"Yaşamım düş kurmakla geçti ya!"
"
"Ayıbımı yüzüme karşı söyleyen bana zulüm etmemiş,
aksine bana bir armağan getirmiş demektir."
Ferideddin-i Attar
Bölüm Sekiz
-IX-
Dosya Adı: Senaryo-Game, Konu: GÜNLÜKLER1 Ağustos / Perşembe
Büyük Rumulus, canı sıkıldığında sakız çiğnemesini pek severmiş Ruh Doktorum. Karısı bunu öğrenince televizyon keyfine bir nokta koyacak kadar ileri götürmüş işi, sonrası bilinen hikaye. Bu yüzden sakız çiğnemek yasaklanmış, gecenin bir vakti ıslık çalarak yürümek, merdiven altlarında siyah kediler aramak, v.s. yasaklar listesi o yıllara göre ağırmış bu kadar.
Islık çalmak uğursuzluktur, sevgili Ruh Doktorum. Bu yüzden merdiven altlarından geçerken Siyah Kedi görmek de uğursuzluk sayılır. Hayatıma yön verenler tablosunun karşısında dikilip saatlerce oraya baktığımda sevgili Ruh Doktorum, Oya gözlerimin önüne gelir.. sidikli kontesim de buradan gelmektedir; tarihe bu kadar hücum etmek nereden geliyor anladınız mı şimdi?
3 Temmuz/ Cumartesi
Uzun uzun anlattım, uzun uzun Sevgili Ruh Doktorum. Lady'yi kendi ellerimle onların kucağına attığımda filmin etkisi sürüyordu. Kasap bıyıklarını eğittiği sarkaçlarda kalmış bir insan kurusuydu, Çocukları korkutmak için beş kere söylenen şeyi ben onun için yineledim. Karışmadılar.. bekledim oysa, bir şey söyleselerdi, ne kadar iyi olacaktı, onların yalnızlığı beni ilgilendirmiyordu, ya ben ne yapacaktım, "Benim bıyıklarım ne olacak?”, diye ağlayan Kasabın durumu içler açısıydı, benim yalnızlığım ne olacaktı sevgili Ruh Doktorum? Onları gözlerinden tanırdım, gözlerindeki ışık her şeyi ele verirdi, hangi insanın konuğuydum, Mabet'in de, Bilgisayar'ın da canı cehenneme diyecektim. Ben onlara göre biri olamadım hiçbir zaman. Beni anlayacaklarını düşünmem boş bir hayalden ibaretti.. yalnızlığımı böldüler.. matematiği işin içine karıştırmaları hiç iyi olmadı, biliyordum. Yalnızlık parçalanıp, bölünemezdi, toplanıp çıkarılamazdı..
Bu yüzden zamana yenik düşen bir insan olmaktan kurtulamadım.. kendimden dışarı çıkmayı beceremiyordum.. çağın, düşlerin ve masalların gerisinde kalmış bir ucube oluşum onları nasıl güldürüyordu kim bilir. Bazen bana acıdıkları da gözlerindeki ışıktan belli oluyordu. Kitapların zamanı geçmişti, sözcükler çürüyüp dökülmüşlerdi, artık sözcüklerin bir önemi kalmamıştı sanki? Belki de bu yüzden senaryo yazmaya karar verdim, kahramanlarımı bir düş trenine bindiriyordum, bütün senaryo kahramanları -ünlüleri, ünsüzleriyle- o trende buluşuyorlardı.. işimin zor olduğunu biliyordum, ama yapacak başka bir şey kalmamıştı geriye.. Mihri Mah’ın gülüşü gözlerimin önünden gitmiyordu, yine bazı tersliklerin beni bulacağını düşündüğünden olsa gerek. Ama Feridun Bey öyle değildi, Kiyanüs'le samimiyetimiz onu pirelendirmişti. Kuşkulanıyordu. Kuşkusunun Mimarı olarak dolaştığı vakitler, havalanması o kadar doğaldı ki artık sonunda bunu Mabet'in Sır Kâtibine de söylemek zorunda kaldım. Yüzüme bakmakla yetindi, sonra da o pis sırıtması yüzünün coğrafyasını dolaşarak Alan-ı Kebir’e yöneldi. Beni anlamamış gibi davranması, Mabetteki esen rüzgarlardan onun da fazlasıyla etkilendiğini göstermekteydi.
Aksam geç vakitlerde Mabet kapanıp da evlerimizin yolunu tuttuğumuzda, köpek kovalayan çocuklarla karşılaşacağımı bilmiyordum ne yazık ki. Sokağın hemen girişinde oldu bu iş. Onları oldum bittim sevememiştim, köpeklerin yalnızlığına alışmam epey zamanımı almıştı, uzun bir zaman sevgili Ruh Doktorum....
27 Temmuz / Cumartesi
Cumartesi Sabahı Sevgili Ruh Doktorum Kiyanüs'ün yüzü asıktı, gözleri buğuluydu, ıslak gibiydi, ama yine de bir şeylere diş bilediği belliydi, şövalye gibiydi, dişleri takırdamaktaydı, uzun uzun pencereden bakmıştı, pencerelerden. Zamana yenik düşmüş bir şövalyenin anlamsızlığıydı onu böyle çileden çıkaran sevgili Ruh doktorum. Kasabın rüyalarını bile bitirememiştim. Düş Treni fos çıkmıştı, çaresizdim, ilk insan gibi çaresizliğimi taa derinden duyar gibiydim, ilk insan gibi yalnızdım, kirli bir yalnızlıktı benim ki.
Mutsuzluğumun piramidinde düşlere dalışım Kiyanüs’ün da gözünden kaçmamıştı.. Korkularım vardı Sevgili Ruh Doktorum. Bir daha çıkamayacağım bir odaya kapatmışlardı, kendimden dışarı çıkmanın bir yolunu bulamıyordum. Rumulus belki de bu yüzden bıyıklarını seviyordu, ülkesinde bıyık bırakmayı da bu yüzden serbest bırakmıştı, canları sıkıldığında bıyıkla oynamak da buradan gelmekteydi.
Resim yapmayı beceremezdim. Karalamalarımı resimci Ticen Hocamız oldukça orijinal bulmuş ve de çok beğenmişti. Horozun Sesi’nin Resmi'ni aldıktan sonra hiç üşenmedi çerçeveletti, sonra da panoya astırdı. Bende büyük kabiliyetler seziyordu da alıklık derecesinde. Ama ben ona kıs kıs gülüyordum. Son çalışmama da ‘Tüpün Üstündeki Çaydanlığın Istırabı’ adını verişim onu iyice kamçılamıştı, kendinden geçmiş beni ıslak kanatlarının üstüne çağırmaktaydı, bir kadını daha yakından tanımam için her şeyi yapmıştı, yapıtın serüvenini büyük bir coşkuyla anlatmaya koyuldum, ıslak dudaklarından bal dökülüyordu, uzatılan her şey gibi bu da ruhunu okşamaktaydı Ticen Hocamızın, Resim Atölyesi’nden en son benim çıkmamı istemişti, konuşacakları vardı herhalde, ıslak kanatları ürerinde nasıl pelentler atacağımı gösterecekti...
Resim Atölyesi okulun bodrum katındaydı, bu yüzden karanlık olurdu, kızlar yanına birini almadan inemezlerdi aşağı kata; neden korkarlardı anlayamazdım, sınıfın yalnızlığıydım, o zamanlar beni anlayana hiç rastlayamamıştım, ifade etme zorluğu çekiyordum sevgili Ruh Doktorum. Kendimi Öteki Çocuklara benzetmek için elimden gelen gayreti gösterdim, gösterdim ama olmadı, beceremiyordum. Söylediklerine göre çok kolaydı , hayatı o kadar büyütmemeliydi gözünde insan. Bana da gösterin, diyordum, bu kadar basit olduğuna göre bana da. Belki de bu yüzden kendimi resimlere adadım, çizgilerde ifade etmeyi deniyordum, kim bilir, kim bilebilir? Babil Kulesi'ni yapanları dönüştürmem fazla zamanımı almamıştı. Resimci Ticen Hanım bunu ilk keşfedenlerden olmuştu, beni ödüllendirmesi de ıslak dudakları üzerine asil şövalyemi çağırmasıyla oldu. Kadınlığının ıslak dudaklarına tatlı buselerimle can vermiş asil şövalyem kuşkularıma yenilmeden önce daha istekli görünmüştü.
***
"Her geçen gün biraz daha büyüyen, büyüdükçe güzelliğinden bir parça götürdüğünü sandığı yüzündeki penguen lekesi hala daha orada duruyordu!”, dedi Şehrinaz,
"Kasabın mı?”, diye sordum.
"Yok!”, dedi Şehrinaz, "Şeyh Destigayp’ın!”
Sustum ve iyice kendi içime kapandım ki Şehrinaz beni bulup o delikten bir daha çıkaramasın dışarı..
"Yine aklın nerede senin?”, dedi Şehrinaz, "Söyle bakayım!”
"Güleç yüzlü bir adam olamadım hiç!", diyordu Şeyh Destigayp aynaya bakarken!”, dedi Şehrinaz, "Saatleri ayarlama işine gönül verdiğimde, ülkenin durumu gibi perişan saatleri tamir etmek için gecemi gündüzüme kattım, sonuçta olan bana oldu, kimseye değil! "
"Delirdim demek istiyordu Küçük Hanım’a!”, dedi Şehrinaz, "Bu millet delileri sever, üzüldüğün şeye bak Destigayp, yavrum, diyordu Yaşlı Kadın, Büyük Hala olmalıydı, oturma odasının perdeleri çekili olduğu için, kapı da kapalıydı üstelik, korkusuzca konuşabilirlerdi!”
"Hiç de sürükleyici değil!”, dedim, "Şehrinaz!”
"Dur acele etme!”, dedi Şehrinaz, "Filmin sonuna geldik sayılır!”
"Nasıl?”, dedim ben de.
"Bütün sırlar çözülüyor!”, dedi Şehrinaz, "Artık epeyce gerilerde kalmış olan bir hayalin peşine düşmüş de buralara kadar gelmiş Lekeli Beyazlığın ortasındaki kadını bir an Liz Taylor'a benzetiyor Kasap. Kimsenin ondan kuşkulanmasına olanak olmadığı için, onu düşündüren asıl şey bu değil zaten -geçen haftaki Pazartesi sabahı gibi- yorgun ve sarı bir yüzle kadına bakarken, rüyanın aynaya nasıl girdiğini, sonra rüyanın aynaya girdiği zamanı, bir an kendinin de o olabileceğini, belki de bu yüzden filmlerin yardımına sığınarak her şeyi eskisi gibi rayına oturtabileceğini düşündüğü geceye gidebileceğini sanıyor Kasap!"
"Peki aynada ne işi var Destigayp'ın?”, dedim.
"Aynanın karşısından saatlerce ayrılmayışı da biraz buna bağlı!”, dedi Şehrinaz.
"Onun için mi?”, dedim, "Aynı şeyi burada da yaşıyordu!”
Sonra düz, devingen, boylu boyunca uzanan bir cisim hayale yeni biçimler vermekte, diye düşündüm. Belki de onu bilerek yok etmekte, parçalamakta, dahası tanınmaz bir hale getirinceye kadar elinden geleni ardına koymamakta, ona, evet, belki de ona iyi bir ders vermek istemekteydi diye düşündüm ve Şehrinaz'a baktım; odanın karanlığında kendini filme kaptırmış periler gibi hülyalı kadına içimdeki taşıdığım niyeti belli etmemek için her zamanki gibi saflığımla baktım..
"Gecenin karanlığından faydalanarak apartmanın çatısına çıkmış kasaba oradan aşağı inmesi için resmi kıyafet içindeki insanlar anons yapmaktaydılar!”, dedi Şehrinaz, "Düşünebiliyor musun Finamek? Aşağıda ise epey bir kalabalık toplanmıştı. Yüzü gözü kan içinde kalmış bir kasabın gözlerinde ne okumuşlardı acaba? Ürkek gözler görüyor, ondan çekinen, ama zorundaymış gibi gitmek istemeyen.. Aşağıdakilere suçsuz olduğunu anlatmak İçin ne yapacağını bilemeyen bir insan düşün, anlatsa da inanmayacaklarını bilen bir insan!”
"İn aşağı oradan, bizleri daha fazla bekletme!”, diyorlardı da..
"Kolaysa siz deneyin bir de!", diyordu o da.
"Yok, yok!", dedim.
"Benden daha iyi mi bileceksin?”, karşılığını verdi Şehrinaz.
"Biz senin aşağı inmeni bekliyoruz!", diyorlardı da,
"Kuzu, kuzu!”, diyorlardı da.
"Yoksa biz seni oradan aşağı indirmesini biliriz!", diyorlardı da.
"Küçük kızıyla ilişkisi ortaya çıkan üvey babaya baktığını nereden bileceklerdi?”, dedim ben de.
"Bunları nereden çıkardın şimdi?”, dedi Şehrinaz, "Hiç anlamıyorum!”
Sonra yüzüme dik dik bakan Şehrinaz'dan kaçmanın yollarını arandım, akrepli saatin yanına gittim, saat iki de durmuştu, siyah giysisi içinde kıvrılmış oturan kadının gözleri üzerimdeydi, hissediyordum. Sonra sıçan civlemesini yine duyar gibi oldum, korkunç bir civlemeydi. Yanına gittim, ona sarıldım, beni bağışlamasını ve korumasını istedim gelgitlerimin içinde. Şehrinaz kaldığı yeri unutmamıştı.
Beni affetmiş gibi sıcak bir tavrıyla:
"Ellerinde mikrofon olan insanlar anons yapmayı sürdürmekteydiler!”, dedi Şehrinaz, "Ola ki KASAP bir hata yapar, başlarına olmadık dertler açılır.. ne yapacaklardı olan olduktan sonra?"
Hiç istemediğim halde, "Sonra?”, dedim.
"Şempanze hala orada!", diye bağırmaya başlıyor Kasap!”, dedi Şehrinaz, "İnsanlar sokağa dökülmüşlerdi uyuz böğürtülere, insan böyle boğazlanamazdı!”
"Ne demek istiyor şimdi bu?”
"...!”
"Bir bilen varsa açıklasın lütfen! Yoksa çıldıracağım!"
"Şempanze, şempanze!"
"…!”
"Diyorum ki şempanze oradayken nasıl inebilirim?”
"Yok!", dedi Şehrinaz, "Karısının böyle bir şey yapmadığına inanıyor Kasap!"
"Oysa yanılıyordu!”, dedim.
"Sen nereden biliyorsun?”, dedi Şehrinaz.
"Sonra kenara çekildi!”, dedim ve oradan ben anlatmaya başladım bir çırpıda ki; Şehrinaz'ın yüzündeki soru işareti iyice büyüsün ve de beni uyutsun. Aynanın bir köşesinde yüzünü bana çevirmiş kadına baktım, soluğunu tutmuş beklemekteydi. Kasapla ilgili kuşkuları daha henüz sönüp gitmediği anlaşılmaktaydı. Sonra kendimi kaptırdığım filmin akışından öyle kolay kolay kopamayacağımı anlatmak için.
"Acaba kadın anlamış mıydı?, diye bir kurt düşüyordu Kasabın içine!”, dedim.. "Orayı oyup duruyordu? "Olamaz! diye dertlenen bir kasabı düşünsene bir!”
"Nereden bilecek diye için için kendini yiyen bir kasabı.. karısının anlamadığı bir insanı çatıya çıkarmakta ne kadar haklıydı yönetmen kim bilir!”, dedi Şehrinaz. Tuhaf bir merak olabilirdi belki de, benden kuşkulanmayacak kadar o da kendini filme kaptırmıştı bir kere.
"Evet!”, dedim, "İçimi mi okuyor sanki sözlerinden bir şey anlamayan müşteri kadına çatmamak için kendini zor tutan bir kasabı kayalıklarda görenler niye bu kadar şaşırmışlardı ki? Evet cansız, soğuk, ölü gözler sürekli camlarda, camların gri pusunda hiç gitmeyecekler gibi o da bu yolculuğunun nerede son bulacağını unutmuş gibi görünerek eline geçirdiği şansı iyi kullanmak istiyordu. Şekerci'nin üzerindeki etkisi hala sürmekteydi, nereden başlayacağını bilememenin sıkıntısı yüzüne vurmuştu. Kayalıklarda civleyerek sıçrayan sıçanlara bakıp güldüğü o sabah sıçan adasından söz eden yabancı kadına hiç de iyi bir gözle bakmamıştı. Lağım fareleri gittikçe çoğalarak kayalıkları kaplıyorlar, daha sonra da denize doğru boşalıyorlardı. Gözlerindeki panik bir veba sonrasının paniğiydi sanki. Sonra o civlemeleri kulaklarından hiç gitmiyordu.. sonra Müşteri Kadın ne yaptığına bakıyordu. Kıyma vermek için mi böyle dalgındı, yoksa bir hinlik peşinde miydi burasını kestirmek çok zordu!”
Durup yüzüne baktım Şehrinaz'ın, durup karanlıkta ilerleyen dakikalara baktım. Durup kendime baktım ki, bitmeyen bir filmin yarısında Kasap, "Kuruntulanma yine, destur!", diyordu. Hızımı alamadığım için kaldığım yerden devamla.
"Kadının gözleri de güzeldi!”, diye kendi kendine söylenmekteydi Kasap!” dedim, "Sonra üstelik ısırmasına izin vermediği için!”
"Sıçanlar mı?”, diye sordu Şehrinaz.
"Evet!”, dedim, "Binlerce sıçan burnundan solumadaydı! Yazar bozuntusu herifi kayalıklarda gördüğünde buna hiç şaşırmadı, kayalıklarda oturmuş denize bakmaktaydı. Yurttaş Keyn ofiste zorlu dakikalar geçirmekteydi, belki de bir daha dönmemek için ayrılan kadını bir türlü unutamayan kendisiydi, başka biri değil.. Her insan gibi senin de korkuların var derken onu küçümsemiş kadından öcünü almak için bir oyun planlıyordu belki de yazar bozuntusu herif.. Hedef Fare’ydi, bir tek fare? Yavrularını öldürdüğü için nefretini kazanmıştı anne farenin, gözlerinde öfkesini okuyabiliyordu az çok.. belki de bu yüzden bodrumdan gecenin bir vakti deliler gibi çıkmıştı, nereye gideceğini bilmeden koşmuşta koşmuştu! Görenler bir deliye benzetmişlerdi onu mutlaka. Ondan öcünü almak için üstüne ok gibi fırlayan anne fare gözlerinin önünden bir türlü gitmiyordu işte. Kenara çekildiğinde çoğu böyledir bunların demişti kendi kendine.. nazlanırlar ilkin, sanki karısı karşısındaymış gibi .. ama onu da gördüler mi dayanamazlar işte Ş.,’nin, sözleri yankılanıp durmuştu dükkanın içinde!"
Susup karıma baktım yine aynanın kenarında. Gri dumanın kapladığı bulut tabakası çözülünce Su Perisi gibi yürüyen kıza bakan Şekerci'nin neden hep öyle dalgın olduğunu anladım, gerçekten de bir Su Perisi'ydi o.. görünmez mavi suların üzerinde yürüyen eski balerin ya da.. kendime dalıp gittiğim için ya da çok uzak mesafelere dalıp gittiğim için bir bakıma Şekerciyi anladım, aşkını anladım, kimsenin önüne geçemediği ve de geçemeyeceği bir aşktı bu. Onunla konuşmaması da ilginçti. Bu dalgınlığımı yine karım bozdu.
"Bıçak en son onun elindeydi!”, dedi, "Senden şüphelenmeyeceklerdir, için rahat etsin!", demişti Liz Taylor Gülüşlü Kadın. Olayın etkisini üzerinden atamamış gibi görünmekteydi, elleri titriyordu, boş bulunduğu bir ana takılmış bilincini inandırmakta olumlu bir sonuç kaydettiği söylenemezdi.
"Sen kimsin, burada ne işin var?”, diye sormuştu titrek bir sesle.
"Kasap onun için başını önüne eğmiş, sesini çıkarmadan oturuyordu!”, dedi Şehrinaz, "Kadının kahkahaları kulağına çalındığında da istifini hiç bozmamış, beklemeyi sürdürmüştü. Rüya aleminde gezen yorgun bir hayaleti nasıl da andırmaktaydı kadın..Mavi dudaklarını emmek için yanıp tutuşan kasaba hiç bakmıyordu bile. Onu hakir gördüğü için belki!”
"Kendine layık bulmadığı için de olabilir!”, dedim.
"O kadar güzel ve iyi giden şeylerin bir an tersine dönmesi Kasabı çileden çıkarmıştı!”, dedi Şehrinaz, "Sanki bir rüyaydı, gördüğü rüya da diğerleri kadar vardı en azından, onları aratmayacak kadar demeye dili varmasa bile ter içinde bırakmıştı kasabı. Burnundan soluması kesilmemişti, birazdan ceset de soğumaya başlardı, kadını kim bilir kaç yerinden şişlemişler, sonra öylece yüzüstü bırakıp gitmişlerdi. Bunu yapanlar ancak cani ruhlu birileri olabilirdi, yoksa niye durup dururken bir kadını boğazlasınlardı ki?”
"O kadın vitrinin sağında belirdiğinde hiçbir şeyden kuşkulanmayacak kadar normal görünüyordu her şey!”, dedi Şehrinaz, "Belki de her akşam onu alışverişe gönderdikleri için sessiz bir diyalog başlamıştı aralarında. Süs köpeğine kemik almak için markete geliyordu daha çok! Siyah duvaklı, siyah giysileri içinde her zaman solgun yüzlü bir kadını oynayan orta yaşlardakinin kızı da köpeğine kemik almak için geliyordu markete, ikisini de ayırmıyordu, birine ne veriyorsa öbürüne de aynısını veriyordu Şen Kasap!”
"Ne matrak bir sahne!”, dedim.
"Nasıl?”, dedi Şehrinaz.
"Işıkların sönmesini hiç hayra alamet bulmazdı Babaanne!”, dedi Şehrinaz, "Bu yüzden gözlerini aynalardan kaçırır, konsülün üzerinde duran kitaba da bakmaz, o kitaptakilerin bir gün başlarına geleceğinden korkardı!”
"Kör Baykuşları, cinleri, perileriyle masal dünyasının Kasabın başına ne işler açtığını bir bilseydi?", dedim, "Herhalde yani bakacak hali mi kalmıştı?”
"Boş ver!”, dedi Şehrinaz, "Bak şimdi söyleyeceklerim daha önemli! Dinle!”
"Dinliyorum!”
"Babaanne gayet ciddî ve kendine ait vakuruyla -belki de bu yüzden toparlanamıyordu- yaşından evvel yaşlanmış torununa bakmaktaydı!”, dedi Şehrinaz.
"Belki de hiç değişmeyeceğini vurguluyordu anlattığı şeyler!”, dedim, "Belki de gördüğü hayallerin bir çeşit gizlenişiydi bunlar!"
"Vitrinleri boş dükkanların önünden geçerlerken Liz'i andıran kadının dudakları arasındaki ıslığa alışmış gibi görünüyordu Kasap!”, dedi Şehrinaz, "Anılarının bir toplamı olan hayalleri marketin soğuk taş binasıyla ortadan ikiye ayrılmıştı. Kadın her zamanki korkutuculuğunu elinden bırakmadan şefkatten çok, nefretle üzerine geldiği bir sahnede ışıkların neden karardığını, hayaletimsi gölgesinin üzerine bir karabasan gibi çöktüğünü anlayamamıştı. İlk önce sol memesini kesmişti mavi dudaklı kadının, kan üzerine sıçrarken bu çok hoşuna gitmiş gibi sonra diğerini de kesmeye başlamıştı, derken parça parça doğramaya başladığı kadın gövdesini buzlukta muhafaza edebileceğini düşünüyordu!”
"Ne yapıyorsun?”, dedi Şehrinaz, "Onunla!”
Bıçak son kez havaya kalktığında dudaklarımın aralığından, "Bunu hak ettin!", lafı çıkmıştı bir tek, "Sen de biliyorsun ki bunu yapmalıydım!”
Karım, "Dur, yapma!", diye bağırmış, ama bana engel olamamıştı. Karanlıkta bir hayli boğuştuk, Şehrinaz, ölmemek için çok direndi, ama elimden kurtulamadığı için filmdeki gibi şimdi buzdolabının muhafazasında parçalanmış etler biçiminde durmasa da karşımda cansız, boş bir çuval misali yığılı durmaktaydı.
Cemal Çalık, 20.10.2016, Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Düşlerin İsyanı, Roman