“Bir sözcük bulmalıyım. Önce bir sözcük bulmalıyım. Bir sözcük.. öyle bir sözcük ki dikkatli okuyucunun bile daha önce duymadığı ayrımsamadığı bir sözcük olurken alelade bir okuyucunun dahi dikkatini çeksin ve dikkatli bir okuyucu oluşa götürecek ilk adım olsun. Bir sözcük.” diye düşündü yazar ceviz kaplamalı masasının başında.
“Eğer başka bir masa olsaydı yazabilir miydim? Sanmıyorum. Tıpkı daktiloda, PC yahut Laptop'ta yazamadığım gibi e1 kalite standardında 18 milim suntalamdan üretilmiş bir masada da yazamam. Bu o kadar belli ki!” Tümceleri ağzından döküldü yazarın, “Neyse ki elimde kalem, çalışma masasının üzerinde kâğıt var!” iç geçirmesinin hemen ardından.
-Kuşkusuz dikkatli her hangi bir okuyucu burada yazarın yazarken ne denli güçlüklerle boğuştuğunun ayırdına varıyordur. Varır. Bir kere yazar kahramanın yazarken önce kalem ve kâğıtla bu işi yapabildiğini öğreniyoruz. İç geçirmesinden ve iç geçirmenin ardından dile gelen tümcelerden bu işin böyle olduğunu kolaylıkla çıkarsayabiliriz. Demek ki yazar yazdığında okuyucuyu bilgilendirirken, bilgilendirmeyi umarken okuyucunun –burada dikkatli bir okuyucu anımsatmasına gerek var mı yok mu emin olamadığımız için dikkatli okuyucu vurgusunu yapmakta yarar görüyoruz- bir profil üzerinden giderek okumasını yapacağını umuyor olmalı. Detaya girmenin âlemi yok diye düşünüyor da olabilir. Burasını bilmiyoruz. Yazar bize kahramanın takıntılı bir tip olup olmadığını söylemese de biz kahramanın davranışlarından bunu kolayca çıkarabiliriz. Ceviz kaplama masasından başka bir masada da yazma eylemini gerçekleştiremediği anlatılarak yazarın belki hayıt ağacı, belki meşe ağacı, belki sedir, belki ardıç, belki ladin, belki porsuk, belki gürgen, belki çınar, belki kestane, belki kayın, belki sığla ağacını görmediğini, bırakın görmeyi adlarını dahi duymadığını çıkarsayabiliyoruz. Yani yazarın ceviz ağacı dışında bir ağaç bilgisine sahip olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Hani belki kavak ağacı, belki akasya, belki sekoya, belki ateş ağacı, belki morsalkım ağacı, belki boabab, belki okaliptüs, belki huşu ağaçlarını görmüştür. Bunları görmediğine ilişkin elimizde somut kanıt olmadığını ve çizilen profilin bize bu ağaçları görüp görmediğinde yardımcı olamadığını da eklemeliyiz. Belki saydığımız bütün bu ağaçları görmüştür de kiraz ağacını görmemiştir. Yazarın burada cimri davrandığına bir gönderme yaptığından kuşkulanıyorum. Yine de biliyorum ki cimri değildir. Cimri olmadığından böyle kaskatı emin oluşumun altında daha önceki yaptığı çalışmaların yattığını bütün açık yürekliliğimizle dile getirebiliriz. Ve kimse de bundan ötürü bizi kınayamaz. Eğer hala birileri cimrilik kuşkusu taşıyorsa onun için yapacak bir şeyimiz yok. Yine de öyle olmadığının somut göstergelerine kanıtlarına sahibiz.
Mesela kimin aklına gelirdi ki kahramanın sıcak ve güneşli havalardan kaçınmasının nedeni basal cell carcinoma sayrılığından korkması olsun? Hani böylesi bir bilgiyi söyleyecek ya da verecek kadar cömert biri niçin hangi ağacın ya da ağaçların görülüp-görülmediği konusunda cimrilik etsin? Bunun hiçbir ussal açıklaması olamaz. Yazarın bilgi vermede cimri davrandığına ilişkin kuşkuların kaynağı kuvvetle muhtemel ki alelade okuyuculardır. Dikkatli bir okuyucu yazarın öykü yazımının başlangıcında ve gelişiminde oldukça cömert davrandığını söyleyeceğinden kuşku duymadığımızı da belirtelim.
Zira dikkatli okuyucu için neyin nasıl söylendiği de bir ipucu olacaktır yazarın cömertliği yahut cimriliği konusunda. Oysa alelade okuyucu adeta ansiklopedik bilgiler peşindedir. Kendisinin önüne serimlenen şeyin onun için bir önemi yoktur. Mesela yazar “Huşu ağacının gölgesi”nden söz etse alelade okuyucu “Hepsi bu kadar mı? Hani resim? Bir resim olsaydı yahut tam bir betimleme yapılsaydı ya?” der. Belki huşu ağacının nerelerde yaşadığını –yeryüzünün hangi bölgesinde yetiştiğini- dahi sorgulayacaktır. Hatta belki yazarın bir uydurması diye görecektir huşu ağacını. Oysa huşu ağacı gerçekten vardır ve Betulaceae familyasının Betula cinsinden ağaç veya ağaççıklara Huş ağacı denir. Kabuğundan kano yapan topluluklar bile vardır. Işık için çıldırdıkları söylense yeridir. Bu yüzden denir ki huş bir güneş ağacıdır. Derin, iyi, süzek topraklarda iyi gelişme gösterirler. Kökleri oldukça yüzeyseldir, fazla derin değildir. Şimdi güneş ağacı oluşundan hareketle alelade okuyucu huşu ağacının sıcağı sevdiğini sanacaktır oysa soğuk yerleri tercih ederler. Bu yüzden de Kuzey Amerika'da, Asya, Avrupa ve Türkiye'nin soğuk bölgelerinde yetişir. Hani sıcağı seviyorlardı? Sıcak iklimi seven ağaç gider tropikal bölgelerde yaşar. Demek ki huşu ağacı bir kurmaca değildir. Yazarın bir fantezisi hiç değil. Dikkatli bir okuyucu bunu zaten çıkarsamıştır. Yazarın bütün sıkıntısı kahramanının karakteri, öyküdeki örgü falan değil. Düpedüz alelade okuyucunun acullüğü üzerinedir. Ne yaparsınız ki okuma yazmanın niceliksel artışı dikkatli okuyucunun artışıyla koşut değil. Ve bu koşutsuzluk öykü yazarını, yazma niyetinde olanı, yazmaya kalkışanı derin sıkıntılara sokmaktadır-
“Bir sözcük bulmalıyım. Önce bir sözcük bulmalıyım. Bir sözcük.. öyle bir sözcük ki dikkatli okuyucunun bile daha önce duymadığı ayrımsamadığı bir sözcük olurken alelade bir okuyucunun dahi dikkatini çeksin ve dikkatli bir okuyucu oluşa götürecek ilk adım olsun. Bir sözcük.” diye düşündü yazar ceviz kaplamalı masasının başında. Allah'tan oturduğu sandalye dönerli bir sandalyeydi böylece tek bir noktaya bakmaktan kurtulup bulmayı umduğu sözcüğü başka noktalarda da arayabiliyordu.
-Dikkatli okuyucu şuan yeni bir durumla karşı karşıya kalmıştır elbet. Yazarın aklına estiği gibi yazıp yazmadığı alelade bir okuyucu için önemsiz olsa da dikkatli bir okuyucu için bu çok önemlidir, önemli oluşunu kendimizden biliyoruz. Bu aşamada dikkatli okuyucu sözcük üzerinde dururken aranılan sözcüğü bulan yazar sözcüğün kullanımının yoğunluğunu da en ince ve nitelikli bir hesap uzmanı gibi hesaplamıştır. Bu denli kaygılı olan biri –ki sözü edilen yazarın bu konuda oldukça kaygılı olduğu bir bakışta görülmektedir. Diyelim ki yazarın aklına ‘vetiver’ sözcüğü düşmüş olsun. Bu sözcük hakkında elbet bir bilgi vermeyecektir. Yani o sözcüğün Hindistan’da yetişen bir ot olduğunu, o ottan elde edilin sofistike bir koku elde edildiğini bildirmesine gerek yoktur. Yazar için önemli olan aklına düşen bu sözcüğün kullanış yoğunluğu. Yani öykü boyunca ‘vetiver’ sözcüğü yinelenmeli ve fakat bu yineleniş okuyucuyu –kuşkusuz dikkatli bir okuyucudan söz ediliyor- sıkboğaz etmeden gerçekleşmeli. Belki yazarın böyle bir sıkıntıyı kaygıyı duyması okuyucu –elbette dikkatsiz bir okuyucudan söz ediliyor- için abartılı gelecektir. Düşünün bir hemen her tümcede, her satırda ‘vetiver’ sözcüğü karşınıza çıkıyor, kaldırıp çöpe atmaz mısınız alelade savrukça yapılırsa.
Oysa örneğin yazar “Yüzü Pudrayla Peçeli Kadın kendisine yabancı gelen bir odada kendine geldiğinde içini bayıltan vetiver kokusuyla yeniden kendini kaybedeceğini sandı ve düşmemek için üst kata çıkan merdivenlerin tırabzanına yapıştı. Güçlükle merdiven basamaklarını tırmandı üst katta biraz önce duyduğu ve içini yakan vetiver kokusunun daha az yoğun olduğunu gördü. Karşısına çıkan ilk kapıdan içeri girdi. Burada koku daha azdı. Sayvanlı yatağa doğru yürüdü. Yatağa oturdu. Ayakkabılarını çıkardı, çıkardığına pişman oldu o içini burkan vetiver tüm odaya yayılmıştı.” yazdığında ‘vetiver’ sözcüğü okuyucuya bıkkınlık vermeyecektir. Belki okuyucuyu peşinden sürükleyecektir. Vetiver kokusunun ne menem bir şey olduğunu araştıracak bizzat koklamayı isteyecek o koku hakkındaki bil kuvve bilgisi bilfiil bilgiye dönüşecek böylece aydınlanmış olacaktı. Bütün bunlar öykü yazarının sıkıntısında kaygısında içkin olsa da.. pardon.. binler özür.. kapı zili. Sanırım.. pek de aceleci.. dışarıda üzerine kar yağıyor sanırsın!-
Cemal Çalık, 23.11.2016, Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Öykü