"Herhâlde bir gün Suriye’de neden geç kaldığımız sorusu dönemin darbeden tutuklu ya da dışarıdaki komutanlarına sorulur..."
Ne Suriye ile savaş çıktı, ne de Türkiye Birleşmiş Milletler’den atıldı, işgalci muamelesi gördü, ne de büyük kayıplar verildi. Operasyon, ABD’yle, Rusya’yla ya da İran’la ilişkilere bir zarar vermediği gibi tam tersine bu askerî operasyonla Türkiye’nin Suriye meselesinde eli güçlenmiş oldu, sınırlarımız bir terör örgütünden temizlenmiş oldu.
Peki Türkiye bunun için niye üç yıl bekledi?
Üç yıl; çünkü DAEŞ Cerablus’u Temmuz 2013’te Özgür Suriye Ordusu’ndan almış ve Şubat 2014’e kadar şimdi Türkiye’nin DAEŞ’ten temizlediği alanları ele geçirmişti.
Böyle bir operasyon yapmak için son üç yılın en iyi şartlarının Ağustos 2016 olmadığı açık. Türkiye Rus uçağını düşürmemişken, ABD’yle işler bu kadar sarpa sarmamışken, PKK’yla ateşkes/çözüm süreci sürerken ya da bir askerî darbe girişimi olmamışken de bu operasyonu başlatabilir, Türkiye bu alanı kontrol altına alabilirdi.
Bunun için son üç yıldır ortada pek çok meşru gerekçe de vardı. Reyhanlı Katliamı’na dahli olan Suriye rejiminin hasmane tutumu, istikrarsız Suriye ile 911 kilometre sınırının güvenliğini tehdit etmesi, üç milyonu aşkın Suriyeliye ev sahipliği yaparken yeni mülteci dalgalarını sınırın öte tarafında karşılamak istemesi ve tabii son iki yılda 500’e yakın sivil vatandaşının ölümüne neden olmuş iki terör örgütünün (DAEŞ, PKK) Suriye’de yuvalanması.
Hâlâ Türkiye’nin DAEŞ’i desteklediğine inanmaya devam edenler için bu sorunun cevabı “PYD’ye karşı DAEŞ’e göz yumdu” basitliğinde. Hâlbuki DAEŞ Türkiye’nin bugün temizlediği bu toprakları PYD’den değil Suriyeli muhaliflerden almıştı.
Türkiye niye 3 yıl geç kaldı sorusunun cevabı için biraz arşiv karıştırmalıyız yine.
Türkiye ile Suriye’yi savaşın eşiğine getiren ilk büyük kriz 22 Haziran 2012’de Suriye tarafından Türk Silahlı Kuvvetlerine ait RF-4E Phantom keşif uçağının düşürülmesi oldu. 2015 yılının Mart ayında ortaya çıkan Hillary Clinton emaillerinde yer alan bir istihbarat raporunda, bu olaydan 6 gün sonra Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’in Erdoğan’a “çuval vak'asının ordudaki orta kademe subaylarda kızgınlık meydana getirdiği gibi Suriye'ye cevap verilmemesi durumunda Erdoğan ile ordu arasındaki ilişkinin bozulmasından korktuğunu söyleyerek Suriye’ye müdahaleye hazır olduklarını” söylediği, Başbakan Erdoğan’ın ise “NATO'nun Suriye ile olası bir savaşı Rusya ile ilişkileri bozabileceği gerekçesiyle de buna karşı çıktığı” iddia ediliyor.
2012 yazında Suriyeli muhalifler Halep’in büyük bölümünü kontrol altına almış, Şam’a birkaç kilometre kadar yaklaşmış, Kuzey ve doğu Suriye’de kontrol muhaliflerin eline geçmişti. Ayrıca Suriye konusunda Türkiye ile ABD aynı sayfadaydılar ve birlikte hareket etmekteydiler. O yüzden muhaliflerin sonuca yürüdüğü bir dönemde Türkiye’nin askerî müdahale yerine, angajman kurallarını değiştirerek bu olaya düşük profilli tepki vermesi mantıklı bir tercihti.
Muhaliflerin ilerleyişi Temmuz 2012’de de sürdü ve Cerablus’ta kontrolü Özgür Suriye Ordusu ele geçirdi. Bir yıl sonra yaşanan şiddetli çatışmalarla DAEŞ Cerablus’u aldı ve ilk kez Türkiye DAEŞ’le komşu olmuş oldu. Ardından DAEŞ’in Türkiye sınırı ile Halep arasındaki bölgede ilerleyişi devam etti. Ocak 2014’ten itibaren DAEŞ, bu kez Çobanbey sınır kapısına yüklendi. Çatışmalar Cerablus-Çobanbey arasında 2014 Ocak ayı boyunca devam etti. Çobanbey bir ara DAEŞ’in, Cerablus kısa bir süre ÖSO’nun eline geçti.
Peki Ocak 2014’te sınırın hemen ötesinde bu çatışmalar yaşanırken Türkiye ne yapıyordu?
1 ve 19 Ocak’ta durdurulan MİT tırlarını konuşuyordu. O tırlar da tam o sırada Türkiye’nin Suriye ile sınır hattını ele geçirmeye çalışan DAEŞ’le savaşan Özgür Suriye Ordusu’na gidiyordu.
Yani aslında Türkiye boş durmuyordu. Ama birileri de boş durmuyordu ve bunu hükûmete karşı bir operasyona çevirmeye çalıştılar. Bir ölçüde başarılı da oldular. O tırların DAEŞ’e gittiği yalanını bütün dünyaya satan gazeteci savcılıktaki sorgusunda bunu inkâr etti ama “Türkiye DAEŞ’i destekliyor” yalanı çoktan dünya turunu tamamlamıştı!..
Haziran 2013 Suriye’ye bir askerî müdahaleye en çok yaklaşılan zamandı. Bütün dünya ve tabii Türkiye, Suriye rejiminin kimyasal silah kullanması üzerine, bunu askerî müdahale için kırmızı çizgi olarak açıklamış Obama’nın müdahale kararı almasını bekliyordu. Obama topu Kongre’ye atarak, Rusya’yla yakınlaşmaya başladı.
Türkiye’nin Suriye’ye askerî müdahale seçeneğinin hep masanın üzerinde olduğunu ise 30 Mart 2014 yerel seçimlerine günler kala sızdırılan Dışişleri Bakanlığı’ndaki ses kaydındaki konuşmalardan anlıyoruz.
O konuşmalardan, özellikle de Genelkurmay İkinci Başkanı Yaşar Güler’in konuşmalarından anladığımız başka bir şey daha var.
O kısmı bir daha hatırlayalım önce:
“Yaşar Güler: İvedi olarak Hakan Beyin desteklenip silah ve mühimmatı muhaliflere ulaştırmasını sağlamamız lazım.
Ahmet Davutoğlu: Kuzey Irak’ta bir tehdit varken biz nasıl özel kuvvetleri devreye sokabildik? Orada da sokmalıydık. Oradaki adamları eğitmeliydik. Neyse biz bunu yapamayız ki, biz diplomaside ne ise onu…
Feridun Sinirlioğlu: Ben o zaman söyledim, o tankları nasıl soktuk paşam ya Allah aşkına, siz vardınız o zaman?
Yaşar Güler: Şimdi bakın efendim. MKE bizim sayın bakanın emrinde değil mi efendim? Yani efendim şu anda parayla Katar mühimmat arıyor. Peşin para, üretsin versinler. Sayın bakanın emrinde.
Ahmet Davutoğlu: İşte burada entegre hareket edemiyoruz, koordine olamıyoruz.
Yaşar Güler: O zaman Sayın Genelkurmay Başkanı ile sayın bakanı aynı anda çağırsın Sayın Başbakanımız. Yanında konuşsun efendim.
Çünkü oradaki ihtiyaç sayın bakanım silah ve mühimmat. Silah da değil, mühimmat. Biraz önce konuştuk, biz şimdi efendim. 1000 kişilik bir ordu kuruyoruz diyelim orada. Biz bunun asgari 6 aylık mühimmatını burada depolamadan bu adamları oradaki muharebeye sokarsak sayın bakanım iki ay sonra bu adamlar bize döner.
Yaşar Güler: Evet, evet efendim. Bu iş sadece Hakan Beyin sırtına kalmış bir konu olmuş yani. Olacak iş değil. Yani anlayamıyoruz biz yani. Neden?..”
“Bu iş sadece Hakan Beyin sırtına kalmış” diyen Yaşar Güler Paşa’nın şikâyet ettiği ve ne yaptığını anlamadığı kurum galiba açık.
Suriye meselesinde her şeyi MİT’e bırakıp inisiyatif almayan Türk Silahlı Kuvvetleri.
Tabii 2014 yılında Türk Silahlı Kuvvetleri deyince Suriye konusunda karargâhlarda ve sahada karar mekanizmalarının, 2013 Aralık’ından beri hükûmete isyan başlatmış bir örgütün kontrolünde olduğunu o günlerde kimse bilmiyordu.
TSK’nın klasik reflekslerinin de dış askerî müdahalelere soğuk, Suriye meselesinde de hükûmetin çizgisinde uzağında olduğu ise malumdu.
2 Ekim 2014’te hükümet Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bu ayak sürümelerini bitirmek için Meclis’ten geçirdiği Irak tezkeresine Suriye’yi de ekledi. Artık Suriye’ye asker sokmanın hukuki zemini de hazırdı.
Ama TSK bunu yeterli görmedi. Tezkereden iki gün sonra askere yakın Sözcü yazarı Saygı Öztürk’ün haberinden okuyalım:
“Genelkurmay, Meclis'ten Suriye ve Irak'a sınır ötesi harekât yetkisi alan hükümetten, ‘yargılanmama' güvencesi istedi. Güneydoğu'da PKK ile mücadele eden birçok komutanın Ergenekon ve Balyoz davalarında yargılanmasından ders çıkaran Genelkurmay Başkanlığı, MİT mensupları için getirilen yasal zırhın askere de tanınmasını istedi.”
Bu sırada DAEŞ’in Kobani saldırısı başladı. DAEŞ’e karşı Türkiye’nin katılmadığı koalisyon kuruldu. ABD Kobani’de PYD güçlerine havadan yardım attı. Ve 6/7 Ekim 2014’te Kobani bahanesiyle ve PKK/HDP’nin çağrısıyla başlayan şiddet olaylarında 50 insan hayatını kaybetti.
Türkiye’nin DAEŞ karşıtı koalisyona temel itirazı “havadan müdahale yeterli değil, karadan da müdahale ve güvenli bölge olmalı’ydı. Hatta Cumhurbaşkanı Erdoğan daha sonra çarptırılan Kobani düştü düşecek açıklamasında ‘Sadece havadan bombalamak suretiyle bu terörü sona erdiremezsiniz, kara harekâtında bu işi ifa edenlerle iş birliği kurulmazsa, hava harekâtıyla bu iş bitmez” demişti.
Başbakan Davutoğlu Al Jazeera’ye çıkarak Türkiye’nin teklif ettiği Lazkiye’den Kamışlı’ya uzanan güvenli bölge haritasını açıklamıştı.
O tarihten sonra Türkiye ile ABD arasında Suriye konusundaki makas daha da açıldı. ABD’ye PYD’yi müttefik olarak görüyor ve Türkiye’nin güvenli bölge önerisine sıcak bakmıyordu.
Türkiye’nin Suriye’ye askerî olarak müdahalesinde ABD’yle yaşadığı bu krizin etkisi olduğu muhakkak. Ama sonradan ortaya çıkan bazı bilgiler hikâyenin bundan ibaret olmadığını gösteriyor.
Bunlardan biri 30 Ağustos 2016’da Wall Street Journal’da çıkan ve iyi Pentagon muhabirlerinin imzasını taşıyan bir haber.
Fırat Kalkanı operasyonunun değerlendirildiği haberde 2015 yılı bahar ayında Türkiye ile ABD arasında Suriye’ye askerî müdahale konusunda görüşmeler yapıldığı iddia ediliyordu.
Türkiye’nin sınır ötesine 2 bin askerle girmesini içeren habere göre:
“Türk yetkililer operasyonun başlatılacağına dair siyasi iradeden öyle emindi ki, askerî kararı duyuran basın bildirileri bile hazırlanmıştı…”
Habere göre bu kadar hazırlık sırasında Ankara’nın Amerikan komandolarının da operasyona katılması önerisini Washington kabul etmemiş ve Türkiye’nin kara harekâtında destek verilecek muhalif grupları listesinde ABD’nin radikal bulduğu Ahrar-uş Şam’ın bulunması da ABD tarafından reddedilmiş.
Ama gazeteye göre 2015 yazında anlaşmayı çıkmaza sokan esas mesele şu cümlede:
“Hem Pentagon liderleri hem bazı Türk generaller Ankara’nın önerilen misyonu yürütecek sayıda isyancıyı mobilize edip edemeyeceği konusunda şüpheleri dile getirince çıkmaza girdi…”
Cümlede bu konuda şüphesi olanların sadece Pentagon değil, bazı Türk generaller olduğu da dikkatinizi çekmiş olmalı.
O hâlde gelin ABD ile Türkiye, Suriye’ye Türkiye’nin askerî operasyonla girmesini konuşurken Türkiye’de ne olduğuna bakalım.
Ama önce Esad’ın çok tuhaf bir açıklamasını hatırlayarak başlayalım. Mart 2015’te Rus Sputnik’e röportaj veren Esad şöyle demişti:
“Suriye’de artık Türk ordusu olarak tanımlanamayacak olan Erdoğan’ın ordusu savaşıyor…”
Ardından 20 Nisan 2015’te Fuat Avni tweetleri:
“TSK’nın, binlerce askerin kaybıyla sonuçlanma riskini göz önünde bulundurarak ‘Suriye’ye girin’ emrine direnmesi Faşist’i delirtiyor…”
Parçaları birleştirmeye devam edelim.
7 Mayıs 2015’te CHP genel başkan yardımcısı Gürsel Tekin çıkıp “Türkiye iki gün içinde Suriye’ye girecek” dedi:
“Türkiye bu akşam ya da cuma günü yapacağı askerî bir operasyonla Suriye’ye girecek!.. Bu bilgiyi çok sağlam bir kaynaktan aldım. Sayın Başbakan’a sesleniyorum. Çıkın ‘Böyle bir çılgınlık yok. O iddia yanlış’ deyin. Beni yalanlayın!..”
Suriye’ye askerî müdahale haberlerine en çok tepki gösterenlerden biri de Esad rejimine, başında eski Genelkurmay İstihbarat Daire Başkanı’nın olduğu heyetler gönderen Vatan Partisi’ydi.
10 Mayıs 2015’te Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel sağlık sorunu gerekçesiyle 15 günlük rapor aldı. O günkü haberler şöyle devam ediyordu:
“Suriye’ye operasyon iddialarının konuşulduğu bir dönemde Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel’in Genelkurmay Karargâhı’na gitmediğinin ortaya çıkması başkentte bir anda hareketli saatlerin yaşanmasına neden oldu.”
Ertesi gün gazetelerde Özel’in 7 Haziran 2015 seçimlerinden önce Suriye’ye askerî operasyona karşı çıktığı için rapor aldığı yazıldı:
“Devlet koridorlarında Özel ile Erdoğan arasında geçen ‘çok sert bir diyalog’dan bahsediliyor, ‘Necdet Özel, Necip Torumtay örneğinde olduğu gibi kamuoyunu derinden sarsacak istifa yolunu seçmedi. Kendine has bir üslupla mesaj verdi’ deniyor. Artık Ankara’nın koridorlarında saklanamayan bir gerçek var. İpler koptu!..”
Gazetelerde çıkan bu haberleri, Genelkurmay bir açıklamayla yalanlamak zorunda kaldı.
7 Haziran 2015’te seçimler oldu ve sandıktan tek başına iktidar çıkmadı.
15 Haziran’da PKK/PYD/YPG, Tel Abyad’ı DAEŞ’ten aldı.
26 Haziran 2015’de Cumhurbaşkanı meşhur konuşmasını yaptı ve o tweeti attı:
“Tüm dünyaya sesleniyorum: Bedeli ne olursa olsun, Suriye'nin kuzeyinde, Türkiye'nin güneyinde devlet kurulmasına asla müsaade etmeyeceğiz.”
Aynı günlerde Cumhurbaşkanı başkanlığında yapılan üst düzey bir toplantıda Suriye’ye askerî müdahale konusunda TSK’ya hazır ol emri verildi. Masada olan aslında bir yıl sonra ancak yapılabilecek Fırat Kalkanı Operasyonu gibi seçenekti. Ama askerin hâlâ çekinceleri vardı:
“Hürriyet’in güvenilir kaynaklardan edindiği bilgiye göre, Tel Abyad’ın PYD’nin eline geçmesinden sonra Saray’da Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın başkanlığında yapılan bir dizi Suriye güvenlik toplantısında ortaya çıkan güvenlik riskleri konuşuldu. Bölgede bir ‘Kürt devleti’ kurulması tehlikesiyle birlikte, Tel Abyad’ı kaybeden DAEŞ’in Esad’ın desteği ile batıya yönelmesiyle ortaya çıkan güvenlik riskleri değerlendirildi. TSK’dan tedbir alması istendi; ancak TSK, ortaya çıkacak risklere dikkat çekerek buna karşı çıktı. Başbakan Ahmet Davutoğlu ısrar edince TSK yazılı direktif istedi. Davutoğlu, TBMM’den 2014’te geçen tezkere, bu tezkere doğrultusunda Bakanlar Kurulu’nda alınan kararları da dikkate alarak tedbir alınması talebini yazılı bir direktif olarak askere iletti. Direktifte, Cerablus’tan Mare Hattına kadar olan bölgede bulunan DAEŞ’in Mare Hattını geçmesi hâlinde ortaya çıkacak risklere dikkat çekildi. Alınacak önlemlerle DAEŞ’in geriletilmesi, ÖSO’nun Cerablus’a kadar ilerlemesi durumunda Irak sınırından Yayladağı’na kadar bütün Suriye sınırının PYD ve ÖSO’nun kontrolüne geçeceğine dikkat çeken bir yetkili, ‘Bu sayede, DAEŞ ve Esad’a karşı mücadele çok hızlanır’ yorumunu yaptı. Ancak sivil ve askerî bürokrasi, ‘riskler taşıdığı’ gerekçesiyle operasyon içerecek tedbirleri öteledi ve çalışmalarını ağırdan aldı. Bir yetkili, ‘Hükümet kesin emir verirse TSK, Cerablus’a girmemek için direnir mi?’ sorusuna ‘Hayır, ama tüm riski siyasi irade üstüne almış olur’ dedi…”
Ertesi günkü gazetelerde bu çekinceler hatta Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’in istifa edebileceği haberleri yer aldı. O haberleri de hatırlayalım:
“Cumhurbaşkanlığı, Hükûmet, Dışişleri Bakanlığı, MİT: Yoğun çatışmaların yaşandığı Azez ve Mare’nin DAEŞ’in eline geçmemesi için ABD’nin Kobani ve Tel Abyad’da PYD’ye verdiği desteğin benzerinin TSK tarafından Suriyeli muhaliflere verilmesini istiyorlar. Ayrıca Cerablus’un ve ardından Azez’e dek uzanan 90 kilometrelik hattın, Kürt gruplar tarafından değil, Azez’de DAEŞ’i yenilgiye uğratıp doğuya doğru ilerleyebilecek Suriyeli muhaliflerin eline geçmemesinin Türkiye’nin çıkarına olacağı değerlendirmesini yapıyorlar. TSK ise el altından lojistik destek yapması yasal olarak mümkün değil diyor. Fırtına toplarının ya da Hava Kuvvetleri’nin kullanılması talebini, güvenlik tehdidi karşısında savunma amaçlı başvurulacak yöntem olarak değil ‘taarruz yöntemi’ olarak değerlendiriyor. Bu nedenle de bu adımı attığında uluslararası tepkilerin sert olacağından endişe ediyor ve saldırıya maruz kalmadıkça adım atmak istemiyor…”
“Siyasetin kalbi Ankara’da ‘Suriye’ endeksli tartışmalar sürerken birçok iddia da gündeme getiriliyor. Bu iddiaların başında ise Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel bulunuyor. İddialara göre Suriye’ye girme konusu seçimden önce de gündeme geldi. Orgeneral Özel, baskılardan kurtulmak için sağlık operasyonunu bahane ederek ortamdan uzaklaştı. Şimdi ise tekrar baskılar arttı. Hatta Özel’in yeni genelkurmay başkanının bu operasyona karar vermesini isterken, baskıların artması durumunda ‘istifa’ kozunu da masada tuttuğu belirtiliyor. Hükümet kanadında ise başka bir görüş hâkim. Onlara göre de bu operasyona hangi komutan ‘evet’ diyecekse o genelkurmay başkanı olsun.”
28 Haziran:
“Genelkurmay, direktifin başarıyla icra edilebilmesi için ihtiyaç duyulan siyasi, askerî ve diplomatik altyapının doğabilecek riskleri bertaraf edecek biçimde hazırlanması yönünde görüşünü iletmiş durumda. Hükûmetin de bu görüşü dikkate aldığı anlaşılıyor.
Bölgeyle ilgili ve etkili Rusya, İran, ABD gibi devletlerle temas edilmesi ve hatta mümkünse Şam’la da iletişim kurulması altyapı oluşturulması yönünde dillendirilen öneriler arasında bulunuyor. Bu öneriler doğrultusunda Ankara’nın temaslara geçtiği de gelen bilgiler arasında. Ankara, Türkiye’nin stratejik olarak önemsediği Cerablus bölgesinin YPG’nin veya DAEŞ kontrolüne geçmesini önlemeye kararlı. Ancak bunun için TSK’nın bu bölgeye girmesi ve fiilen girerek kontrolü ele alması gerekmiyor. Ankara, TSK’nın bu bölgede YPG ve DAEŞ’e karşı güvenli kuşağı sınır ötesine yerleşmeden de sağlayacak güç ve kabiliyete sahip olduğunu hesaplıyor.”
Sonuç ortada. Genelkurmay, askerî ve hukuksal gerekçelerle Fırat Kalkanı Operasyonu’nun 2015 yılında yapılmasını engelledi. Ordusunun ayak sürüdüğü ve bunun için de askerî gerekçeler ileri sürdüğü bir askerî operasyonu hükûmetin yapması da zordu.
Ağustos 2015’te Necdet Özel görevi Hulusi Akar’a devretti. Hulusi Akar, Özel’e göre hükûmetin Suriye politikasına daha yakın bir isimdi.
Ama bu kez 24 Kasım’da Türk jetleri sınır ihlali yapan bir Rus uçağını düşürdü. Suriye’ye askerî olarak girmenin önünde büyük bir engel ortaya çıktı.
Şubat 2016’da çıkan haberlerde TSK’nın Suriye’ye askerî olarak müdahale etme konusunda aynı yerde durduğu görülüyor:
"Uluslararası toplumun Suriye’ye asker göndermesi konusunda Genelkurmay’ın iki önemli kararı var:
1) ABD, Rusya’nın tavrı nedeniyle BM’den karar çıkarılamayacağının farkında ve dolayısıyla böyle bir hazırlık yapmıyor.
2) Türk Silahlı Kuvvetleri BM Güvenlik Konseyi’nden bir karar alınmadıkça Suriye topraklarına ayak basmayacak.”
Sonuçta Fırat Kalkanı Operasyonu üç yıldır masadaydı ama Ağustos 2016’ya kadar yapılmadı. Bunda “Obama’nın fiyasko Suriye politikaları, Rusya’nın baskısından çok Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ayak sürümesi etkili oldu” diyebiliriz.
Sonuçta Rusya, uçağını düşürmüş Türkiye ile bile anlaşarak Fırat Kalkanı’na ses çıkarmadı. Nisan 2016’da Atlantic dergisine konuşan Obama da Erdoğan’ı “muazzam ordusunu Suriye’ye istikrar getirmek için kullanmayı reddetti” diye eleştirmişti.
Hâlbuki, TSK’nın Suriye’ye müdahale etme konusundaki isteksizliği çok uzun süredir ABD’lilerin de malumuydu. 2011-14 arası Ankara’daki ABD büyükelçiliğindeki askerî-siyasi bölümünün başına olan Ed Stafford 2015’in başında ordunun gönülsüzlüğünü yazmıştı.
Wall Street Journal’da bahsedilen Pentagon-TSK görüşmelerinde 2015’te Cerablus’a ÖSO ile girmeyi organize edip edemeyeceklerinden şüphe duyan “bazı Türk subayları”nın kim olduğunu tam olarak bilmiyoruz.
Daha sonra darbede Kurmay Albay Ömer Kulaç olduğu ortaya çıkan Analiz Harbi hesabının Eylül-Ekim 2015’te ne yazdığını da hatırlayalım:
“Necdet Paşa komşu devletlere yönelik harekâtlara sonuna kadar direndi. Güçlü hava savunmasından dolayı Suriye'de Hava Kuvvetlerini kaybetmemeliydi. Netice itibariyle TSK başından dolayı Suriye'ye girmeye soğuk baktı. Hükümetin isteği azıcık kabul görseydi, şimdi hâlimiz perişandı.”
“Savunma Planlaması, MİT'teki 3-5 kişinin kapasitesinin çok üzerinde bir iş. Necdet Özel, bu sebeple fantezi planlara posta koydu. Eğer emekli Genelkurmay Başkamızın koyduğu posta olmasa, şimdi Suriye harekât alanında Ruslarla ve silah sistemleriyle sevişiyor olacaktık. Uçuk gibi gelebilir ama en az 100 uçağımız düşmüş, 300 tankımız imha olmuşken arkada PKK ile uğraşıyor olacaktık. NATO umursar mıydı?”
Aynı kişinin darbe günü “Suriye ile ilişkiler iki ay içinde normale dönecek” diye tweetler attığını da ekleyelim.
Sonuçta eğer Türkiye bugün yaptığını üç, iki ya da bir yıl önce yapsaydı karşımızda bambaşka bir manzara olabilirdi. Halep bu hâlde olmazdı. PYD bu kadar mevzi kazanmamış olurdu.
Herhâlde bir gün Suriye’de neden geç kaldığımız sorusu dönemin darbeden tutuklu ya da dışarıdaki komutanlarına sorulur...
Yıldıray Oğur, 09.12.2016, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Yıldıray Oğur Belgeselleri
Yıldıray Oğur Yazıları
Takip et: @yildarado
Sonsuz Ark'ın Notu: Yıldıray Oğur Beyefendi'den yazılarının yayını için onay alınmıştır. Seçkin Deniz, 05.07.2015
Yazının ilk yayınladığı yer: Türkiye Gazetesi
http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/yildiray-ogur/594478.aspx