"Onları hiç sorma.. ben hayatımda onlar kadar pısırık, onlar kadar yüzsüz, onlar kadar korkak, onlar kadar iki yüzlü, onlar kadar onursuz insan görmedim. adam zaten iğneleyip durdu yemek başladığında."
- Hadi ya! Eee.. sonra ne oldu?
- E ne olsun? Buz gibi bir hava esti ister istemez. Hani sanki o anda sıcaklık bir den bire eksi altmışlara, yetmişlere belki yüzlere düşmüşçesine.. herkes donup kaldı. Bana öyle geldi ki her biri nefes almayı bile unuttu. Düşün bir buzdolabının sesinden başka bir ses duyulmuyordu.
- Mutfaktaydılar yani?
- Evet, yemeği henüz bitirmişlerdi..
- O buzdolabı da çok gürültülü çalışır aslında.. motorunda bir arıza olsa gerek.
- Ben de öyle düşünüyorum.. ama dinletemedim..
- Neyse boş ver buzdolabını.. sonra ne oldu?
- Sonra Rıfat neden sonra ağır ağır ayağa kalktı. Diğerlerinde hiçbir hareket yok. Sanki alayınızın, denmemiş gibi, sanki hepiniz denmemiş de sadece Rıfat’a denmiş gibi.. adam ayağa kalktı ama ne kalkış. Zangır zangır titriyordu. Hani “ayazda kalmış it gibi titriyor!” derler ya.. hah işte aynen öyle. Ben ilk başta ihtiyarın gırtlağına sarılacak sandım.. öyle görünüyordu. Fakat Rıfat ayağa kalktı, iki kolu yanlarına sarkık, eller yumruk edilmiş, gözler çakmak çakmam, avurtlar şişirilmiş, göğsü inip kalkar bir şekilde ihtiyara dönük öylece durdu. Hani hangi taraftan bakarsan bak en azından bir yumruk –gırtlağa hamle edilmese de- atacak havası vardı. ben usulca gözlerimi yumdum. O manzarayı görmek istemiyordum. Hani görülecek bir manzara da değildi. Ve fakat öylece birkaç saniye –yani bir dakika kadar bile değil- durdu sonra arkasını dönüp çıktı. Ben şok oldum. Düşün ya kafasını bile sallamadan çekip gitti.
- E adam haklı..
- Evet adam haklı, haklı ama ya bir çift söz de mi söylenmez? Hani bedensel güç göstermek yersiz diyelim –bence ihtiyar çoktan hak etmişti o ayrı- bir çift söz de mi söylenmez birader. Gözler ağartılıp baş iki yana öfkeyle sallanmaz mı?
- Diğerleri ne yaptı?
- Onları hiç sorma.. ben hayatımda onlar kadar pısırık, onlar kadar yüzsüz, onlar kadar korkak, onlar kadar iki yüzlü, onlar kadar onursuz insan görmedim. adam zaten iğneleyip durdu yemek başladığında. İtiraz eder gibi olan sadece Rıfat oluyordu. O da şaka yollu ha! Diğerleri pohpohlayıp durdular. Hiç üzerlerine alınmadılar iyi mi?
- Bildiğimiz gibi yani..
- Aynen..
- Tartışma nereden çıktı..
- Valla onu ben de bilmiyorum.. ihtiyarı biliyorsun işte.. belki oturma yeri talimatlarına kızmıştır.. zira ben çorba boşlarını alırken ihtiyar “Makbule sen sağa geç, dursun sen karşıma gel, la Veli ben sana kapı tarafında oturmayacaksın demedim mi?” diye öfkeyle konuşuyordu.. benim elime de –Allah’tan ellerim boştu- vurdu “Bırak daha ben bitirmedim” dedi.
- Adam alem adam kardeşim.. onlar alttan aldıkça bu zıvanadan çıktı.. söyleyecekler arkadaş.. diyecekler ki senin bu tavrın yanlış.. biz de yaşını başını almış insanlarız ve senin de kölen değiliz, bir çocuk gibi nereye oturacağımızı, ne diyecek ne giyeceğimizi biz biliriz.. böyle demeliler.. diyemiyorlar.. hepsi bitik..
- Dedim ya ben hayatımda böyle rezil tıynette başka insan görmedim.
Aşçı bir yandan bunları anlatırken diğer yandan da akşam yemeği için hazırlıklarını sürdürüyordu. Bir gözü de mutfağın kapısındaydı. Nedense son zamanlarda ihtiyar, mutfağa baskın yapar olmuştu. Özellikle kendisinin olduğu zamanlarda damlardı. Bir süre kendisini izler, domatesi nasıl keseceğini, nasıl soğan doğrayacağını, hangi yemeğe hangi baharatı koyması gerektiğini, köfte için etin terbiye etme usulünü anlatır dururdu.
Aşçı baş sallamakla yetinirdi. Her söylediğini onaylar, “Bak bunu hiç akıl edememişim!” diye de beğenisini dile getirirdi ki hepten yalandı. Niçin böyle yaptığını soranlara “İhtiyarı bu yaşında üzeyim mi istiyorsunuz?” yanıtını verirdi.
Aşçı ayrımındaydı ki ihtiyar kendisinin yanında daha bir huzurlu daha bir rahattı. Evet, mutfak baskınları canını sıkmasına sıkıyordu, ama ihtiyarı severdi. İşte bu sevgi yüzünden de onun mutlu olması için söylediklerine, yersiz isteklerine itiraz etmezdi. Bir ayağı çukurda bir adamı tersleyip de ne olacaktı? Eline ne geçecekti?
Hayır, velinimeti olduğu için kuyruğunu bacakları arasına sıkmış bir köpek gibi davranmıyordu. Buna şiddetle itiraz ederdi Aşçı. Böyle diyenleri insanlık dışı duygular besleyen birer canavar gibi görürdü. Evet o yollu sözler kulağına çarpmıyor değildi. Hatta bu yargıyı ev içinde dile getirenin küçük beyin, yani Rıfat’ın olduğunu da öğrenmişti de yolunu kesip iki çift laf etmeyi kurmuştu ve fakat nedense bir türlü fırsatını bulamamıştı.
Rıfat’ın ihtiyardan aşağı kalır yanı yoktu. O da babası gibi birden öfkelenir, birden frenleri boşalırdı. Sağı-solu belli olmazdı. Bu yüzden de hesaplı kitaplı olmak zorunda kalıyordu Aşçı. Hesaplı kitaplı olmadığı tek kişi dün akşam yemeğinde olup bitenleri anlattığı bir Kapıcı vardı Aşçı’nın.
Her şeyden önce kapıcı iyi bir dinleyiciydi. Söylenen şeylere fazla itiraz etmezdi, itiraz ettiğinde de oldukça usturuplu bir dil kullanırdı. Kendisine gösterdiği saygının yanında gizlemediği sevgi de cabasıydı. Başını mutfak kapısına çevirdi gelen giden olup olmadığına kulak kesildi. Duvardaki saate baktı.
Kapıcı büyük bir dikkatle Aşçı’yı izliyordu. Aşçı’nın tedirgin bir biçimde etrafı kolladığını görünce:
- Bakarsın bugün gelmez, dedi
- Doğru, dedi Aşçı, gerçi onun işi belli olmaz.. bu mutfak sevdası nereden esti aklına bilmiyorum. Acaba diyorum Rıfat mı bir şey dedi. Bilirsin o biraz boşboğazdır, hem de fitneyi sever. Senden yana görünür ama kuyunu kazmayı da ihmal etmez, diye sürdürdü konuşmasını.
- Aynen, diye karşılık verdi Kapıcı, valla dediğin gibi.. adam tam bir bozguncu, tam bir iki yüzlü.
Baston sesleri ikisinin de dikkatini çekmişti. Kapıcı hızla oturduğu sandalyeden kalktı, bahçeye açılan kapıdan dışarı çıkıp kapıyı aralık bıraktı neler konuşacaklarını merak ediyordu. Aşçı etrafa bir göz gezdirdi. İhtiyarın sinirlerini tepesine çıkaracak şeyler olup olmadığına baktı. Mutfak tezgâhı üzerinde olması gereken baharatlıklar masanın üzerindeydi, Aşçı hızla baharatlıkları alıp tezgâhtaki yerlerine koydu. Mutfak kapısına arkasını dönüp sabahtan beri evyede duran havuçları yıkamaya başladı.
İhtiyar mutfaktan içeri ağır adımlarla bastonunu vura vura girdi. Aşçı duymamış gibi yaptı. İhtiyar memnun bir ses tonuyla:
- Kolay gelsin, dedi.
Aşçı güleç bir yüzle ihtiyar döndü. Hemen yanına koşup oturması için bir sandalye çekti.
- Hoş geldiniz beyefendi? Bugün daha iyice gördüm sizi.. maşallah sıhhatiniz gençlere taş çıkartır, dedi.
İhtiyarın yüzünde öfke ile karışık bir tebessüm belirdi. İçten söylenmiş şeyler miydi? Kendisine yağcılık mı yapılıyordu karar verememişti.
- Ben de akşam yemeği için hazırlık yapıyordum.. dedi Aşçı.
- Bu saatte, diye kaşlarını çatarak sordu ihtiyar.
Aşçı duvardaki saate baktı. Daha üç bile değildi. ihtiyar haklıydı haklı olmasına ama dün de bu saatlerde “Ne boş boş oturuyorsun? Akşama yemek yemeyecek mi insanlar?” deyip fırça atmıştı. İhtiyarın sağı solu belli olmuyordu vesselam.
Ne diyeceğini şaşırmıştı. İhtiyarın gevezeliğinden medet umuyordu. Adamı suçlayacak “Dün böyle demiştin” diyecek hali yoktu. İhtiyar kulaklarını dikmiş bir şeyler duymaya çalışır gibi bir tavır takınmıştı.. aşçı merakla bakıyordu ihtiyara.
İhtiyar, neden sonra:
- Buzdolabı, dedi, büyük kız tutturmuş buzdolabını değiştir, diğer haytalar da onu destekliyor. Sen söyle nesi var buzdolabının? Ses çıkarıyormuş, gürültülü ses çıkarıyormuş.. ben niye duymuyorum?
- Hakkı aliniz var beyefendi.. buzdolabının hiçbir şey yok.. bir saat kadar sessiz ya da sesli.
- Hah işte.. ben de öyle diyorum.. dün akşam asabımı bozdular.. bir buzdolabı yüzünden sinirlerim tepeme çıktı. Kaç gündür buraya da bu yüzden geliyorum ha.. onların duyduğu sesi duymaya çalışıyorum.. yok..
- Dediğim gibi hakkı aliniz var efendim.. buzdolabının ses çıkardığı falan yok.. bana sorsalardı söylerdim.
Kapıcı yeterince dinlediğine karar verip sessizce yürüyüp gitti. “Ben bu aşçı kadar edepsiz, yüzsüz, ikiyüzlü birini ne gördüm, ne duydum, ne görürüm ne duyarım!” diye geçiriyordu içinden.
Cemal Çalık, 25.11.2016, Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Öykü