12 Eylül 2016 Pazartesi

SA3418/ÇY10-AÖ23: Hülyâ’dan Kâbus'a

"Galiba insanları fazla incelemek ruh sağlını bozabiliyor."


O kadar dalmışım ki, gözlerim dışarıya bakıyor, ama aklım nerelerde. Otobüse binip ilk boş koltuğa oturmuştum; karşımdaki koltuk boştu, ne kadar zaman geçmişti oraya ne zaman gelip birisi oturmuştu bilmiyorum. Dalgınlığımdan bir anlık çıkıp karşımda oturan adamla gözgöze geliyorum, içim ürperiyor, korkuyorum birden. 

Gözlerinin beyazı sanki sarıya boyanmış, kahverengi olan gözlerinin üzerine de ince gri bir tül çekilmiş sanki ve arkasında gözlerini dışarıya çıkarmasını sağlayacak yaylar var gibi duruyor. Biraz daha gözlerini büyük açsa üzerime düşebilirler ki kalın kahverengi kenarlı gözlükleri bunu engellerdi sanırım.

Gözlerimi tekrar camdan dışarıya çevirdim; o kadar korkmuştum ki bir daha bakmaya cesaret edemeyeceğimi düşündüm. Nedense sonra fikrimi değiştirip göz ucuyla tepeden tırnağa adamı incelmeye başladım, korka korka.

Yaşını tahmin etmek için uğraştım belki 40-45'ti, ama en az 60 lı yaşlarında görünyormuş hissi veriyordu. Gözlerinin sarılığını sigara ve çaydan veya alkolik olmasından olabileceğini düşündüm. Belki sarılık hastasıydı, kim bilir.

Üzerinde kırmızı, beyaz çizgileri olan bir tişört vardı. İçine gri bir fanila giymişti, tişörtünün ön düğmelerini yarıya kadar açmıştı. Pek bir zayıfçaydı, neredeyse göğüs kafesini oluşturan kemikleri bir, iki, üç diye bir çocuk edasıyla sayabilecek kadar.

Koyu renkli kot pantolon giymiş, tişörtünün uçlarını pantolonun içerisine sokmuştu. Kemeri biraz eski ve yıpranmıştı, tuhaf bir rengi vardı. Adam sanki 80'li yılları anlatan bir filim setinden çıkıp otobüse binmişti.

Yüzlerinde derince çizgiler vardı, saçları ağarmış, bıyıkları saçlarına inat siyahtı (İç sesim sordu kendi kendine: Erkekler bıyıklarını boyar mı?)

Yıllar çok yıpratmıştı belli, çok ağır işlerde çalışmış olabilirdi de, belki bir maden ocağında. Dik oturamıyor, sürekli eğiliyordu, kamburu çıkmıştı.

Çok acıklı bir hâli vardı. Arada öksürüyor, oflayıp pufluyordu. Zannımca ağrısı vardı.

Göz ucuyla bu zavallı adamı incelemeyi bıraktım, dışarıya da bakmıyordum artık, başımı önüme eğip çantamın ince zincirleri ile oynamaya başladım, zincirin halkalarını tesbih tanesi edip çektim, çekerken zincir birden demir bir sopa haline geldi gözlerimde, sihirli bir sopa.

Usulca sopayı adama değdirdim. Bir anda gençleşti; 20 yaşında bir delikanlı, üzerinde beyaz bir tişört, mavi bir kot pantolon, gözlerinde gökkuşağı renginde parlaklık, yüzünden gülleri kıskandıran bir renk hasıl oldu. Otobüsten inip bir koşu edasıyla koşabilecek sağlıktaydı artık. Gözlükleri yoktu ve bakışlarında mütebessim bir ifade vardı. Galiba cirosu yüksek bir şirketin genç patronuydu şimdi. Artık karşımda oturmuyordu, camdan dışarı baktığımda gördüğüm lüks bir arabayı kullanıyordu.

Hayalimde bunlar olurken farkında olmadan sanırım adama gülümsedim, tam başımı çevirecektim ki bir de ne göreyim yanına full mini etekli, orta yaşını geçmiş, çakma sarışın bir hatun oturmuş. 

Kadının oturuşundan rahatsız oldum ve bir hanımefendi olarak kendimden utandım. Az daha eteğini kaldırsa iç çamaşırını görebilirdi herkes.

Bakışlarımı yine camdan dışarıya çevirdim, insanları incelemek ve içten içe yorum yapıp kınamak hiç uygun değildi. Derken insan dayanamıyor işte; bu sefer de kadını incelemeye başladım, ayakkabılarından saç uçlarına kadar.

Üzerinde beyaz içini gösteren şifon bir gömlek, içinde askılı siyah bir badi ve altından siyah full mini eteği vardı.. gözlerim beni şaşırtıyordu sanırım, kadının iç çamaşırını da gördü. Ne ayıp, ne ayıp.

Saçları siyahmış birkaç öncesine kadar; dip boyası gelmiş belli oluyor, siyah, kalın, süslü güneş gözlükleri var; gözlerini göremiyorum, ne renk ve hangi ifade ile bakıyor. Yanaklarına fazlaca allık sürmüş, yine de orta yaşın verdiği yüz çöküklüğünü gizleyememiş, dudaklarında soluk bir renk ruj var, tırnakları uzun ve ojeli, ellerinde yaşlılık çilleri var. Ve ellerinin damarları öyle yeşil ki içinden kan değil de yeşil sebzelerin suyu akıyormuş sanırsınız, öyle iticiydi.

Bacakları, yüzü ve ellerine göre daha genç duruyordu, pürüzsüz ve kalınlar. Baldırlarına doğru kalınlık iyice artıyor. Sanıyorum bu full mini cüretkarlığını buradan kazanıyor. Yüzünü görmeyen birisi bacaklarından kendisini genç bir kadın zannedebilir, belki zannetsinler diye bu tarz giyiniyordu. 

Teyze lafını duymak gururunu incitiyor olmalı, böyle giyinen birisine kimse teyze demez.

Gözlerimle çantamın zincirlerini buluşturuyorum tekrar, bir şey yapmıyorum bu defa sadece bakıyorum, erkek olsaydım diyorum(!). Empati yapmaya karar veriyorum ve bir erkek gözüyle bakış atıyorum kadına, tahrik edici bacakları ve oturuş tarzı. Zincirler ellerime dolanıyor, (Fatmagül’e tecavüz edenlerin suçu ne ki?) bacaklarını bir kasabın vitrininde sergiliyorum. Fark etmiyor kokoş; erkekleri tahrik etmek için giydiği minik etek yüzünden kurban edilen bir kadın olduğunu.

Bir kâbus gibi kadını incelerken yaşadıklarım; midem bulanıyor, başım dönüyor, ani bir firen sesi, ellerim cama bir mıknatıs gibi yapışıyor, -az daha kadının üzerine fırlayacaktım-, ya anlasaydı onun hakkında düşündüklerimi.

Midem çok fena oluyor, gideceğim yere üç beş durak olmasına rağmen erken inmeye yelteniyordum ki kadın benden önce iniyor. Çok şükür.

Galiba insanları fazla incelemek ruh sağlını bozabiliyor.


 Ahu Öztürk, 12.09.2016, Sonsuz Ark, Çırak Yazar, Gözlem

Seçkin Deniz Twitter Akışı