuştum, ama o nedense, "Boş ver!”, deyip geçiştirdi, benden gizlediği bir şeyler olmalıydı ve bunu herkesten saklıyordu.


<<Önceki                             Sonraki>>



Cemal Çalık, 08.09.2016,  Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Düşlerin İsyanı, Roman 




Seçkin Deniz Twitter Akışı