26 Kasım 2016 Cumartesi

SA3684/KY26-CA98: Dünya Bülteni Günleri

"Elinden dilinden emin olunan Müslümanın medyası, haber dili nasıl olmalı gibi konular üzerine düşünmeye devam edeceğim, düşünmeye devam etmemiz gerekiyor şüphesiz."


Yerleşilmiş bir mekandan veya muhitten ayrılmak zordur, bunun layıkıyla ifadesi de hiç kolay değildir. Dünya Bülteni’ne sonuncu yazımı yazmak için oturdum ve çağrışımlarla kuşatıldı zihnim. 2007’nin sonlarında kıymetli düşünür Akif Emre sitenin genel yayın yönetmenliğini üstlendikten sonra bana yazmış ve hayal ettiği sitenin ilkelerini tarif ederek katkıda bulunmaya çağırmıştı. 

O dönemde bir gazetede haftada iki gün yazıyordum, ama yeni bir dil oluşturma amacına dönük bir internet sitesine özgü tecrübeyi göz ardı edemedim. İlk yazımı 2008’in Şubat ayında göndermiştim hatırladığım kadarıyla. Her hafta bu köşede ve bazen de haber-analiz köşesi için yazdım. Ne çok şey yazdım ve ne kadar az yazdığım hissi içindeyim şimdi.

Yazmak, sürekli iç huzursuzluğumuza karşılık gelen bir söyleşinin, bir metnin peşinde olmak. Yazmak, sınırları okuyup yazanların yorumlarıyla biçimlenen bir muhiti bulmak, bir muhite dahil olmak demek.

Edebi veya güncel hayata ilişkin bazen siyaseti de kapsayan makale türü yazılarımın hepsinde amacım, söyleşi çabasıdır. Emr-i bil maruf nehy-i a’nil münker ilkesini gözetme kaygısını koruyarak yazmaya çalıştım hep. Hakkaniyetli olanı gözetme, her zaman hakikate doğru bir sorgulama… Ben seni duymaya çalışıyorum, sen de beni duy... Dünya Bülteni’nin en büyük imtiyazı, kendine özgü okuyucusunun oluşmakta olan diline bizzat müdahalesiyle yaptığı katkıdır. Yazılarımda bu nedenle birçok kez düzeltmeler ve ilaveler yaptım. 

Eski Yunanlılar yüzmeyi yazı yeteneğiyle birlikte anarlarmış. İdeal vatandaş, yüzmeyi ve iyi yazı yazmayı bilmeliymiş. Yazmak, yetenekten önce aşkla ilgili gelir bana; yazarak hem yazmayı hem okumayı yeniden öğrenirsiniz. Çalışma disiplini, dikkat, ihtiyaçlar, eksikler konusunda dürüst bir muhasebe, kimseye, özellikle de kendine yalan söylemeye izin vermeyen bir ifade anlayışı, zamanla kendine has cümlelerin gelişmesine izin verecektir. 

Zor bir zamandan geçiyoruz.Varlığımızı emperyalizme peşkeş çekmeye dönük bir darbe girişimini atlattık. Bu darbe girişimini önleme başarısının güveni hiç azımsanamaz. Yurt sahibi olma, yurtlanma üzerine yeniden düşünmeye sevk eden darbe girişimi hepimizi bir şekilde etkiledi. Sorular soruyor, cevaplar arıyor, sorumlu davranmaya çalışıyoruz. 

Bazen tutarlılık endişesi, bazen bilgi eksikliği yüzünden, çoğu zaman da barış ve uzlaşma imkânı adına cümle kurarken kılı kırk yarıyoruz. Valery’nin 1914’de “kusursuz karışıklık” diye adlandırdığı sistem ve anlam krizi, çok da farklı olmayan gerekçelerle peşimizi bırakmıyor. Wallerstein bu güçlü kriz dönemini “belalı bir dönem” olarak adlandırıyor, 1990’lardan bu yana. 

Kriz dönemlerinde öne çıkan edebiyatçılara özgü bir depresyon, kelimelerin temsil ettiği çeşitli anlamların sorunları tanımlama ve çözümlemede yetersiz kaldığına dair oluşan kötümser bir yargıyla da ilgilidir. Oysa yazar da siyasetçi de her adımda dünyayı yeni baştan okuyabilsinler diye var, o kelimeler. 

İslamcılığın ilkelerini yeniden okuma ihtiyacıyla geri çekildiğini daha önce yazmıştım. Bu nedenle de muhasebe ortamları daha canlı ve faal olmak zorunda. İçinde bulunduğumuz olağanüstü halin bir kısır döngüye dönüşmemesi ancak olguların hakikate uygun bir şekilde tarifiyle mümkün. İslamcı eleştiri geri çekildiğinde, Konya’da Sultan Hamit’in yadigârı taç kapının müteahhit iştihasına kurban gitmesi veya çok hassas, çocuk istismarı yarasını ilgilendiren bir yasa düzenlemesinin bir hayli sorunlu ifadelerle öne sürülmesi mümkün hale geliyor.

Biz icma ve istişare ile değer bulmuş ve bir medeniyet örnekliği sergilemiş bir ümmetiz. Endülüs ve Osmanlı’nın ardından dünyaya ihtiyaç duyduğu yeni söylemler sunmakta zorlanmanın, tebliğ dilini tazeleyememenin ve hep savunmada kalmanın sebepleri üzerine daha çok düşünmemiz gerekiyor. 

Endülüs iç ihtilafları ve şatafatı, Osmanlı kendine aşırı güvenin sebep olduğu bir içe kapanma hali yüzünden çöktü. Aliya’nın altını çizdiği gibi: İslam dünyasının en önemli eksikliği eleştirel düşünce alanında maruz kaldığı yoksullaşma. Müslüman nasıl bir tebliğ diline sahip olabilir, şehirlerimiz nasıl olur da Yasin Suresi’nde bahsi geçen “Şehrin En Uzak Ucundan Koşarak Gelen” uyarıcının sesini duymamıza izin verecek bir geçişlilik sağlayabilir, düşünmemiz gerekiyor. Kuşkusuz adalete sadakatten geçiyor hakikate giden yol. 

Yazacak ne çok şey var ve ne zaman nasıl da dar! Bu köşede mimarlık ve çevre meseleleri üzerine pek çok yazı yazdım. Şimdilerde, mimarlık üzerine üç yılı bulabilecek bir kitabın hazırlığı içindeyim. Bu nedenle Dünya Bülteni yazılarıma son vermek zorundayım. 

Bunun kolay olmadığını belirttim girişte, dokuz yıla yakın bir zaman oldu bu sitede yazmaya başlayalı. Bir internet sitesinde yazma konusundaki ilk tecrübemdi, tereddütlerim vardı. Fakat giderek Dünya Bülteni, bütün “sanallığı”na karşılık Akif Emre’nin oluşturduğu kadro ile birlikte taviz vermeden şekillendirmeye çalıştığı habercilik ve kültür diliyle benim için güvenli bir muhite dönüştü. Aynur Erdoğan, İbrahim Tığlı, Levent Baştürk, Abdullah Aydoğan Kalabalık, Sinan Özdemir, Mehmet Özay, Mahmut Osmanoğlu, Asım Öz, Gülsüm Ekinci ve daha nice değerli yazarın birlikte oluşturduğu bir muhit bu.

Matbu medyada bir yazıda değişiklikler yapma şansınız yoktur. Dünya Bülteni’nde haftada bir yayımlanan yazımı ben sayfada yayımlandıktan sonra da yazmaya devam ettim. Hataları düzeltmek, eklemeler yapmak istedim. Bir yazıyı yayında olduğu halde yazmaya devam etmenin heyecanını özleyeceğim. Ahmet Sezer ve Hamit Kardaş’a sabırları için ne kadar teşekkür etsem az. 

Medyanın önemli bir kısmının tarafgir manşetlerle gerçeği örtbas ettiği dönemlerde sitemiz manşetleri ve içeriğiyle hakka riayet etmenin endişesini korudu. Ekonomik zorluklara rağmen üslubunu korumanın problemleriyle yüzleşti elbette. Dünya Bülteni sergilediği bağımsız çizgi için, internet yayıncılığının önemini erkenden fark etmiş bir müteşebbis olan Erhan Erken’in çabasına çok şey borçlu.

Dünya Bülteni’nin bu mücadele süreci “Gazetecilik Dili” derslerine konu olabilecek bir örneklik sergiliyor. Bu örnek tutuma bir nebze olsun katılmış olmanın kıvancını her zaman taşıyacağım.

Bir veda yazısı şüphesiz aynı zamanda helalleşme yazısıdır. Eksik veya yanlış ifade ettiğim her şey için sevgili okuyucularımız haklarını helal etsinler… Dünya Bülteni’nde yazdığım yıllardan çok şey öğrendim. Bu nedenle yazım aynı zamanda bir teşekkür ifadesi sayılabilir. Temayüz etmiş bir değer hiçbir zaman kaybolmaz. Elinden dilinden emin olunan Müslümanın medyası, haber dili nasıl olmalı gibi konular üzerine düşünmeye devam edeceğim, düşünmeye devam etmemiz gerekiyor şüphesiz.


Cihan Aktaş, 26.11.2016, Sonsuz Ark, Konuk Yazar,  Perspektif Yazıları, 



Sonsuz Ark'ın Notu: Cihan Aktaş Hanımefendi'den yazıları için yayın onayı alınmıştır.  Seçkin Deniz, 09.05.2015






Yazının ilk yayınlandığı yer:Dünya Bülteni:

Seçkin Deniz Twitter Akışı