"Adam derin bir nefes aldı. Usulca kahvaltı masasından kalktı. Masayı topladı. Kadın elinde telefon bir oraya bir buraya gidip gelerek konuşuyor, arada bir gülüyor, bazen merak sığasıyla bağırıyor, sonra sesini kısıp gizemli bir edayla, “Sahi mi?” diyordu."
- Ne yani, dedi adam, şimdi yok mu?
- Ne yok mu?, dedi kadın.
- Kedilerin dört ayağı şimdi yok mu, dedim, dedi adam.
- Niye böyle aptalca bir şey diyorsun ki?, dedi kadın.
- Hayda, dedi adam, ben mi aptal oluyorum şimdi, kedilerin dört ayağı vardı, değil mi? diye soran sendin.
- Demek ki beni hiç dinlemiyormuşsun, dedi kadın.
- Onu da nereden çıkardın?, dedi adam.
- Öyle ya, dedi kadın, beni dinlemiş olsan niçin öyle bir soru sorduğumu da anlamış olurdun.
- Doğrusu sabahın köründe böyle saçma sapan bir tartışmanın tarafı olmaya hiç niyetim yok, dedi adam.
- Ya demek öyle, dedi kadın, demek benimle konuşmak saçma sapan oluyor öyle mi? Ama Suzan olsa..
- Hayda, dedi adam, yav şimdi Suzan’ın konuyla ilgisi ne? Hem Suzan senin kardeşin değil mi?
- Benim kardeşim olması neyi değiştirir? Ben Suzan, Suzan da ben değil.. benimle konuşmak saçma sapan bunu öğrenmiş olduk.. ve Suzan’la saatlerce konuşabilirsin!, dedi kadın.
- Bak şimdi hayatım, dedi adam
- Bana hayatım deme, dedi kadın..
Daha yüksek bir sesle:
- Ya Hanım Suzan'la sen konuşuyordun –Allah bilir iki saati geçmiştir- sonra telefonu ban uzatırken “Dur bak bizimkine veriyorum, o anlatsın” dedin ve telefonu elime tutuşturmadın mı? Ne yapaydım telefonu suratına mı kapataydım.. sen ne saçma sapan imada bulunuyorsun. Kardeşin veya değil, evli barklı kadın.. ayıp!
- Aa, dedi kadın, ben neyi ima ediyormuş.. bak sen aklından geçirmişsin artık ne geçirmişsen..
Durup soluklandı karı koca. Kendi iç dünyalarına dalsalar da huzursuzdular. Söyleyecek sözleri vardı daha. Daha hesabı sorulacak şeyler vardı. Susmanın çözüm olduğu vakitlerden biri değildi bu vakit. Soğutulmasına fırsat verilmemeliydi aslında. Tekrar ısıtılıp önlerine gelecekti nasılsa. Bunu biliyordu koca. Bu sağanağın geleceğini bildiği gibi.
"Bilmiş miydi? Sezmiş miydi?" diye sorulsa kocaya “Biliyordum!” derdi hiç duraksamadan. Daha kahvaltı sofrasındalarken bir şeyler olacağını sezer gibi olmuştu adam. Üstünde durmamıştı. Belki kendisine öyle gelmişti. Kendisine öyle geldiğini ummak istemişti belki de. Belki de her zamanki klasik tartışmalardan birinin ayak sesleriydi duyduğu. Bu yüzden üzerinde fazla durmamıştı.
- Kör Mama da epey bir indirim var, demişti kadın.
- Orası da neresi o nasıl isim, demişti adam.
- Dünyadan haberin yok, demiştir kadın. Zücaciye ürünleri satan bir dükkân. AVM içinde.
- Ben de bunu anlamıyorum, dedi adam
- Neyi anlamıyorsun?, dedi kadın.
- Bu AVMlerdeki dükkânların kendileri abuk sabuk isimler bulmasını, dedi adam, isme bak Kör Mama. Hani ben kadınların yerinde olsam adımımı atma o mağazaya.
- Senin aklın o kadar çalışıyor, dedi kadın. geçti senin benim devrim..
- Ne almayı düşünüyorsun?, dedi adam.
- Saklama kabımız eksik, Suzan almış, dedi kadın, “Kız” dedi Suzan,“Elli yüz lira tutar sandım, indirimli hem de.. sonra kasaya vardım ay inanmayacaksın, yirmi beş lira verip çıktım.” Düşün bir..
- Saklama kabı eksik ise alınır. Önemli olan eksik olup olmadığına karar vermek, dedi adam.
- Yani ihtiyacımız yok, dedi kadın, ben icat ediyorum.
- Öyle bir şey demedim, dedi adam.
- Aa bal gibi de öyle dedin, ama senin mutfakla ilgin yok ki, dedi kadın, yemeğin önüne geliyor oturup yiyorsun. Hepsi bu. Hangi araç gereç eksik, neyin yerine ne kullanılıyor, bunlar senin umurunda değil.
- Bunu da nereden çıkardın şimdi ya, dedi adam.
- Ben çıkarıyorum değil mi, dedi kadın.
- Canın tartışmak istiyor, dilazarlık istiyor hepsi bu, dedi adam.
- Tabi, dedi kadın hep ben, senin vurdumduymazlığının bir yansıması değil bütün bunlar.
- Hangi konuda nasıl vurdumduymazmışım, dedi adam.
- Hangi konuda değilsin ki?, dedi kadın.
- Bugün tartışmayacağım, dedi adam. İçindekileri kusabilirsin.
- Şu suçlama diline sığınman yok mu? Şu sığıntılığın yok mu?, dedi kadın.
Adam yanıt vermiyordu artık. Kadın bu sükût karşısında daha bir sinirlenmiş daha bir gür sesle konuşmaya, bağırıp çağırmaya başlamıştı ki telefonu çaldı kadının. Kadın telefon ekranına baktı. Kız kardeşi Suzan’dı. Açtı telefonu konuşmaya başladı.
Adam derin bir nefes aldı. Usulca kahvaltı masasından kalktı. Masayı topladı. Kadın elinde telefon bir oraya bir buraya gidip gelerek konuşuyor, arada bir gülüyor, bazen merak sığasıyla bağırıyor, sonra sesini kısıp gizemli bir edayla, “Sahi mi?” diyordu.
Adam masayı toplamış bulaşıkları da yıkamıştı. Bir fincan çay alıp sessizce mutfaktan çıkıp salona geçti. Kurtulmuştu. Güzel bir Pazar sabahıydı. Müzik setini açtı. Vivaldi’nin dört mevsimini dinlemeye koyuldu. Güzel bir gündü. Gerçekten güzel bir gündü. Telefon imdadına yetişmişti. O telefon gelmese daha ne kadar dayanırdı Allah bilir. Suzan’dan hazzetmese de arada sırada böyle hayırlı şeylere de vesile oluyordu ki bu harika bir şeydi.
Müziğin eşliğinde daha bir sakinleşmiş, telefon konuşmasını duymaz olmuştu. Hani biraz göze alabilse bir de sigara yakardı, dumanını üfler peşi sıra bakardı. Hatta belki dumanlardan peş peşe dört beş halka yapar ortasından ip gibi bir duman parçası bile geçirirdi. Bunu yapamazdı. Bunu bir kişi yapıyordu o da ölmüştü. Ne usta işiydi o?
Arada bir kahvehanede yapardı Sacit. Kahvehanede ne kadar insan varsa tanıdık yabancı bir filmin en heyecanlı sahnesini izler gibi izlerdiler. Gerçekten ustalık işiydi yaptığı. Hani günümüzde olsaydı -Sacit’in nefes aldığı yıllarda televizyon kanalları bu kadar çok değildi- belki tv.lere çıkıp ünlü bile olurdu. Salonda evin içinde sigara içmek yasaktı.
Adamın gözleri yaşardı yaşaracaktı neredeyse. Sacit’in ölümünü anımsaması mı, yoksa müzik eşliğinde sigara içemeyişi mi buna neden olmuştu, bilemiyordu. Bilemeyecekti. Kadın salondaydı ve telefonu kendisine uzatmıştı. Suzan şuan, bu dakika bugün çekilir gibi değildi ve fakat yapacak bir şey yoktu.
Kadın telefonu kulağından uzaklaştırıp kendisine uzatırken hiçbir şey olmamış gibi, herhangi bir tartışma yaşamamışlar gibi,“Dur bak bizimkine veriyorum, o anlatsın? Ay bildiğin gibi değil.” demişti. Adam elini uzatmış telefonun kendi eline bırakılmasını bekliyordu.
Cemal Çalık, 17.11.2016, Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Öykü
Öykü başlığındaki kavramların anlamı:
Sinik (sinizm): İnsanın erdem ve mutluluğa, hiçbir değere bağlı olmadan, erişebileceğini savunan Antisthenes'in öğretisi, kinizm.
Solipsizm: Tek bencilik. "Yalnız ben varım, benden başka her şey yalnızca benim tasarımımdır" diyen öğreti