"Bir insanı öldürmek elbette kötüdür, ama düşman kapına dayandığında, haddi aştığında, onuruna, namusunda göz diktiğinde, evini barkını talana yeltendiğinde artık savaş kaçınılmazdır ve cesur olmak gerektir. Hemen kapımızın eğişinde çocuklar doğrandığında, işkence ve ölüm kaburgalarına gümlediğinde mazlumun, savaş büyük bir onur, büyük bir şeref, ölmek, ölebilmek büyük bir erdemdir."
zayıf bırakıldılar,
zülme uğradılar,
el açıp inlediler;
‘bize katından bir yardımcı gönder,
bir dost yolla bize Tanrım,
bizi bu zalimlerden kurtar Tanrım’ diye feryad ettiler,
mazlum erkekler, kadınlar ve çocuklardı,
bu feryada kulak mı tıkıyorsun şimdi,
sana ne oldu be adam, Allah için,
bu çocuklar için de savaşmaz mısın?
(4/7’den mülhem)
Rahmetli Ali Şeriati, 'İnsanın Dört Zindanı' adlı eserinde insana dair müthiş bir metafor koyar ortaya; İnsan der dört zindanın içine doğar. Doğa, tarih, toplum ve benlikten oluşan katmanlı zindanlardır. Her biri çetin mücadeleler gerektiren bu zindanlardan kurtuluşun en zor olanı, en güçlü mazgallara sahip olanı şüphesiz ‘ben’ zindanıdır. Diğerlerinden kurtuluşun yolu bilgi ve üretmek, güç temerküz etmek gibi nispeten erişilebilir bir menzilde iken, ‘ben’den kurtuluş o kadar kolay değil.