7 Aralık 2016 Çarşamba

SA3726/KY38-SevDur35: İslam İşbirliği Teşkilatı: Çözümsüz Toplantılar Birliği


Takdim

Bir buçuk milyarlık Müslüman dünyasının görünürdeki en büyük uluslararası temsilcisi olmasının yanı sıra, Birleşmiş Milletler’den sonra en fazla üyeye sahip bir örgüt: İslam İşbirliği Teşkilatı. Eski adıyla İslam Konferansı Örgütü. 57 üyesi olan teşkilat, 1969 yılında bir Hristiyan’ın Mescid-i Aksa’yı kundaklama girişiminden sonra, Müslüman ülkelerin ortak tavır alması için kuruldu. Amacı, Müslüman ülkeler arasında sadece dini değil; ekonomik, siyasal, sosyokültürel gibi pek çok alanda işbirliği ve dayanışmayı arttırmaktı. 

Her üç yılda bir toplanan teşkilat, geçtiğimiz Nisan ayında 13. zirvesini İstanbul’da yaptı. Her toplantıda olduğu gibi İslam dünyasını ilgilendiren konular üzerinde duruldu, çeşitli kararlar alındı. Ve yine her toplantı sonrası olduğu gibi alınan kararların uygulanabilirliği konusunda kafalarda soru işaretleri bıraktı. Yıllardır sorulan soruyu tekrar etmek de bize kaldı: Bu teşkilat ne iş yapar?

Her zirvede Filistin kararı

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bu yılın Nisan ayında İstanbul’da yapılan zirvede, “Bizler kendimizi önce sorgulamalıyız. Yabancılar bombalıyor öldürüyor, biz niçin sorunlarımızı onlara bırakıyoruz da kendimiz halledemiyoruz. Eğer arzu edersek, birbirimize kenetlenirsek bölgemizdeki tüm sorunları kolayca aşabiliriz. İslam coğrafyasının sorunlarını neden Batı konuşuyor, biz konuşamıyoruz?” diyerek, deyim yerindeyse ‘çuvaldızı kendimize batıralım’ demişti. Böyle bir teşkilatın amaçlarından birinin de bu olması gerek zaten. Fakat yapılan veya yapılmayan işler, kuruluşundaki bu amaca hizmet edermiş gibi gözükmüyor. Örneğin, 1969 Rabat Zirvesi başta olmak üzere 13 zirve yapıldığı ve bu zirvelerin hemen hepsinde Filistin’le ilgili kararlar alındığı halde, konunun çözümüne dönük bir arpa boyu dahi yol alınamadı ve bu durum hiç sorgulanmadı.

Ne zaman işe yarayacak?

İbrahim Karagül, Yeni Şafak’taki 25 Aralık 2011 tarihli köşesinde, o zamanki adıyla İKÖ olan İslam İşbirliği Teşkilatı’nın ne işe yaradığını sorgulamıştı. Anlaşılan o ki sözü edilen sorunlar beş yıl içinde daha da büyüdüğü halde, İİT’nin sesi hiçbir şekilde duyulmadı:

“Irak’ta Şiilerle Sünniler arasında çatışmalar yaşandığında çağrılar yapmıştık... ‘Olağanüstü toplanın, bu dehşet verici ayrışmaya müdahale edin, mezhep savaşı Müslüman dünyayı yok eder, bunu durdurun’ demiştik. Birkaç çağrı dışında örgüt ciddi bir girişimde bulunmadı. Afganistan, Batı koalisyonu tarafından işgal edilirken, on binlerce insan öldürülürken aynı çağrıyı yaptık. İKÖ kılını bile kıpırdatmadı. Batı İslam dünyasını tehdit algılıyor ve istila projeleri uyguluyor, coğrafyanın her köşesinde kan akıtıyor, ülkeleri yağmalıyor. İKÖ bunların hiçbirine karşı duramadı, bir söz bile söyleyemedi. Irak işgal edilirken İKÖ’den yine ses çıkmadı, haftalarca toplanamadı bile. Libya’ya hava saldırıları yapılırken, iç savaş yaşanırken yine ortada yoktu, hala yok. Suriye iç savaşa sürükleniyor, mezhep savaşı tehlikesi tekrar arttı, adını değiştirmekten başka hiçbir şey beceremeyen örgüt yine ortalarda yok. Tuhaf biçimde, bir kriz patladığında bu örgüt kendini gizleme konusunda nasıl bu kadar başarılı olabiliyor? Bu örgüt niye var? Bunca kriz varken işe yaramayacaksa ne zaman yarayacak?”

Şimdi benzer soruları tekrar ederek yeniden soralım; İİT ne işe yarar? Suriye’de kendi halkını bombalayan Esed’e karşı ne yapıldı? Milyonlarca mülteci dünyanın hiçbir yerine sığdırılamazken, hangi petrol zengini İİT üyesi bu sorunla ilgilendi? Zenginliklerini hangi Müslümanın yarasına merhem olmak için kullandılar? Mısır’da halkın seçtiği Cumhurbaşkanı Mursi, askeri darbeyle devrildiğinde nasıl tepki gösterdiler?

DEAŞ’la mücadele için Mısır’a teşekkür 

Merkezi Cidde’de olan teşkilatın handikaplarından ve iş görme sıkıntılarından bir tanesi de, kâğıt üzerinde yazılı olmasa bile bazı ülkelerin imtiyazlı durumda olması. Teşkilatta, petrol zengini Arap ülkelerinin hegemonyası açıkça belli oluyor. Nitekim son seçilen genel sekreter de Suudi Arabistanlı. Son derece iyi niyetlerle kurulduğu düşünülen ve İslam âlemi için büyük bir ihtiyaç olan İslam İşbirliği Teşkilatı’nın etkin olamaması veya Müslümanların çıkarlarına hizmet edememesi, başka güçlerin güdümünde olup olmadığını da düşündürmüyor değil. 

Nitekim 17 Kasım’da İngiltere BM Daimi Temsilcisi Büyükelçi Matthew Rycroft’un, New York BM Genel Merkezi’nde yaptığı konuşması bu soru işaretlerinden sadece bir tanesi. Rycroft’un, DEAŞ’la etkin mücadele eden Türkiye’yi bir kenara koyarak, özellikle Mısır’a teşekkürlerini şu şekilde ifade etmesi gözlerden kaçmadı:

“Öncelikle İİT üyesi 18 ülkenin DEAŞ karşıtı küresel koalisyona üye olması bir tesadüf değildir. Bunların arasında elbette Mısır’dan meslektaşlarımız bulunmaktadır. Yine bu konuda iki büyük Mısır kurumuna, El Ezher ve Fetva Makamı Darul İfta’ya teşekkür ediyorum.”

Teşkilatta çalışanlar uzman değil 

İslam İşbirliği Teşkilatı’nın sorunlu yapısını ve bu yapının Müslümanların dertlerine çözüm üretememesini, Batı’nın İslam dünyasını terörle ilişkilendirmesine bile yeterli tepkiyi gösterememesinin sebeplerini eski Çad Büyükelçisi Prof. Dr. Ahmet Kavas’a sorduk. İİT’nin meseleleri çözmekten ziyade konuşmaya odaklı gerçekleştiğini söyleyen Kavas, bu alanda yetişmiş uzman istihdamına ehemmiyet verilmediğine dikkat çekti:

“Müslümanlar adına faaliyet gösteren bu devasa yapının aradan geçen yaklaşık 50 yıla rağmen hâlâ sembolik işlerle uğraştığı imajını üzerinden atamaması kabullenemez. Müslümanların dertleri konusunda akıl vericiler olarak İslam toplumlarına takdim edilen insanlar, genelde bir makam sahibi olmanın ötesinde özelliği bulunmayan, ama her konudan anladığı iddiasındaki kişilerden seçiliyor kanaati hâkim. AB'den daha etkin olması gereken bu teşkilat adına mesela Çad'da bir temsilcilik bile yokken, AB orada bir büyükelçilik bulunduruyor. Uzmanlar bu ülkeyi yakından tanımak için alan araştırması yapıyor ve yayınlıyor, algıyı onlar tayin ediyor. İslam İşbirliği Teşkilatı bir an evvel sembolik değil, sorumluluklarını harfiyen yerine getirecek özel temsilciliklerini, üyesi olmasa bile Müslümanların çoğunluk olduğu Etiyopya ve Tanzanya gibi ülkeler ile Hindistan, Çin gibi ülkelerde, hatta Arjantin, Brezilya, Meksika gibi ülkelerde alana göndermesi gerekir. AB'nin, ABD'nin veya başkasının raporlarından hareketle tanınan İslam dünyasından başta bu teşkilata bir yarar gelmez.”

Teşkilat sahaya inmeli 

Bu teşkilatın varlık sebebinin bir veya daha fazla ülkeye çıkar sağlamak amaçlı olmadığını söyleyen Kavas, İİT’nin aslında uğraşması gereken konuları şu şekilde sıralıyor:

“İİT’ye üye ülkeler, ellerindeki imkanları en zorda kalan Müslümanlardan başlamak üzere ihtiyaç sahiplerine İslami ve insani yardım öncelikli olmak üzere eğitim, sağlık, ekonomik, dini terbiye dahil her konuda seferber edecek, hatta yeni alanlar açıp oralara da yayacaktır. Çad şu anda Türkiye'den sonra en fazla mülteci barındıran Müslüman bir ülke ve mültecilerinin neredeyse tamamı Müslüman olup, hayat şartları insan değil, diğer canlılara bile layık görülemeyecek seviyededir. Müslümanların bir an evvel isteyerek veya istemeyerek içine düştükleri bu girdaptan çıkmaları gerekiyor. İslam İşbirliği Teşkilatı bir an evvel alana inmek durumunda ve Müslümanları her türlü emelleri için kendi aralarından, dış dünyadan kullananlara fırsat vermeden bilinçlendirmeli ve kendi ayakları üzerinde durmalarını öğretmelidir.”  

Paran kadar konuş 

İslam Konferansına Üye Ülkeler Parlamentolar Birliği (İKÖPAB) Genel Sekreterliği görevini yürüten Mahmut Erol Kılıç ise İslam İşbirliği Teşkilatı’nın, yapısında önemli sıkıntılar bulunsa da gerekli olduğunu ifade ediyor:

“Bütün uluslararası teşkilatlar, BM de dâhil olmak üzere belli prensipler doğrultusunda çalışır. İİT’nin sıkıntılarının başında ev sahibi ülkelerin haddinden fazla müdahalesi söz konusu. En sonunda zaten kendilerinden bir genel sekreter seçildi. Çalışma açısından belki daha fonksiyonel olabilir, ama bir Suud teşkilatına dönme durumu da var. İİT’de BM’deki gibi kâğıt üzerinde bazı ülkelere belirli imtiyazlar hukuki olarak tanınmış değil. Herkes eşit gözüküyor. Ama fonksiyonel olarak 10 bin dolar yıllık aidat ödeyen bir ülke ile 500 bin dolar ödeyen bir ülke eşit olmuyor. Zaman zaman tabiri caizse ‘paran kadar konuş’ yaklaşımı olabiliyor. Verdikleri aidatın yüksekliğinden dolayı, Körfez Arap ülkeleri aktif rol oynayıp, belirli imtiyazları ellerinde bulunduruyor.”

Kararların yaptırımı yok

Kılıç, bu tür uluslararası teşkilatların icra makamı olmadığını fakat yaptırımlarının olmamasının ciddi sorunlar teşkil ettiğini sözlerine ekliyor:

“Bir karar alındıktan sonra o kararın uygulanması üye ülkelerin iç politikalarına kalıyor, çünkü kontrol etme yetkisi yok. İslam İşbirliği Teşkilatı’nın bir diğer çıkmazı ise, özellikle İslam dünyası dışından gelen saldırılara tepki koyarken, İslam ülkelerinin kendi iç problemlerine sesini çıkartmaması. Bir İslam ülkesinde bir âlim haksız yere idam ediliyor veya bir İslam ülkesinde darbe oluyor, ama o darbeyi telin eden bir şey yayınlanmadığı gibi, o ülkenin üyeliği dahi askıya alınmıyor.”

Ortak bir dil ve kültür üretemiyoruz 

Türk ve İslâm dünyasının merkezinin Mekke ve Medine olmadığını söyleyen akademisyen Selçuk Türkyılmaz, aynı şekilde İstanbul ve Kahire’nin de merkez olma özelliğini kaybettiğini söylüyor:

“İstanbul, bir asır önce bütün olumsuzluklara rağmen bir merkezdi ve çözüm üretebiliyordu. Bugün merkez şehirlerden yoksun olmanın sonuçlarını yaşıyoruz. Bizim dünyada ortak sorunları ele alan teşkilatlar sadece vuku bulan sorunlara anlık olarak odaklanabiliyor. O zaman da zaten iş işten geçmiş oluyor. İslâm İşbirliği Teşkilatı sadece sonuçlarla boğuşuyor. Hâlbuki bakışlarımızı kendi dünyamıza çevirmemizi sağlayacak ara kurumlar hayati derecede önemlidir.

Açık söylemek gerekirse Afrika’yı, Asya’yı ve sair coğrafyaları İngilizce perspektifinden gördüğümüz müddetçe sahip olduğumuz kurumların çözüm üretemeyeceği, sadra şifa olamayacağı açıktır. Yüzyıl boyunca bütün İslam ülkeleri birbirine yabancılaştı. Arapçayı bile sadece dinî kaygılarla öğreniyoruz. Bu şartlarda ortak bir dil ve kültür üretilemiyor. Doğal olarak bu da en gözde kurumlara yansıyor. Kurumlar yaygın bir şekilde gündeme oturan ve gerçekten sahiplenilen meselelere bigâne kalamaz. Demek ki ciddiye alınacak bir kamuoyu baskısı mevcut değildir. Bireylerin çok şey yapabileceğine inanıyorum. Kurumların bireylere yapacağı yatırımlar bütün coğrafyanın birbirine yaklaşmasında önemli bir rol oynayacaktır. Bu, bilgi üretimi açısından son derece önemlidir. Bilgi üretimi de coğrafyamızın kaderinde yeniden söz sahibi olmamıza zemin hazırlayacaktır. İşte o zaman en gözde kurumlar taleplere bigâne kalamayacaktır. O günlerin çok uzakta olmadığını düşünüyorum.”

Altın gibi teklif 

Geçtiğimiz hafta İslam İşbirliği Teşkilatı Ekonomik ve Ticari İşbirliği Daimi Komitesi (İSEDAK) 32. toplantısını yaptı. Bakanlar oturumunun açılışında konuşan Erdoğan, “İslami finans, varlık temelli yaklaşımı ve ahlaki ilkelere verdiği önemle krizlere deva olacak çözümleri önemsiyorum. Onun için de sürekli, faizsiz, faizsiz, faizsiz... Bunu konuşuyoruz da burada bizler uluslararası döviz baskısından nasıl kurtulacağız? Finans sektöründe, katılımcı finans anlayışının, para biriminde hatta altına endeksli bir adımın atılmasının çok daha isabetli olacağı inancındayım” açıklamasını yaparak, farklı yollar denemenin ehemmiyetinden söz etti. İslam ülkeleri arasında bu yaklaşımın nasıl bir ilgi göreceği merak konusu. Ancak bu konunun uzmanları, beklenti içine girmememiz gerektiği konusunda hemfikir.



Sevda Dursun, 07.12.2016, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Röportaj, Eleştiri

Sevda Dursun Yazıları



Sonsuz Ark'ın Notu: Sevda Dursun Hanımefendi'den çalışmalarının yayınlanması için onayı alınmıştır. Seçkin Deniz, 12.09.2015


İlk yayınlandığı yer: Gerçek Hayat: 

http://www.gercekhayat.com.tr/dosya/islam-isbirligi-teskilati-cozumsuz-toplantilar-birligi/

Seçkin Deniz Twitter Akışı