3 Aralık 2016 Cumartesi

SA3711/KY20-MEK47: Ev

"Ve şimdi Ev'e dönmek vaktidir tekrar."


Küçüktüm, çok önemliydim o yüzden, basittim, dokunulmazdım.

Bir çatık kaşa, ters bir bakışa yaktım yolumu,

Çektim, gittim….

12 yaşındaydım, bu gün hiçbir anlam taşımayan ve aklımda da hiçbir izi kalmamış olan sebeplerden ötürü evden kaçtım. Onyıllar sonra Kabe’yi gördüğümde hissettiklerimin bu evden kaçış hatırasının içimde estirdiği duygulara çok benzediğini fark ettim. Bu mahrem anıyı ve Ev'’e dönüş anında yaşadıklarımı sizlere bu vesile ile anlatıyorum.

Çünkü gerçekte insanın yapıp ettikleri, işleyip dokudukları işte bu akılda iz bile bırakmayan önemsiz şeylerdir. .

Gittiğim anneydi, terk ettiğim Ev’'di, huzurdu, akşam sıcak çorba, gece yumuşacık yataktı,

Başa değen el, içe işleyen sevgiydi yaktığım..

Gittim evet, günlerce gittim,

Şehirden gittim, köyden gittim,

İnsanın en soğuk en ürperten yayına değdim defalarca,

Bir sabah, dört günlük açlığın karnıma gümlediği bir sabah,

Daha güneş doğmamışken, üşümek nasıldır size anlatacak kelimelerim yoktur inanın,

Buhur buhur ekmek kokusunun peşi sıra bir fırına göz koydum,

Bir saate yakın bir zaman boyunca kendimi o fırıncıdan bir parça ekmek istemeye iknaya uğraştım, başardığımda içimi kirleten şeyin ne olduğunu bu yaşa erdim hala anlamadım,

Nasıl ürkek bir çocuktum, nasıl kırılgan,

Adamın beni süzen gözlerine asla bakamadım, sadece ekmek istedim, yarım ekmek,

Ve elime değen sıcaklığın içimde estirdiği hayvanca şehveti başkaları görecek diye nasıl utandığımı… adam bu ekmeği istemekle ona ne büyük bir lütufta bulunduğumu anlamamış olacak ki para bekledi elini uzatarak,

Bundan sonrası dilimi şerha şerha yaran dişlerimin baskısı idi, ağzım kan ile doldu, kısık bir sesle yok diyebildim sadece ve bırakıp çıktım. O iki adımlık mesafeyi nasıl aşabildim anlatamam, gözlerim doldu, ağzımdaki kanı yuttum ve ilk köşe duvarın dibine çömelip dakikalarca ağladım, oysa o ekmeği isteyecek onursuzluğa nasıl inebildiğimi asla bilemeyecek o adam.

Çekip gittim yine, karnımı su ile doldurarak, bu kez şehirden kasabadan köyden gitmek yetmedi,

insandan gittim,

Sadece su ile doldurulan karın ile sonbaharın gece soğuğuna birde yabanın, karanlığın, insanın içini ürperten tabii uğultunun yarattığı korkuyu ekledim. Korkudan içime büzülüp yok olmak istedim, toprağın karnına sindikçe içimdeki ürperti arttı….

Böyle üşüyerek, korkarak, acıkarak ve bekleyerek kaç kez sabah oldu ve kaç kez karanlık.…

Ve sonra umudun tükendiği yerden tekrar insana dönüş, köye, kasabaya, bir şeyler isteyecek kadar düşmeye razı olmaya, kabullenmeye….

Yere değecek kadar ağırlaşan bulutlu bir akşam, bağını bostanını sulayan bir köylüye acaba beni misafir edebilecek mi diye kısık ve korkmuş sesimle sordum, gururu kurtarmak babından da tabi eğer şehre gidecek bir araba gelmezse, içimden nasıl dualar ettiğimi, o arabanın gelmemesi için nasıl yalvardığımı, ah ama uzaktan kaldırdığı tozu bulutlara karışan gürültülü minibüs çıkageldi ve gururu kurtarmak için söylediğim sözün mahkumu olarak bindim o arabaya. 

İnsanın soğuk yüzündeyim tekrar, sürekli ortalığa söylenmiş gibi duran ama aslında bana söylenen ücret talebi… ayaklarımda ki plastik, tokalı papuçlar toz kir içinde, üstüm başım toz toprak, feci kokan ve açlıktan sürekli başı dönen 12 yaşında bir çocuk, bütün alemin kendisini süzdüğünü, ayıpladığını düşünen bir çocuk bu büyük baskıyı nasıl taşır…

Cami girişindeki ayakkabılık daha güvenli, gece yarısından sonra ne kadar çok insan gelir bu yarım halı kaplı kapı girişlerine, şaşarsınız. Bir şehirde kasabada bu kadar çok evsizin olması Cidden şaşırtıcıdır.

Bir Pazar sabahı şehirde kurulan pazarı gezerken avuç büyüklüğünde dolmalık biber çaldım, bir de patlıcan, çünkü bunlar insan boyunda çuvallarda satılırdı ve yürürken öylece bir tane alıverirdiniz, ama domates ve diğer sulu ve lezzetli şeyler daha aşağılarda, kasalarda olurdu, eğilip almak gerekirdi ve bu görülme riski taşırdı. İşte günler sonra mideye dolan o dolmalık çiğ biber ve patlıcanın lezzeti nasıl hangi kelime ile tasvir edilebilir ki…

Ev’'e dönmek nasıl dağ dağ birikti bilseniz.

Evet Ev'’e dönmek. Ama işte içimizi kemiren kibir, bizi eşsiz ve tarifsiz olduğumuza ikna eden gurur ile bu nasıl mümkün olabilir ki… eve dönmek sıradan olmak, her kes gibi olmak ve o sıradanlığın içinde biricik olduğumuzu duyumsaya bilme gücü bulabilmektir.

Günler sonra Ev'’e gidecek olan yolun başındayım. Bir küçük Anadolu şehrinde her sabah erkenden renk renk minibüs ve otobüsün inip kalktığı otogardayım.

Bir iki gün daha çok üşüyerek ve çok acıkarak, çok da korkarak bu otogarda beni yakalayıp eve götürecek kurtarıcımı bekledim. Öyle herkes olmaz, yakalayınca seni rencide edecek, hırpalayacak biri olmaz, bir munis, şev katli el sahibi lazım. Nerede ise bütün hısım akraba 17 günden beri beni arıyor, bunu biliyorum, ama gözüm her sabah arabalardan inenlerin arasından beni yakalamaya layık birini arıyor. Ve sonunda buluyorum onu. Orta yaşı geçkince, okumuş yazmış, bir uzak akraba, ona yakalanmalıyım, sanki o beni yakalamış gibi olmalı, bütün maharetimi kullanıyorum, son gücümü topluyorum ve o gelirken sanki beni görmüşte önünden kaçıyormuşum gibi yapıyorum, tek bir şansım var, eğer fark edip beni tutamazsa bir daha gururumu yenememekten korkuyorum, ve önü sıra koşmaya başlıyorum, arkamdan gelmekte olduğunu hisedince yere düşüveriyorum, kollarım pıtırlı taşlı zeminde sıyrılıyor ve …..

Başım okşanıyor….

Tatlı sözler ile teselli ediliyorum, yerden kaldırılıp üzerimdeki toz toprak silkeleniyor.

Ve Ev’'e gitmek üzere minibüse gidiyoruz….

Bütün bunlar sadece önemsiz detaylar…

Esas mesele Ev’'e varmak.

Bir saatlik yol o kadar uzuyor ki….

Ve bir yandan da hiç bitmesin diye o kadar derin bir içtenlikle dua ediyorum ki…

O eve nasıl girilecek.

Anneye, babaya, kardeşe, amcaya, halaya eşe dosta nasıl bakılacak,

İnsanların yüzlerine nasıl bakılacak,

Nasıl derin bir “utanç içindeyim,

Nasıl derin ve taşkın bir sevinç içindeyim,

Haber bizden evvel varıyor mahalleye, Ev’'e…

Ev uzaktan görünür görünmez hıçkırıklar boğuluyor,

Başım yerde, gözlerim derinden çağlayan sıcak pınarlar gibi, artık vücudu kontrol etmek ne mümkün,

Eve giriş artık taşkınca bir boşalma gibi,

Utanmanın en derin çukurundayım,

Onursuzluğun en dibinde,

Sevincin zirvesinde,

Affedecekler mi acabasının yarattığı endişe boğacak denli derin,

Kızacaklar mı acabasının yarattığı korku dizlerimi kırıyor sık sık,

ahh Ev'e bir girebilsem...

Ev.

Anneydi, huzurdu, akşam sıcak çorba, gece yumuşacık yataktı,

Başa değen el, içe işleyen sevgiydi.

Ve işte ey insan seni evden uzaklaştıran, yabanın o tedirgin edici ürkünçlüğüne savuran şeyler

O ceviz kabuğunu doldurmayan iki çatık kaş kadar önemsiz.

İşlediğin bütün günahlar büyük küçük, hepsinin de ceviz kabuğu kadar hükmü var Ev'in dingin ışığında.

Ve şimdi Ev'e dönmek vaktidir tekrar.





Mustafa Ekici, 03.12.2016, Sonsuz Ark, Konuk Yazar 



İlk Yayınlandığı Yer: Haber 10

Seçkin Deniz Twitter Akışı