"İstenç gidebilmiş mi dağlara, dev mi olmuş, kendi olarak mı dönmüş.. Sevgi dediği gibi beklemiş mi kocasını.. bilinmez."
“Galat-ı meşhur sahih-i meçhulden evla” olsa da pire ve deve masalımızın ne başlangıcında ne sonunda ve ne de bu ikisinin arasında bir yerde var olmamışlar.. var olmayacaklarına göre de her hangi bir mesleği icra etmeleri söz konusu olamaz elbet..ravinin pirelere ve develere karşı bir husumeti olduğundan mıdır, borç-alacak ilişkisi midir, yoksa başka bir sebepten midir bilinmez “Yoklar!” dedi bize. Madem o yok demiştir öyleyse yoktur.. ağız alışkanlığına sığınmanın alemi yok elbet! “ Niye yoklar?” diye sormanın da bir anlamı yoktur. Yok işte! Masal bu.. böyle! Ravi bize böyle anlattı biz de yazalım isteriz anlattığı gibi.
Efendim “ .. kalbur saman içinde”den devamla; kendi halinde, bilinmez bir zamanda meşhur Yarkent adlı şehrin göbeği denecek bir mahalde mütevazı bir halde yaşayan, kendi yağlarıyla kavrulan “Döngel” lakaplı bir aile varmış. O zamanlar aileler pek bir kalabalık imiş. Döngel’ler de kalabalıkmış her kes gibi. Beş erkek evlat.. dördünü baş göz etmiş ana babaları.. her evlenen çocuk için büyükçe denecek bahçenin ortasındaki konağa bir oda eklermişler.. böylece oda sayısı olmuş yedi.. üç kız üçü kocaya gitmiş. Kalmış geriye bir erkek evlat en küçükleri.. İstenç’miş adı.
Pek bir dalgınmış, pek bir gamlı dururmuş İstenç.. Ona bakmaya korkarmış eş dost.. kendilerine de bulaşmasın İstenç’teki keder.. gam.. hüzün. Ne anası ne babası ne yakınları, ne mahllenin kedileri, köpekleri, ne caminin kuşları bir anlam veremezmişler verememişler.. “Evlenince düzelir!” diyesiymiş birileri.. yaşı on sekizi bulmuş, bulmamış evermişler İstenci..
Diyenleri haklı çıkarmış evlilik.. İstenç bir neşelenmiş, bir coşmuş ki Sevgi’yle kesişince yolları.. evlere şenlik. Ana babanın gönül yüzü bir gülmüş, bir gülmüş ki.. Ve gelinlerini baş tacı etmişler bu yüzden.
Herkesin sevinci olmuş yeni gelen, yeni gelin Sevgi gelin. Evin neşesi, sevinci, coşkusuymuş.. pek sevmişler karı koca bir birlerini. Sanki bir elmanın iki yarısıymışlar.. gamlı kederli İstenç’ten eser yok. Gün boyu neşe konuğu.. sadece onun mu? Neşe, dedik ya; bütün konağın konuğu olmuş gelmesiyle Sevgi'nin.
Bereket sarmış sarmalamış hem gönüllerini, hem sofralarını. Pek açıkmış elleri Döngel’lerin ancak yeni gelenle daha bir artmış cömertlikleri.. konaklarının kapısı ardına kadar açılmış bu kere.. gençtir baksın başının çaresine dememişler, bu veremli, o cüzzamlı, beriki vebalı bilmemişler kapılarını çalanı.. buyur ederlermiş bir yüce gönüllülükle ki öksüzü yetimi yoksulu boyun bükmesin diye.. daha bir sarılmışlar işlerine güçlerine daha çok yardım edebilsinler diye.. ne bir işten yüksünürmüş gençleri, ne yüz ekşitirmiş büyükleri.. günler böyle geçmiş.. geçmiş geçmesine ya daha altıncı ayını doldurmadan yeni evliler hüzün göstermiş yüzünü.. keder sinsice sokulmuş yanlarına.. şöyle olasıymış;
İstenç bir sabah, her sabah olduğu gibi erkenden çıkmış neşeyle evden dükkana doğru yürümüş.. en küçükleri olduğu için o gider açarmış.. sabahları o açsa da akşamları erken dönermiş.. hemen ikindiden sonra.. gün batmadan varırmış eve.. abileri babası da akşam namazına kadar dururlarmış dükkanda.. akşam namazını kılıp camiden eve dönerlermiş.. her neyse biz dönelim İstence.. gün doğarken dükkana varmak için Yarkent’in merkezine doğru yürürken donup kalmış.. bir ses işitmiş.
İçinden mi yükselmiş bu ses, dışından mı düşmüş içine ve büyümüş, büyümüş de sarmış tüm benliğini ve taşmış mı dışına bilinmez.. bildiğimiz o sesle kaskatı kesildiği İstencin. Taş bir sütun gibi kımıltısız kaldığını. Kulaklarını tıkamak istemiş.. ne çare.. nereden estiği bilinmeyen rüzgârın önü nasıl kesilir?
Bir süre kalmış öylece.. sonra kımıldatmış ayaklarını..bedenini zorlamış, azıcık güç bulunca yürümüş varmış dükkana. Açmış besmeleyle kapısını dükkanın sağ adımıyla girmiş dükkandan içeri.. çökmüş hasır iskemlelerden birine.. istemese de dört bir yönden işitiliyormuş o ses;
“Bir dev olmak istersen dağlarda şarkı söyle!”
Eli ayağı dolaşmış bir birine İstencin. Evlenmeden önceki haline dönmüş bulmuşlar kardeşleri.. sonra babası.. bir birlerine kaş göz etmişler, her biri dudak bükerek karşılık vermişler kaş gözle sorulana..ne verilen selamı duymuş İstenç ne bir bardak su isteyeni.. ne gelen müşterinin dilinden anlamış, ne adres soranın.. dar atmış eve kendini İstenç.. kulaklarında hep o sesle.
Kimi, “Cin çarpmış besbelli!” diye belirtmiş düşüncesini.
Kimi, “Yok canım.. bir çift siyah göz çelmiştir gönlünü!” imasında bulunmuş.
Kimi de, “Besbelli nazara geldi çocuk!” diye itirazda bulunmuş. Yine de kimse sormamış İstence. O da açmamış içini soran gözlerin sahiplerine. Keyifsiz bir akşam yemeğinden sonra çekilmiş her kes odasına kederle.
Sevgi şefkatle sarılmış kocasına. İstenç ölü nerdeyse. Yavaşça oturmuşlar yatağın üzerine. Sevgi kocasının iki elini almış avuçlarının içine. Bir süre öyle oturmuşlar. Sonra İstenç yatağa uzanmış başını Sevginin dizlerine koymuş. Sevgi saçlarını okşamış bir süre. Sorma isteğiyle dolsa da içi sormamış nesi olduğunu kocasının.
“Söylenecek bir şey olsa söylerdi.” diye geçirirmiş içinden. Söylerdi söylenecek şeyi olan nasılsa. Sessizlikten içmişler kana kana. Sükûta sarılmışlar. Bir süre sonra İstenç başını kımıldatmadan titrek bir sesle;
“Bir ses duydum bu sabah.. dükkana varmadan.. içim ürperdi. Donup kaldım. Şaşırdım. Bunaldım. Yanımdan gelip geçenler de duymuş olaydı.. yok.. bir ben. Öylesine gürdü ki.. Korktum. Elim ayağım dolaştı bir birine. Dilim damağıma yapıştı.” demiş ve susmuş İstenç.
Kadın içini çekmiş yalnızca. İç çekmekle yetinmiş. Sormak istemiş ama susmayı seçmiş. Sanki sorsa adam hepten susacak. Öylesi bir sezgi gezinirmiş içinde Sevgi’nin. Yine okşamayı sürdürmüş kocasının saçlarını, sükûtu seçerek.
Belki sabaha kadar sürecek bu sükût. Belki bir ömür sürecek. Belki de geçip gidecek yeni gelecek günle. Doğmak üzere olan şafakla bitecek bu an. Anımsadıkça bu günü anlatıp bir birlerine gülecekler belki. Böylesine mini minnacık bir şeyi bu kadar büyüttükleri için kınayacaklar kendilerini belki de. Ne belkisi kesin!
Gece çoktan yarılanmış. İstenç bozmuş yine sükûtu:
“Bir dev olmak istersen dağlarda şarkı söyle!, diye bir ses çın çın öttü kulaklarımda. Hani şu an bile duyuyorum yankısını desem.. evet.. yankısı sürüyor hala..yapacak bir şey bulamadım. Bir çare söyle bana? Çaresizim! Ben halimden memnundum.. bir şey olmaya hevesim olmadı ki.. bir dev nedir? Bilmem ki? İnsan bilmediğinin özlemini duyar mı? Hani diyeyim özlem duymuşum.. evet..evet itiraf etmeye çekinsem de dağlara özlem duyduğum olmuştur. Ama bir dev olmak için değil. Bir dev nedir ki? Kendim olarak çıkmak istemişimdir zirvelerine dağların.. ama o ses.. o ses. Gitmeliyim! Kulak tıkasam duymazdan gelsem, dizinin dibinden kalkmasam da burada olmuş olmam ki.. bunu sen de ayrımsamışsındır.. burada kalmamı mı istersin bir gölge gibi.. yoksa gittiğimde dönmemi mi beklersin? Bil ki artık buralarda duramam.. gidip gelmeden duramam. Ağlayıp sızlamana gönül koymam.. kızıp küfretmene, lanetler savurmana, çekip gitmene gönül koymam gönlünden silmedikçe.. darılmadıkça.. darılma bana.. ne olur darılma. Gönlünün yüzünü ekşitme.. yüzünü ekşitsen de.. ne olur gönlünün defterinden silme! Ve gönlünle izin ver gidişime. Gidişim dönüş için olacaktır. Kendim olarak döneceğim.. şuan burada senden izin dilenen ben evlendiğin adam değilim. Bunu sen de anladın! Ben burada değilim.. gördün.”
Sevgi sesinin titremesini boğmuş içinde ve şefkatle sormuş:
“Ya atan.. anan.. kardeşlerin..onlar ne diyor bu isteğe.. onlardan alabildin mi izni?”
İstenç sevinçle doğrulmuş diz çökmüş Sevginin önünde. Ellerine sarılmış ve demiş:
“Odalarına çekilmeden destur istedim babamdan, annemden.. babam kaşlarını çatarak, 'Biz yularını everdiğimizde bıraktık senin. Yuların Sevgi kızımızdadır o ne derse o olur.. var git ondan iste desturu.. o ne derse onu yap ve çıkar üstünden keder elbisesini.. kır heves putunu.. ya da görünme gözümüze.. ', dedi. Annem yüzünü ekşitti, çıkışmak için açmak üzereydi ağzını babam boğazını temizleme numarasıyla durdurdu. Benden önce annem başını göğsüne düşürdü. Çıktım yanlarından tam odamıza girerken ayak sesleri yapıştı yakama annemin. Döndüm. Ağlamaklıydı. Sarıldı. Ve titrek sesiyle, 'Tez dön oğul! Tez dön.. diye tembihte bulundu. Ve hızla uzaklaştı. Hıçkırıklarını duymamı istemediği belliydi. Sen gönlümün ışığı sen söyle.. söz şimdi sende.. gönülden destur var mı? Yoksa bir gölge gibi kalayım mı burada? Ne dersen o kabulümdür!'
Sevgi ellerini kocasının avuçlarından yavaşça sıyırıp kendisi avuçları içine aldı İstenç’in ellerini. Ve yine şefkatle başladı konuşmaya:
"Gitmelisin! Elbette gideceksin. Görüntün burada kalır korkusundan değil..varlığınla yokluğunun bir olacağı kaygısı söyletmiyor bu sözleri. Gitmelisin! Gönülden söylenmiştir. Gönülden söylenmektedir. Ve hep gönülden söylenecektir. Can-ı gönülden. Daha sen gün doğuşuyla evden çıkmadan, odamızdan sofaya adımını atmadan ben bir “sınavın” kapımızı çaldığını duydum. Sen çıkmadan çalındı kapı. Sen açtın kapıyı dışarı çıkmak için o içeri girmek için attı adımlarını. Sen görmedin. Ben gördüm. Sen sesi duyduğunda ben sınavla sohbetteydim. Açtı karnını doyurdum. Kirli giysilerini temiziyle değiştirdim. Gönlüme sızı düşmedi mi? Düştü elbet. Ama “ Hayırlısı!” dedim. Ve tevekkülle eğdim boynumu seni bekledim. Beklerken sıkıntı çekiştirip durmadı mı gün boyu eteğimden.. çekiştirdi. Saklandım annemden, görümcelerimden..eltilerimden.. kimse bilsin istemedim. Sen de söz etmemişsin. Ne güzel! Bu bir sınavdır gönlümün direği. Ocağım, barınağım bu bir sınavdır. Bu sınavda sana gitmek bana beklemek düştü. Sen gitmeden ben beklemeden olmaz. Birlikteliğimizin ilk sınavı.. bakalım gücü nedir bu birlikteliğin? Sınanmadan nasıl olgunlaşır ki? Yağmurla, karla fırtınayla, kavurucu sıcakla, yokluk ve ayrılıkla sınanmadan nasıl var olabilir ki bir birliktelik? Demek sen gideceksin diye çekip gideyim buralardan.. demek lanetler savurayım.. kızıp ağlayayım.. ama darılmayayım. Gidişine değil bu sözlerine darılmam gerek. Sen gideceksin ben bekleyeceğim.. Allah korusun belki sen dönmeyeceksin ama ben bekleyeceğim. Ya da sen döndüğünde ben ölmüş olacağım kim bilir.. belki daha kapıdan çıkmadan sen ben son nefesimi vereceğim.. ama bekleyerek olmuş olacak. Gidişine ağlayıp sızlamak.. üzüntü, keder, gam belki en çok benim kapımı çalacak.. öyle ya gideni yolculuk meşgul eder ama bekleyen öyle mi? Bir ocağın ortasına düşmek gibidir beklemek.. iğneli bir fıçıda kıvranmaktır beklemek. Sana kolayı düştü sınavın.. ama kederlenme! Demek beni daha güçlü görmüş sınava çeken.. git evimin direği! Ben bekleyeceğim! Bunu böyle bil!”
Demiş Sevgi ve kocası İstenç’i şafakla uğurlamış evden. Fırsat vermemiş konuşmasına kocanın. Dönüp de arkasına bakmasına ruhsat vermemiş. Yeminler ettirmiş.
İstenç çıkmış evden sessizce. Dönüp bakmamış arkasına. Az gitmiş, uz gitmiş, altı ay yaz, altı ay kış gitmiş epey yol aldığına kanaat getirmiş ve dönüp bakmış arkasına ki bir arpa boyu yol dahi almamış. Sevgi kapının eşiğinde onu nasıl uğurlamışsa öylece duruyor ve dönüp arkasına baktığı için kendine sitem ediyormuş.
Bundan sonrası ne olmuş bilmiyoruz. Râvi buraya kadar anlattı, biz de buraya kadar yazdık.
İstenç gidebilmiş mi dağlara, dev mi olmuş, kendi olarak mı dönmüş.. Sevgi dediği gibi beklemiş mi kocasını.. bilinmez. Onca ısrarımıza rağmen mutlu ya da mutsuz son için bir tek sözcük bile alamadık ağzından. Çay söyledik, karnını doyurduk, hamam yaktırdık, kirlerinden yükünden arındırdık..
“Rüşvet belleme!” diye de belirttik. O sadece güldü. "Eyvallah, başım gözüm üstüne!", dedi. Yürüdü çekti gitti. Ardından bağırdık, “Adını bağışla bize!” Duymadı. Koşup arkasından yetişmek isteyenlerimiz çıktı. Olmadı.
Düştü mü içimize her birimizin bir kurt:
"Bu O olmasın!"
Cemal Çalık, 04.12.2016, Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Öykü