"İşin yoksa gözlerini ağart dur. Birden içine bir korku düşer gibi oldu Suat’ın. Ya bütün bunlar olursa? Böyle bir olasılık yok muydu?"
Teklif alan amcazadenin –yani Suat’ın- saçları taralı, boyu epeyce uzun, dişleri beyaz, yanakları dolgun biriydi ve teni esmerimsiydi. Ve mezarlığa gitmeyi teklif eden amcazadesine –yani Murat’a- biraz mesafeli durmuş gibiydi. Sanki onun bu hali ötekine –yani Murat’a- ağır gelmişti. Sanki biraz mahzun olmuştu Murat. Sanki biraz içerlemişti.
“Belki bana öyle geliyordur!” diye düşündü teklif alan amcazade –yani Suat-. “Hem hep de haksız sayılmam.. şu dağınıklığı olmasa!” diye sürdürdü düşüncesini ve fakat bu akıl yürütmelerin bir suçluluk duygusuna karşı savunma olduğuna karar verdi. Bunu telafi etmeliydi. Duraksamadan kabul etti.
İki bilemedin üç sokak ötedeydi kabristan. Çok yorulmayacaklardı. Ve fakat vakit dardı. İkindi vakti geçmişti. Henüz akşam olmasa da gün solmaya başlamıştı. Bu saatte mezarlığı gezen pek olmazdı. hani hemen ikindi namazı sonrası olsa neyse.. bir hayli vakit geçmişti ikindi namazı üzerinden.
“Korkuyor musun?” diye sordu kendi kendine teklif alan amcazade. Teklif eden amcazade oldukça rahattı. Öyle görünüyordu. Hani vaktin geçliğini dile getirse belki de amcazadesi alay edecekti. “Amma da tabansızmışsın birader!” diye alay etmesi kaçınılmazdı. Hem sadece alay eden amcazadesi de olmazdı, kim duysa alay ederdi.
Koskoca adam henüz hava aydınlıkken ve üstüne üstlük yıllardır gitmesi gerekirken gitmediği ata mezarına gidilmesi teklifini reddediyordu. Hem üstüne üstlük amcazâdesiyle birlikte. Amcazâde ülkenin bir ucundan kalkıp gelmiş, ata topraklarını görmek, doğduğu memleketin havasını teneffüs etmek istemiş ve istediklerini de yapmış son olarak da ata mezarına gitmeyi arzu etmişken, kendisi vaktin darlığından mı söz edecekti. Bu hiç de hoş bir durum olmazdı. Olmadığı da ortadaydı. İşte bütün bu gerekçelerden ötürü “Sabah gidelim!” diyememişti.
Aslında yorgunluğu bahane edebilirdi. Bak bunu kimse kınayamazdı. Amcazadesini sabahtan bu saate kadar gezdirmişti. Hem de yaya olarak. Murat amcazadesi Suat’ın “Otomobille gezelim!” önerisini şiddetle reddetmiş otomobille gezmenin umduğu hazzı vermeyeceğine dair bir sürü söz söylemişti ve neredeyse on saate yakın dolaşmışlardı. Şimdi mahallenin kahvehanesinde yorgunluk atıyorlardı. Ve adam da –yani Murat’ta- bitmek tükenmek bilmeyen bir enerji vardı ki dillere destan.
Ülkenin bir ucundan gelen amcazâdenin ailesi o iki üç yaşlarındayken göçmüşlerdi buradan. Ve işte otuzlu yaşlarında bir anda çıkıp gelmişti. Gezmeye görmeye öyle açtı ki. Doğduğu evi görmek istemişti. Sanki bıraktığı gibi bulacaktı. Sanki anımsayacakmış gibi. Anımsarmış gibi.
Tuhaf tuhaf bakmıştı etrafına “Burada mı doğdum!” der gibi. Ailesinin oturduğu kendisinin doğduğu ev çoktan yıkılmış yerine betonarme bina dikilmişti. Bunca zaman aynı kalacak değildi. Koca binanın yerinde bir zamanlar –70’li yılların sonlarına kadar- bahçeli iki katlı yerden bir ev vardı. Ve bu evde doğmuştu Murat. Suat hayal meyal anımsıyordu. Kendisi de bu evde doğmuştu. Amcazâdesinden fazlası kendisinin on beş yaşlarına kadar bu evde kalmış olmasıydı.
“Nerden çıktı bu mezarlık?” diye sordu çekine çekine Suat. “Hani pestilin çıkmıştı. Eve gidip otobüsün kalkış saatine kadar dinlenmeyi istiyordun! Ne oldu?”
Murat, “Aslında aklımda yoktu..” dedi.“Sen lavaboya gidince hani yan masada oturan birileri vardı ya –şimdi o masa boştu- onlar birbirlerine sitemli sitemli konuştular. Biri bir haftadır mezarlığa gitmemiş anasının kabrine, öteki babasının, beriki dedesinin.. bu da çok ayıpmış.. ha ayıp olduğunu söyleyen daha bu öğleden sonra gitmişmiş..” diye sürdürdü konuşmasını.
Suat gülerek “Sen de ‘ben niye gitmedim?’ diye hayıflandın öyle mi?” dedi. Murat başını sallamakla yetindi. Son çayları da içip kalktılar. Murat ödemişti çay paralarını. Suat’ın onca ısrarına rağmen –ve hatta kahvecinin yardımına rağmen- Murat ödemişti.
“Sabahtan beri masraf ediyorsun bırak da çayları ben ödeyeyim!” diye ayak diretmişti. Ve ödemişti. Aslında hiç de Murat’ın dediği gibi olmamıştı. Suat sadece iki külah sımışkanın parasını vermişti. Ne sabah kahvaltısını –bir simitçi dükkânında yapmışlardı kahvaltıyı- ne öğlen yedikleri yemeğin parasını ödemesine fırsat vermişti Murat.
Kendisi pek zorlamamış gibiydi. Biraz cimrilik mi yapmıştı? Yoksa hep mi cimriydi. Bu konu üzerinde ussal yordamlarda bulunma vakti değildi şuan. Hem vakit değildi hem yeri değildi. Biran önce kabristana varmalıydılar karanlıkta kabristan ziyareti kimse tarafından hoş karşılanmazdı ve üstüne üstlük eğer yanlış anımsamıyorsa –Suat’tı bu- yasal olarak da yasaktı.
Hadi işin yoksa geceyi karakolda geçir. Olur mu olur! Dengesizin, paranoyağın biri telefon açar emniyete “Şüpheli birileri mezarlıkta dolaşıyor!” der polis de ciddiye alır –ki işin içinde kendisi varsa mutlaka öyle olur- yaka paça –anan güzel baban çirkin diyemeden- nezarete tıkarlar.
İşin yoksa gözlerini ağart dur. Birden içine bir korku düşer gibi oldu Suat’ın. Ya bütün bunlar olursa? Böyle bir olasılık yok muydu? “Bırak bu evhamları!” diye fısıldadı.
- Bir şey mi dedin?, dedi Murat merakla.
-Yok, dedi Suat utanarak, Otobüsü kaçırırsın falan, diye geçirdim aklımdan.
- Ya Suat kardeşim sen iyi misin?, dedi Murat, Otobüs saati gece on bir ’de.. saat daha beş..
- Haklısın, dedi Suat, Birden boş bulundum.. işte mezarlık..
Suat’ın imdadına mezarlığın süslü görkemli giriş kapısı yetişmişti. Bir süre girişin önünde durmuş meraklı gözlerle incelemeye başlamıştı Murat. Giriş cephesi, geleneksel Anadolu Selçuklu yapı özelliğinin bir ifadesiydi. Diğer cepheler ise gelişigüzel taşlarla örülüydü. Nedense girişteki özen yan duvarlardan esirgenmişti. İncelemesini bitirmiş olmalıydı ki kapıdan kopmuş mezarlığın içine dalmışlardı.
- Mükemmel bir taş işlemeciliği.. bir mezarlık için fazla süslü değil mi?, dedi Murat.
- Haklısın, dedi Suat. Bence de fazla süslü. Biliyor musun bu kapı ben kendimi bildim bileli vardır. Yani çok eskilerden kalma. Rahmetli babam da bu kapıdan söz ederdi.
- Aile mezarlığının yerini unutmamışsındır umarım?, dedi Murat Suat’ın sözünü keserek.
- Elbette unutmuş değilim, dedi Suat. İnsan bazı şeyleri istese de unutamıyor, diye de eklemişti. İkisi de susmuştu. Birkaç parseli geçtiler.
- Şuraya, sağa döndük mü aile mezarlığı. Sen hiç görmedin değil mi? diye sordu Suat. Murat öne eğik başını kaldırmadan, adeta fısıldayarak kısık bir sesle;
- Sanki bilmiyorsun, diye yanıtladı Suat’ı.
İki mezar geçtiler. Suat durdu.
- İşte Şanlı Aile Mezarlığı.. büyük babamız, babam, annem, halalarımız, amcalarımız burada yatıyorlar.
Murat kaşlarını çattı. Tuhaf tuhaf Suat’ın yüzüne bakıyordu. Neden sonra başını salladı:
- Ya kardeş sen aklını mı yedin? Uçar Aile Mezarlığı değil mi gideceğimiz yer..
Suat donup kalmıştı.
- Nasıl yani?, dedi
- Bizim soyadımız ne zaman Şanlı oldu?, dedi öteki.
- Hep Şanlı’ydı, benimle eğleniyor musun?, dedi beriki.
İki ziyaretçi Şanlı Aile Mezarlığı’nın başında birbirlerini süzüyorlardı.
Cemal Çalık, 26.11.2016, Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Öykü