"Bütün bunlar gösteriyor ki bu rezaletler tek tek devletin veya hükümetin direkt müdahaleleri ile bitecek gibi görünmüyor. Çünkü toplum olarak hepimiz adaletin peşinde değil intikam ve kişisel tatmin peşindeyiz."
Sinan Çetin’in haylaz ve yaramaz oğlu Rüzgar Çetin’in tahliyesi gerek yazılı ve görsel medyada ve gerekse sosyal medyada fırtınalar kopardı. Sinan Çetin’in kamuoyuna mâl olmasa bile kamuoyunun tanıdığı bir yönetmen olması, seveninin olduğundan daha çok sevmeyeninin olması, tahliye kararı üzerinden iktidara yürümeye hazır kitlelerin olması olayı bu hale getirdi diyebiliriz. Öyle anlaşılıyor ki ünlü yönetmenimiz kendi çocuklarını yönetme konusunda pek başarılı değil galiba!
Önce olayı iyi tahlil etmemiz gerekiyor. Ortada bilinçli taksirle ölüme sebebiyet vermek suçundan yargılanan bir suçlu ve onun ölümüne sebep olduğu bir polis memuru ve geride kalan ailesi var.
Davalı kişi meşhur yönetmen Sinan Çetin’in oğlu olunca konu ister istemez kamuya mal oluyor. Ve kamuoyu iktidara yakın bir yönetmenin şımarık züppesi ve ölen polis memuru üzerinden ortadan cart diye ikiye ayrılıyor. Böylesi durumlarda alınan karar ne olursa olsun haliyle kamuoyunun tamamının tatmini mümkün olmayacaktır.
Gelelim olaya. Bahsi geçen şahıs TCK nın ilgili maddeleri göz önüne alındığında en üst seviyeden ceza istemi ile yargılanmış. Savcı 5 yıldan 22,5 yıla kadar ceza talep etmiş. Bu arada Batı’da aynı suçun cezasının 5 yıla kadar hapis olduğunu da hatırlayalım (Almanya). Davanın bütün aşamaları kamuoyunun gözü önünde cereyan ettiği için ve ölen polis memurunun eşinin sözleri vicdanları sızlattığı içindir ki savcılık makamı en üst seviyeden ceza talep etmiştir zaten.
Ama davanın son duruşması öncesinde ve sırasında ölen polis memurunun ailesinin şikayetini geri alması ve davalının pişmanlık beyanında bulunması ile söz konusu ceza indirimine gidilmiş ve bizim gündemimize girmiştir. Hukuken ortada bir sorun yok görünüyor. Bahsi geçen şahsın daha önceleri de benzer trafik cezaları aldığı göz önüne alındığında verilen cezanın (özellikle ehliyetinin alınması) biraz daha fazla olabilirdi demek istiyorum.
Burada unuttuğumuz bir şey var. Bu dava ölümle sonuçlanan şahsi suçlar kapsamına giren bir davadır. Dolayısıyla ölen kişinin artık bir hukuku kalmadığından davadan vazgeçme hakkı ölen kişinin en yakını olan ailesine aittir. Rahmetli Polis memurunun ailesi ile suçlu şahsın annesi arasında suçlunun annesinin Polis memurunun ailesine taziye ziyaretine gitmesi ile gelişen bir ilişki, empati oluştuğu görülüyor. Nitekim Polis memurunun eşi annenin göz yaşlarından etkilendiğini ifade etmiştir. Kamuoyundaki yaygın kanaat suçlunun ailesinin Polis memurunun eşine yüklü bir ödeme yaptığı algısı hakim olsa bile reddedildiği için bize halt etmek düşüyor.
Gelelim siyasi otoritenin hukukun işleyişine müdahalesine. Normal şartlarda ve Batı Demokrasilerinde devletin özellikle adi davalarda müdahil olmasına pek rastlanmamaktadır. Bizde ise devletin bütün kurumları gibi hatta daha da fazla hukuk sistemi gerek strukturel açıdan ve gerekse ruh, mantık açısından oturmamıştır. En fazladan kastım Cumhuriyetin ilk yıllarından beri en kötü olan kurumumuz hukuk sistemimizdir.
Bu ülkede hiç bir zaman hukukun gücü olmamış, tam tersi hep gücün hukuku olmuştur. Siyasilerin en son müdahalesi şortlu kıza tekme atan meczubun tutuklama gerektirmeyen bir suç kapsamında olduğu halde suçun başka bir maddeye transfer edilmesi sonucunda tutuklanması ile yaşanmıştır. Ama aynı durum şortla 15 Temmuz gecesi selâ okuyan müezzini dövenler hakkında söz konusu olmadığı için ise bizim muhafazakâr mahallede ciddi bir rahatsızlık doğurmuştur.
Adalet kim için, kime göre?!
Özetle öyle bir toplumda yaşıyoruz ki neresinden tutsak elimizde kalıyor. Biz bunları konuşurken 15 Temmuz’un kahramanlarından Ömer Halisdemir’e, Onun geberttiği darbeci Semih Terzi’nin eşinin açtığı 90.000 tl lik tazminat davasının kabul edildiği haberi düştü gündeme bomba gibi. Buyurun buradan yakın dedirten cinsten bir gelişme. Derken olayın asılsız daha doğrusu yanlış anlamadan kaynaklandığı açıklandı da yüreğimiz soğudu yeniden.
Bütün bunlar gösteriyor ki bu rezaletler tek tek devletin veya hükümetin direkt müdahaleleri ile bitecek gibi görünmüyor. Çünkü toplum olarak hepimiz adaletin peşinde değil intikam ve kişisel tatmin peşindeyiz. Mahkemedeki işini el altından halletmeye hayır diyecek kaç kişi var ki aramızda?
Hukuk ve adalet, toplumsal hayatta insan insan, insan devlet ilişkilerinde aramızdaki ihtilafları çözmek için üzerinde ittifak ettiğimiz bir sistem ve kurallar manzumesidir. Hukukçuların elindeki kanunlar toplumsal vicdanın ortalamasına tekabül eden kabullerdir. Hakeza kendileri de. Hem kanunların, hem de uygulamacıların uzaydan gelen kurallar ve yaratıklar değil; içimizden birileri olduğunu unutmamak zorundayız.
Hukuk(!) adamlarımızın kahir ekseriyeti itibariyle önceliği hak ve adalet değil; güç kaynağı devlet, ordu, hükümet, cumhurbaşkanlığı vesaire her neyse “onlar ne der” olmuştur. Bu davada da Sinan Çetin’in ölenin ailesine davanın geri çekilmesi için jest yapabilecek kadar zengin olmasının, Sinan Çetin’in iktidara yakın olmasının, görünmesinin etkisi olma ihtimali yoktur demeyi çok isterdim. FETÖ davalarında “ne kadar adam tutuklarsam o kadar iktidara yaranırım” mantığı ile suçlu suçsuz bir sürü hukuk katliamına imza atan hakimlerimizin bu olayda tahliye lehine oy kullanmaları bana da manidar gelmiyor değil. Bütün bunların yanında kamuoyunda rahatsızlık oluşturmak için bilerek verilen yanlış kararlar olabileceğini de hesaba katmak zorundayız diye de düşünmekten alamıyorum kendimi. Bana göre burada tek geçerli sebep cezaevlerinde yer açılması kaygısı olabilir!
Biliyorum bu uzun açıklama da birilerini tatmin etmedi, ama ne yapalım. Benim adım hıdır, elimden gelen budur! Bu kadar açıklama da sizi kesmedi ise rahmetli Abdurrahim Karakoç’a kulak verelim, bakalım o zamanlar nasılmış adaletin ve dahi memleketin hâli pür melali! Köyün güzellerinin milli ve insani hasletlerimiz olduğu notunu da düşerek!
Hasan’a mektup
Göz değdi köyümün güzellerine
Elif yad ellere göçtü be Hasan
Sevgi size ömür dört kulaç önce
Ecel çorbasını içti be Hasan
Asalet babasız çocuk doğurdu
Nazlı Hürriyet’i haydutlar vurdu
Viraneye döndü Türkhan’ın yurdu
Köyün tadı-tuzu kaçtı be Hasan
Adalet felç oldu yürür değnekle
Neşe ne halt etsin soğan-ekmekle
Gönül delirdi de yol beklemekle
İsyan bayrağını açtı be Hasan
Saadet’in adı Hülya’dır şimdi
Her gün birimizi aldatır şimdi
Umut’lar rüyada faldadır şimdi
Unut eski günler geçti be Hasan
Fazilet’i gelin ettik gurbete
Kim bilir belki de gurbetten öte
Yağlı Servet garaz eder Ülfet’e
Ara yere nifak saçtı be Hasan
Zeynep bize küskün İffet sürgünde
Rezalet felaket yağar her günde
Yedi Haslet verem olur bir günde
Ülkü kötü yolu seçti be Hasan
Burada ne düğün ne Bayram kaldı
En güzel Umut’lar dalda ham kaldı
Korku hasret isyan keder-gam kaldı
Binalar temelden uçtu be Hasan
İşte böyle malum ola hâlimiz
Naçar böğrümüze düştü elimiz
Güven duyduğumuz her güzelimiz
Bizlere bir kefen biçti be Hasan
Naim Okur, 08.10.2016, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Gündem
Naim Okur Yazıları