19 Kasım 2016 Cumartesi

SA3662/KY20-MEK45: Ruhumun Türküleri

"Veya bir yağmur sonrası ellerimde ekmeğe sıkıştırılmış yeşil soğan ile damda kedi köpek kovaladığım... Sonra..."


Ruhumun içinde kıpraşan bir melodi var.

Bazen acılı Doğu türkülerine benzetirim ve söz gelimi iç paralayan bir feryadı umarsız bir iniltiye dönüştüren 'Sarı Gelin'i tuttururum.

Her sabah uyku ile sarhoş ruhumu hayata adapte etmeye uğraşırken dilimde hep o anı iniltiyi, o coşkulu hüznü yakalarım.

Bir zaman 'Karadır Kaşların Benzer Kömüre' olur, ardından içimi bir nice aşkın, ayrılığın, özlemin yer tuttuğu hatıra ormanlarına dalarım. Bir çift siyah göz görürüm, kucağında ilk defa sahip olduğu plastik bebeği ile o utangaç köylü kızı bulurum orada.

Hep beni bekleyen, küçük tarhlar yaptığım, çeper iğdelerini hep bir düzende tutmaya çalıştığım, her bahar yeniden çapalayarak hayat bahşettiğim şirin bahçemizi. O biriketten örülü bahçe duvarının hemen ardından çipil-utangaç gözleri ile bakan, kolları, erken büyümüş diri göğüslerinde kavuşturulmuş tombul kızı. Adı ne idi? Ne önemi var, burada zihnime çakılan yine paralayıcı bir hüzün, kahredici bir narsizmdir; 'Beni Ağlatırsan Doyma Yaşına'

Ardından puslu bayram sabahları gelir. Köyün üç kilometre ötesinden 'cjıısstt' sesi duyulan kırmızı BMC kamyonu ile amcam, babamlar ve diğerleri.

Her şeyin kasalarla ve kolilerle getirildiği ama yine de paçavralar giyinip ekmek soğan yediğimiz mesut günler. İlk şeftaliyi, ilk karaeriği, ilk portakalı, kaysıyı, marulu ısırdığım... 'Oy Bizim Eller, Ne Güzel Eller'.

Veya bir yağmur sonrası ellerimde ekmeğe sıkıştırılmış yeşil soğan ile damda kedi köpek kovaladığım... Sonra...

Sonrası derme çatma bir binada, ilk okulda bize flüt çalmayı öğretmeye çalışan, sarı saçlarına tutulduğum, Hakime öğretmen ve haftalarca tekrar ettiğimiz o melodi; 'Gümüş Kemer İnce Bele Dar Gele, Dar Gele' ..

Nisan olmadan daha, derslerimizi bir pikniğe dönüştüren, alıp bizi Çeleqas'a, bahar sellerinin iyice azgınlaştırdığı çayın kenarına götüren Hediye öğretmen. O çayda belki on, belki yirmi yıl evvel orada boğulan küçük Hayrettin'i, ona hiç bir yardımda bulunamadığı için aklını yitirip, bu çayın kenarında gün boyu bir aşağı bir yukarı 'Hayrettiiiin' diye canhıraş bir feryat çığıran küçük kızkardeşi.

Hepimizin kızkardeşi. İşte orada 'Nayda Nayda Nanayda Oy Nanayda, Cilveloy Nanayda' diyesi var insanın çocukça.

Şimdi içerimde hep söyleyip söylememekte tereddüt ettiğim sözlerim var; hallerime dair sözlerim, yangılarma, hüzünlerime ve yalnızlığıma dair; 'Bilmem söylesem mi Söylemesem mi'



Mustafa Ekici, 19.11.2016, Sonsuz Ark, Konuk Yazar 



İlk Yayınlandığı Yer: Haber 10

Seçkin Deniz Twitter Akışı