"Şahin Torun'un beslendiği dil ve duygu müslüman bir kimliğe sahip; bu yüzden bakışının iyi niyetli oluşu açıkçası bizim soldan ya da sağdan yorulmuş ihtiyaçlarımız için çok önemli... gelecek adına önemli..."
Batı'nın
eleştirel düşüncesinin gelişmeye başladığı 15-16. yüzyılı düşündüğümde, 11.-12.
yüzyıl Endülüs Medeniyeti'nde son temsilcilerini gördüğümüz müslüman
düşünürlerin şerhlerinin, en erken 300-400 yıl sonra, tercümelerle, Batılı başkentlerde gizli-kuytu
köşelerde okunduğunu ve okutulduğunu hatırlarım. Felsefî tartışmaların bilimsel
tartışmalara dönüşmesi epeyce bir zaman almıştır şerhçi Batı'da. Şerhler de
genellikle ölmüş telifçilerin eserleri üzerinde yapılırdı, itirazlara karşı
itirazlara cevap verecek olan asıl tez sahipleri ile teati ya da cedel mümkün
olmazdı.
Batı
bunu 16.-17 yüzyıllarda aşmaya başladı. Bu kez eşzamanlarda buluşan fikirler karşıt
tezlerle denetlenebilir oldular ve Batı'nın eleştirel düşüncesi kendi
çelişkilerini azalta azalta bugünkü durumuna geldi. Ve elbette bu süreç
edebiyatı, şiiri, müziği, resmi-heykeli, tiyatroyu etkiledi. Ben bu sürecin
kendiliğinden geliştiğini düşünmüyorum. Bu organize bir eylemdi ve bir
stratejiye sahipti.
Ki; bu strateji 1789'da Fransa Krallığını devirerek ilk basamak hedefini gerçekleştirmiş ve oradan da yine karşılıklı eleştirinin yaşattığı isimlerle dünyaya yayılmıştır -Söz sanatında Voltaire'den, Montaigne'den ya da Victor Hugo'dan bahsedebileceğimiz gibi, düşünce eklemlemelerinde Kant'tan, Hegel'den, Marx'tan ya da Freud veya Nietzsche'den de bahsedebiliriz-
Bugün
her ne kadar Batı'nın eleştirel düşüncesi insanî olandan uzaklaştığı ve insana
vaat ettiği herhangi bir ideal kalmadığı için artık çöküş dönemine girmiş olsa
da, fikir ve edebiyat-sanat işçilerini 'eleştiri ile yaşatma alışkanlığı'
sürüyor.
Ve elbette tamamen Batı taklitçiliği üzerine
konumlanmış Tanzimat dönemi eleştirisi de aynı işlevi görmüş, aynı köyün
kavalcıları birbirlerini eleştirerek yaşatmışlardır. Bugün çoğumuzun adlarını
bildiği Romantik eleştiri yazarları Şinasi, Namık Kemal, Abdülhak Hamid;
Realist eleştiriciler Samipaşazade Sezai, Beşir Fuad, Nabizade Nazım, Mizancı
Murat; Servet-i Fünun döneminde Cenap Şahabettin ve sonra Halit Ziya, Mehmet
Rauf, Hüseyin Cahit dönemin eleştiricileridir.
Batı ile
birlikte Taklitçi Osmanlı ve ardılı Cumhuriyet eleştiricileri ya da güncel kullanımı ile eleştirmenleri yavaş yavaş
konfor kaybı yaşayarak çözülmüş ve günümüzde de temsilcilerini bırakmadan
tarihe karışmışlardır. Ve ne yazık ki
bugün ne Batı'da ne de Türkiye'de ciddi anlamda nesnel bir eleştiri
geleneği kalmamıştır. 21. yüzyıl, geride
kalan 2500 yıllık birikimi geçmişten çıraksız ve umutsuz kalarak yok oluşa sürüklemiştir ve
eski geleneksel eleştiri formu yok olmuş yerine sadece bilimde ve biraz da
görsel sanatlarda henüz değer üretebilme kapasitesini kaybetmediği için sürmeye
devam etmektedir.
Dünya'nın
her yerinde, fakir, sahipsiz ve silahsız olana yönelen bombaların arkasında
duran hiçbir aklın vicdanı olamayacağı gerçeği Batı'da eleştirel düşünceyi
öldürmüş ve nihayetinde Doğu'da da tarih öncesinden gelen ve geleneksel
dedikodu düzeyinde kalan, çoğunlukla nesnelliği sindirilmiş eleştirinin de
sonucuna mahkum olduğu küllerle kaplanmış vicdanın aklını kaybettiğini görüyoruz.
Geldiğimiz
bugünde artık net bir fotoğraf var; Batı, akıldaki vicdan'ı nesnel bir
soğukkanlılıkla eleştirerek yok etmiş, Doğu, vicdan'daki aklı öznel bir korkaklıkla
etkisizleştirerek mistik bir kaosa teslim olmuştur. Ama her türlü olumsuzluğa
ve saldırıya karşılık Türkiye, yeni yüzyılda akıldaki vicdanı, vicdandaki
akılla buluşturmayı umut eden bir yerde duruyor diye düşünüyorum.
İnsanlık
adına iyi bir şeyler söyleme hakkı, Batı birkaç bin mülteci almamak için
sınırlarına tel ve duvar çekip, zorla girmeye kalkan mültecileri öldürürken ya
da kayıp 10 bin çocuğun organlarını satarken ya da onları seks kölesi olarak
kullanırken, Türkiye'nin 3 milyon
Suriyeli ve Iraklı bomba mültecisine açtığı sıcak kucağında somut bir şekilde
duruyor nihayetinde. Bu gerçeği teslim edemeyen herhangi bir Batılı ya da
Doğulu düşünce artık ölmüştür, yok olmuştur demekten daha nesnel bir bakış
olamaz demek istiyorum ben artık.
İşte tam
da burada durup düşündüğüm zaman Şahin Torun'un, edebiyat eleştirmeni Şahin
Torun'un Batı ve biraz da Doğu Medeniyeti'ne ve eserlerine yönelik bakışının
zamanlamasının ne kadar da çok bugün Türkiye'nin durduğu yere yakın olduğunu
görüyorum. Vicdanı olan bir akıl, aklı olan vicdana doğru yaklaşıyor olmalı
diye düşünüyorum.
Şahin
Torun'un kişisel hikayesinin 2009'dan sonraki kısmına şahidim. Kurucusu ve ilk
Genel Yayın Yönetmeni olduğu Ayraç Dergisi-Ayraç Kitap Tahlili ve Eleştiri
Dergisi- vesilesi ile tanışmış ve sonraki zamanda dostluğumuzu geliştirmiştik. Bin
yıldan fazla bir zamandır, bir türlü gelenekselleşememiş müslüman mahallesinin
eleştirel diline ve bu dilin oluşumuna dair iyi bir örnek üretme kaygısı vardı
Şahin Bey'in.
Ben çok
fazla ilgili olmasam da kitap eleştirileri ile, onun heyecanını ve azmini fark
ettiğimde yeni bir oluşumun alt yapısı
için bu girişimin önemli olduğunu düşünmüştüm. Sol düşüncenin tahakkümü
altındaki eleştiri masası, kendi hâlinde bir çıkış arayan Şahin Torun'un
gelişinden rahatsız olmayabilirdi; kim bilir belki de ölmekte üzere olduğunun
da farkındaydı Sol eleştiri... Sağ'da çok da iddialı olmayan bir eleştiri-ses aralığı
vardı; Müslüman mahallesi ise lazım olduğu vakit soldan ya da sağdan eleştiri
tedarik etme alışkanlığı oluşturmuştu ve oldum olası kısır bin yıllık mistik
bir konforla- İslamcılık denen masonik temelli formun akla vurgusunu hariç
tutarsak- aklı şeyhlerin sarıklarının arasına gömmüştü.
Bütün
bunları birlikte düşündüğümde, bir yazarı ya da sanat erbabını yaşatan ve
tanıtan eleştiri yazılarının ne kadar önemli olduğunu görmemem mümkün değildi,
ancak bir sıkıntımız daha vardı; Batı'nın ve Doğu'nun bütün klasikleri ya da
her neyse yazılı, görsel ve işitsel nesneleri bize ne anlatıyordu, nasıl bir
insan, toplum, iktisat ve inanç sistemi tasarlıyordu, bu adamlar hangi amaçla
yol alan gemilerin güvertelerinde kokain, mariuhana, rakı veya viski eşliğinde,
kollarında genç kadınlar ve erkeklerle kahkahalar atıyorlardı? 1789'da patlayan
o bomba neleri değiştirmeyi hedeflemişti? Bugün dünyadaki o vicdansız akıl,
akılsız vicdan bu sürecin sonucu muydu?
Şahin
Torun'un ruhlarını okuduğu kitaplardan bize anlatmasını istediğim aslında
bunlardı... O bu işin erbabı, kitapların ve yazarlarının amansız takipçisiydi,
o anlatmasa kim anlatacaktı ki bugün bu yaşanan acıların sorumlularının kim
olduğunu? Kur'an ve akıl, iki temel varoluş kanıtı değil miydi müslüman için?
Ki; Kur'an bütün iyiliğin ne olduğunu anlatan bir hayat sistemiydi zaten, bin
yıldır insanların gözlerinden uzağa fırlatılmış...
İnsana
bugün lazım olan geçmişte de olduğu gibi yine Allah'ın tanımladığı ve
sınırlarını belirlediği iyilik değil miydi? Bunu o kitaplar anlatmıyordu, o
kitapların anlattığının da iyilik olup olmadığını bize anlatacak biri lazımdı.
Şahin
Torun'un beslendiği dil ve duygu müslüman bir kimliğe sahip; bu yüzden
bakışının iyi niyetli oluşu açıkçası bizim soldan ya da sağdan yorulmuş
ihtiyaçlarımız için çok önemli... gelecek adına önemli...
Henüz
oturup bir çay bile içmediğimiz Şahin Torun, 27. Konuk yazarımız olarak, 11 Mayıs 2015 Pazartesi günü Kitapların Ruhu etiketiyle yayınladığım SA1317/ KY27-ŞT1: Şimdiki Zaman'ın İçinden Sanat Üzerine Yorumlar' başlıklı ilk yazısından bu yana, bir yazar,
baba, eş, evlat, insan ve vatandaş
olarak gören, kimi zaman diyalektik çıkarımlarla kimi zaman da geleneksel kabullerle güne daha müslüman
bakma telaşı olan 67 yazısıyla Sonsuz Ark’a katkıda bulundu; kendisine müteşekkiriz,
onu yetiştiren anne-babasına, onu öylece koruyan, destekleyen eşine ve
çocuklarına bu babda teşekkür etmek de üstümüze borç.
Sonsuz
Ark çıktığı sonsuza doğru yolculuğunda kişiliğine, kimliğine ve mesleğine olan
saygısı net olan dostlarla yürümeye devam edecek.
Bu
vesile ile Şahin Torun Beyefendi'ye ve
ailesine sağlıklı, huzurlu ve başarılı bir hayat diliyoruz.
Seçkin Deniz, 08.11.2016, Sonsuz Ark, Eleştiri, Teşekkür