2 Ekim 2016 Pazar

SA3492/KY25-NO66: Ne Rehavet Ne Paranoya!

"Bir yandan dışarıda Erdoğan üzerinden dolaylı Türkiye düşmanlığını körükleyip köpürterek Türkiye’nin yalnızlaştırılması, köşeye sıkıştırılması için her türlü melaneti yapacaklar; diğer yandan içerideki birlik ve beraberliği zayıflatmak için süper sofistike algı operasyonuna devam edecekler."


Son zamanlarda medyada kimine göre 2. kimilerine göre 3. Kalkışma Hareketi sırada şeklinde yazılar çıkmaya başladı. Bu koroya eski Kemalist subaylar dahil olduğu gibi bizim mahallenin yazarları da katılmaya başladı. Bazı arkadaşlar işi öylesine ileri bir noktaya taşıdılar ki; yer zaman vermeye, şu kadar adam ölecek, falan yerde filan işler olacak demeye bile taşıdılar işi. “Bu tarz bilgiler size kadar ulaştıysa devletin istihbarat elemanlarına da ulaşmıştır” diyerek kapatabiliriz konuyu. Lakin kazın ayağı pek öyle değil…

3.Kalkışma diyenlerin başlattığı milat 17-25 Aralık, 15 Temmuz ve …… Önce kavramı düzeltelim. “Kalkışma” 15 Temmuz akşamı Başbakan Binali Yıldırım’ın daha olayın künhüne varamadan, boyutlarını göremeden söylediği bir söz idi. O gece ve devamında yaşadıklarımız 15 Temmuz’un bir kalkışma, bir ayaklanma olmadığını mükemmel planlanmış, sofistike bir işgal ve istila girişimi olduğunu gösterdi bize. 

Ve 15 Temmuz gecesi yine gösterdi ki; devletin üniformasını, topunu, tüfeğini, tankını, helikopterini, uçaklarını bile kullanan böyle bir ihanet hareketini devletin değil; ancak vatanın gerçek sahibi olan vatansever güçlerin bir araya gelerek müdahalesi ortadan kaldırabiliyormuş… 

Bunu hep beraber gördük, yaşadık. Devletin kendi bünyesinden ürettiği virüsün tek ilacının millet olduğu görülmüş oldu. O yüzden kalkışma diyerek en fazla Yeniçeri İsyanı’nı tedai ettiren kalkışma kavramını tedavülden kaldırarak başlamak lazım işe…

Bir de şu soruyu soralım kendimize: “Ne değişti 15 Temmuz’dan bu yana?! 250'ye yakın şehide ve 2500 den fazla yaralı ve onbinlerce gaziye mal olan 15 Temmuz’u geride bıraktıktan sonra ne değişti bu ülkede?" 

Daha o geceden başlayan derdest edilen, darp edilen, göz altına alınan, tutuklanan “İşgal Askerleri” görüntülerine; işgalcilerin devletin diğer organlarında ve toplumun diğer katmanlarında tesbit edilen işbirlikçilerinin peyderpey gözaltı ve tutuklanma görüntüleri eklenmeye başladı. Süreç içinde bu gözaltı ve tutuklamalar bürokraside güç sarhoşluğuna kapılan kifayetsiz tipler ve diğer çeşitli nedenlerden dolayı abartılıp CB Erdoğan’ın da ifade ettiği gibi “at izinin it izine karışması” noktasına gelindiği için ana akım medyada 15 Temmuz ihaneti değil de, yanlışlıkla içeri alınan mağdurlar konuşulmaya başlandı bile… Bu bile Fetö ile mücadelenin olması gerektiği gibi yürümediğini, yürütülemediğini göstermektedir.

Peki Fetö ile mücadele neden yapılmaktadır? 

Bu soru iki sebepten dolayı önemlidir. Birincisi 15 Temmuz ihanetine bilfiil katılanların ve işbirlikçilerinin tesbiti ve gerektiği gibi cezalandırılması gerektiği… 

Cezalandırma hem şehit ve gazilerin hukukuna saygı için, hem de bir daha hiç kimsenin aklına böyle bir fikir gelemesin, böyle bir ihanete tevessül edeceklere ibret olsun diye yapılmalıdır. İşbirlikçileri kavramı burada özel bir önem arzetmektedir. İşbirlikçi, aktif olarak sahada olanlara her türlü maddi ve manevi, lojistik yardımı yapan bana göre de yapabilecek olan demektir. İşte burada durup tekrar düşünmek zorundayız.

Bahsi geçen Fetö İhanet Çetesinin Türkiye toplumunda bir sosyolojisinin olmadığını daha önce yazmıştım. Bu demek değildir ki bu çete bu toplumdan elaman devşirmedi. Allah’tan bu topraklardan devşirdiği elemanlarını değişim programına tabi tutarak başkalaştırdığı, insansılaştırdığı için toplumda karşılıkları, sosyolojileri oluşmadı… Bu toplumsal bir avantaj gibi görünse bile güvenlik açısından ciddi bir risk olarak ortada durmaktadır. Çünkü ortada halâ kim olduklarını dahi bilmediğimiz, devletin -Cumhurbaşkanı olan Erdoğan haricinde hiç kimseden emin olamayacağımız – makamlarında oturma ihtimali olan kripto denilen işbirlikçiler olabilir. Güvenli haberleşme yazılımı Bylock ve daha üst düzey güvenlikli olan Eagle programlarını kullanan yüzbinlerce insandan bahsediliyor. Bunların en iyi ihtimalle % 20 sine ulaşıldığı bilgilerini de bir yere not edebiliriz. 

Buraya kadar yazdığımız bahsi geçen Fetö ihanet çetesinin içerideki aktif ve henüz deşifre olmayan güçleri ile alakalı olanlar. Sadece bu tablo bile tehlikenin henüz geçmediğini içeride serseri mayın gibi değil, şifreli emir bekleyen bir rivayete göre yedek bir rivayete göre asıl güçler olan uyuşturulmuş, uyuyan hücreleri, nöronları olduğunu göstermektedir. Kriminal olaylarda bile olaya karışan kişilerden bir tanesi bile firarda olan bir dava dosyası kapatılmaz.

Gelelim harici faktörlere… Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “One minute”la başlayan ve her vesileyle söylediği “Dünya beşten büyüktür” çıkışı bile Türkiye’nin “Erdoğansızlaştırılma Planı"nın ne pahasına olursa olsun tekrar deneneceğini göstermektedir. 

Erdoğan’ın son BM Genel Kurulunda açık ara en fazla ilgi gören lideri olması, başta Afrika olmak üzere mazlum dünya ülkelerinin onunla selfie çektirmek için kuyruğa girmiş olması bile tek başına bir sebeptir uluslararası konsorsiyumların Erdoğan’dan kurtulmak istemeleri için. Ve bu hedef için USB uyumlu Fetö çetesi halâ en büyük ve en önemli enstrümandır onlar için. (USB uyumlu Fetö tabirini bilerek kullanıyorum. Fetö kendi iç dinamiği, içsel algoritması itibariyle sadece kendi çıkarına endeksli bir yazılıma(!) sahip olduğundan dolayı bir yerlerine sokulan her USB çubuğuna vermektedir bilgiyi. Fetö için bu aynı zamanda çok kârlı bir bir alışveriştir de…) Ne diyorduk Fetö halâ malûm güçler vazgeçilmez bir enstrümandır.

Bizim için ve ülkenin içinde bulunduğu özel durum hasebiyle Türkiye’yi Erdoğansızlaştırma Türksüzlestirme demektir aslında. O yüzden Erdoğan’ın devletin zirvesinde olması an itibariyle dengeler koalisyonu olan devletin uzun zamandır bünyesinde taşımış olduğu gizli Fetö virüsünün dahili ve harici faktörlere bağlı olarak aktive edilmesi yüzünden çok büyük bir yara almış olmasından dolayı hayati bir önem arzetmektedir. 

O yüzdendir ki bütün Batı Medyası ve görünür, görünmez güç odakları Erdoğan’la uğraşmakta ve Türk Halkına “Erdoğan’dan kurtulursanız sizi rahat bırakacağız” subliminal mesajını vermektedirler. Bütün bu gerçeklerin ışığında şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki; hedeflerine ulaşabilmek için zaman ve mekanı kendilerinin belirlediği saldırılarını devam ettirecekler…

Kendi adıma 15 Temmuz tipi yeni bir saldırı beklemiyorum. Bu sefer ve gelecek seferlerde daha sofistike metodlarla, daha sinsi metotlarla gelecekler üstümüze. Biz 15 Temmuz’dan ders alabildik mi bilmiyorum, ama onlar gereken dersi fazlasıyla aldılar. 15 Temmuz’da duman olduk, yenildik diye paşa paşa oturmayacaklar yerlerinde. 15 Temmuz ruhunun Yenikapı ruhuna dönüştürme hamlesine karşı hamleler geliştirecekler. Bir yandan dışarıda Erdoğan üzerinden dolaylı Türkiye düşmanlığını körükleyip köpürterek Türkiye’nin yalnızlaştırılması, köşeye sıkıştırılması için her türlü melaneti yapacaklar; diğer yandan içerideki birlik ve beraberliği zayıflatmak için süper sofistike algı operasyonuna devam edecekler.

Nedir bunlar? 

Dışarıda ekonomik abluka babından olarak kredi değerlendirme kuruluşlarını kullanarak Türkiye’nin notunu Bangladeş’le aynı kategoriye düşürecek kadar gözleri dönmüş durumda. Ekonomik literatürde “çöp seviyesi” denilen “Schrottenniveu” ya indirdi en son Moodys Türkiye’nin kredi notunu. Üstelik 15 Temmuz’dan sonra 3 ay gözlem yapacağız dedikleri için halde en erken 15 Ekim’de bir değerlendirme beklendiği halde. Gerekçeleri ise çok daha ilginç: Siyasi belirsizlik! Bu ülkede siyasi hayat hiç bu kadar stabil olmadığı halde. Neyse bu konuyu ayrıca yazarız inşaallah.

İçeride ise 15 Temmuz’da herkesin gördüğü, bizzat yaşadığı kıyamet sahnesinden sonra sosyal, siyasal, etnik ve mezhepsel katmanlar arasında iyice azalan gerginliği tekrar artıracak ve hızla yükselen Erdoğan sempatisini torpide edecek algı operasyonlarına girişecekler. Evet yüzyılların en ahlaksız ihanet Çetesi olan Fetö’nun bundan sonraki ağırlıklı uğraşı sahası daha sofistike orta ve uzun vadeye yayılan algı operasyonları olacaktır. 

Fetö’nün algı operasyonlarında istihdam ettiği hiç bir profesyonel ahlaksızın yakalanmadan yurtdışına kaçırıldığı gerçeğini unutmayalım. Başta Emre Uslu, Tuncay Opçin, Önder Aytaç, Adem Yavuz Aslan, Mahir Zeynolov, Ekrem Dumanlı, Faruk Aslan, Kerim Gün, Yasin Kesen gibi bütün elemanları Pensilvanya nın koordinasyonu ve planlaması ile ağırlıklı olarak Amerika olmak üzere çeşitli ülkelere dağılmış halde hizmete(!) devam etmektedirler. Bunlara ilaveten daha yüzlerce eleman aynı iş için istihdam edilmektedir.

Sosyolojisi oturmamış bizim gibi bir toplumda bu konuda malzeme sıkıntısı çekmeyeceklerini hepimiz biliyoruz. Metrobüs’teki şortlu kıza uçan tekme, Tarık Akan’ın cenazesinde her iki ucun da verdiği orantısız tepkiler, Anıtkabir’e CHP’li belediyenin yaptırdığı çocuk parkının kaldırılması için onbinlerce insanın “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” sloganları eşliğinde yürümesi ve parkı sökmesi ve bunu sanki gerici hükümete karşı bir zafer olarak lanse etmesi vesaire gibi gelişmelerin oluşum ve topluma sunuluş şekli ne demek istediğimizi yeterince anlatmaktadır. 

Fetö soruşturmalarında yapılan yanlışlar ve OHAL imkanlarını şahsi ego tatmini için kullanan kifayetsiz bürokratlar sayesinde orta vadede yani en geç 1-2 seçim sonrasında Ak Parti'nin % 5-10 arası bir oy kaybına uğraması öngörülmektedir. Bunun en büyük işareti 15 Temmuz’dan sonra yapılan anketlerde Ak Partinin en az % 60 lara yaklaşan bir seviyede olması gerekiyorken halâ %51-52 bandında kalkması, CHP ve MHP'nin 25 ile 15 bandında sabitlenmiş olmasıdır. Bu rakamlar iyi okunup, iyice tahlil edilmezse ilerde çok daha farklı bir manzara ile karşılaşırsak hiç şaşırmayalım.

Bütün bunları dost acı söyler kabilinden ifade etmeye çalışıyoruz. Evet tekrar gelecekler, ama bu sefer daha sinsi ve daha sofistike metodlarla gelecekler. 

Madem öyle onlara karşı hamasetle değil; mücadele bilinci, kararlılık, uyanıklık, basiret ve ferasetle karşı koymak zorundayız. Sloganımız “gelecekleri varsa görecekleri var” hamaseti değil, nereden ve nasıl üstümüze geleceklerini öngörerek tedbirler almak olmalıdır. İlle bir slogan lazımsa “ne rehavet, ne paranoya” diyorum.


Naim Okur, 02.10.2016, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Gündem
Naim Okur Yazıları

Seçkin Deniz Twitter Akışı