8 Şubat 2017 Çarşamba

SA3952/KY38-SevDur42: Uydurma Örgütün Masum Üyeleri Hâlâ İçeride

"Senaryo hazırdı ve roller işkenceyle kabul ettirildi. “7 gün değil, 77 gün sizi burada tutarız” diyorlardı. İşkenceler sonunda kabul etmek zorunda kaldık."


Takdim

“Din Devlet arasında Fetullah Gülen” sürmanşetiyle çıkan ve ardından 6 sayılık yazı dizisiyle yayınını sürdüren Selam gazetesi 19 yıl önce FETÖ’nün hedefi oldu. Selam Tevhid kumpasıyla gazetenin Yazı İşleri Müdürü Mehmet Ali Tekin ve arkadaşları gözaltına alınarak Uğur Mumcu da dahil olmak üzere birçok siyasi cinayetle suçlandılar. 

Hukuki delil bulunamadığı için terör örgütü liderliğinden ceza alan Tekin, yıllar sonra yeniden yargılanmayla suçsuzluğu anlaşılarak serbest bırakıldı. “Gönlümün yarısı cezaevinde” diyen Tekin, buruk bir sevinçle özgürlüğü selamlıyor. Selam Tevhid kumpasını detaylarıyla anlatan Tekin, “O zamanlar bunları FETÖ’nün yaptığını bilmiyorduk” diyor. Eşi Hasibe Tekin, “Bize de sürpriz oldu” derken, oğlu Metin Hamza Tekin “Özlediğim aile hayatına sonunda kavuştuk” diyerek duygularını ifade ediyor. 

Tevhid isimli bir dergi, Selam isimli bir gazete çıkardınız. Selam Tevhid kumpasıyla da yıllarca cezaevinde yattınız. Ne tarz yayınlarla 19 yıl önce FETÖ’nün hedefi oldunuz?

Biz 1990 Ocak ayından, 1992 Aralık ayına kadar Tevhid dergisini haftalık olarak çıkarttık. Bu süreç içerisinde zaman zaman Fetullah Gülen ve o yapının zihin dünyasıyla ilgili yayınlar yapıyorduk. Bunlarla ilk mücadelemiz o yıllarda başladı. Daha sonra 93 yılında Selam gazetesini çıkartmaya başladık. Suküti Memioğlu isimli yazarımız 31 Ağustos 1997 tarihinde “Din ve Devlet arasında Fethullah Gülen” başlıklı bir yazı dizisi hazırladı. O yazı dizisinde Gülen örgütüyle ilgili eleştirdiğimiz her şey vardı. Devletin çeşitli kademelerinde yaptıkları çalışmalardan bahsediliyordu. Oraya ne maksatla girdiklerini deşifre eden bir yazı dizisiydi.  

Gülen örgütüyle ilgili neyi tenkit ediyordunuz o dönemlerde?

İslami anlayışlarını ve İslam’ı hayata aktarışlarını eleştiriyorduk. Hatırlarsanız 2006 yılında Gazze operasyonu olmuştu ve o operasyondan sonra Filistinliler İsrail’in merkezi yerlerine roket atışları yapmışlardı. Bazı yerlerde çocuklar da öldü bu atışlarda. O dönemde Fetullah Gülen “Filistin füzeleriyle öldürülen İsrailli çocuklar gözümün önüne geldiği zaman yüreğim parçalanıyor” diyerek gerçek fikrini çok net bir şekilde ortaya koydu.  Filistinli çocuklar için böyle bir beyanatı olmamıştı. 

İşte bizim 90’lı yıllarda tenkit ettiğimiz bakış açısı bu bakış açısıydı. Biz o dönemde Fetullah Gülen ve çevresindekilerin İslam anlayışının Türkiye’deki Müslümanların İslam anlayışına paralel olduğunu ama Amerika ve İsrail’le hoş geçinen ve onların emrine amade bir İslam anlayışı olduğunu biliyorduk ve eleştiriyorduk.

Fetullah Gülen’in İslam’la problemi vardı

O zamanlar da bunun belirtileri var mıydı? Neler yapıyorlardı mesela?

28 Şubat’ta zirveye ulaşan başörtüsü yasakları ilk 1989’da başlamıştı. Biz de bazı sivil toplum örgütleriyle birlikte İstanbul’da Beyazıt camisinden başlamak üzere camilerde ve meydanlarda başörtüsü yasağına karşı muhalefet gösterileri düzenledik. İlk gösteriler düzenlendiği zaman Fetullah Gülen “Başörtüsü teferruattır veya furuattır, İslam’da sokağa çıkmak yoktur” şeklinde bir açıklama yaptı. İşte o zaman bunların zihin dünyalarının arka planını anlamaya başladık.  

28 Şubat döneminde de Refah-Yol hükümetine bakış açılarını biliyoruz. Fetullah Gülen oldum olası Milli görüş hareketiyle iyi olmamıştır. Yer yer İslam’a karşı düşüncelerini açıkça beyan etmekten çekinmeyen Bülent Ecevit’e şefaat edeceğini söyleyen bir zihinsel yapı, İslami mücadele vermiş, Müslümanların dertleriyle dertlenen Erbakan Hoca’yla hiçbir zaman uzlaşamadı. Bu kişinin daha o dönemlerde Müslümanlarla ve İslam’la problemi vardı. 

Sizin 28 Şubat sürecindeki keskin muhalefetiniz ve Gülen örgütüne yönelik hazırladığınız yazı dizisi herhalde bardağı taşıran son damla olmuş ki, Selam Tevhid kumpasını kurdular. Bu operasyon nasıl başladı? 

O dönemlerde yaptığımız yayınlardan hakkımda 34 dava açılmıştı. Mahkemeye gitmekten gazeteye uğrayamıyordum. Fakat normal hukuki yollardan üzerimize suç isnad edecekleri bir şey bulamadılar. İşte o zaman bu kumpası uydurdular. Bizim gazeteye gelip giden Yusuf Karakuş isimli bir arkadaşımız vardı. Onu gayrı resmi olarak gözaltına aldılar ve kendilerinin istediği şekilde ifade vermesini söylediler. 

Bu arkadaş 80 öncesi Çorum olaylarından hapis yatıp çıkan birisiydi. “Sen bizim söylediğimiz şekilde ifade ver, 6 ay sonra seni salarız, yoksa infazını yakar, bir de yeniden ceza alırsın” dediler. Bu da onun için fiili olarak 30 yıl cezaevinde kalmak demek. Önce kabul etmedi. 40 gün işkence sonunda kabul etmek zorunda kaldı. Ondan istedikleri Uğur Mumcu cinayetinde dahli olduğunu itiraf etmek. 

Güya İran’dan Uğur Mumcu’yu öldürmek için birisinin geleceğini, Yusuf’un da ona yardım etmesini, gözcülük yapmasını gazetemiz çalışanı Mehmet Şahin ve Hasan Kılıç buna emretmişler. Tercüman olarak da Farsça bildiği için gazetemiz dağıtım müdürü Abdülhamit Çelik’i seçtiler. Fatih Aydın ve Muzaffer Dağdeviren’i de İranlı Albay’ı kaçırma suçunu uydurarak senaryoya dahil ettiler. 

Örgüt ismini bir türlü kurgulayamadılar 

Siz daha girmediniz oyuna…

Biz tam o sırada giriyoruz oyuna. Ertesini günü bizi evlerimizden topluyorlar. İki gün İstanbul’da kaldıktan sonra Ankara’ya götürüp işkence faslına başlıyorlar. “Senin bu işin içinde olmadığını biliyoruz, ama bu ihale size kaldı. Ya kabul edeceksiniz ya da buradan ölünüz çıkar” dediler. 

Ankara’ya götürülürken Boğaz Köprüsü yolu üzerinde yanımıza bir taksi yanaştığını ve camından kamera çıkıp, benim bulunduğum cama dayandığını “Uğur Mumcu’nun katilleri bunlar” diye yayın yaptıklarını çok net duydum ve gördüm. Senaryo hazırdı ve roller işkenceyle kabul ettirildi. “7 gün değil, 77 gün sizi burada tutarız” diyorlardı. İşkenceler sonunda kabul etmek zorunda kaldık. 

Mahkemeye çıkartılmadan iki gün önce evlerimizden topladıkları dokümanlara imza attırırken, örgütün ismini bulmalarına da şahit olduk. Sabaha kadar isim sürekli değişti. Önce “Hizbul Tevhit” yazdılar, ardından “Tevhid Terör Örgütü”, ardından “Selam” derken en son Selam Tevhid’de karar kıldılar. 

Tam sizinle röportajı yaptığımız bugün Uğur Mumcu’nun ölüm yıldönümü. Ve hala katiller bulunmuş değil. O günlerde kamuoyu bu uyduruk senaryoya nasıl inandı?

Uğur Mumcu’nun öldürüldüğü yerde Abdülhamit Çelik ve Yusuf Karakuş’a tatbikat bile yaptırdılar. Hatta maket arabayı ters koyup, “aracın yönü ters” şeklinde düzeltme yapmalarını isteyecek kadar detaylı bir kurguluma.  Birçok televizyon canlı yayında verdi bu tatbikatı. 

Ertesi günü bizim dosyamızın savcısı Hamza Keleş, dönemin İçişleri bakanı Sadettin Tantan ve Başbakan Bülent Ecevit “Uğur Mumcu’nun katillerini yakaladık” diye açıklama yaptılar. Kim oluyor Uğur Mumcunun katilleri, Yusuf Karakuş, Abdülhamit Çelik başta olmak üzere hiçbir şeyden haberi olmayan bizler. Fakat bir sorun oluştu. Tam Uğur Mumcu’nun öldürüldüğü saatlerde Abdülhamit Çelik’in düğününün yapıldığı videolar medyada yayınlanmaya başladı. Ben de dahil olmak üzere o gün düğündeydik, hatta benim konuşmam bile var o düğünde. Bir de Yusuf Karakuş’a verdikleri sözde durup onu serbest bırakmadıkları için ifadesini değiştirdi. Kumpas böylece çöktü. 

Ama yine de siz serbest kalmadınız… devamında neler oldu?

Bu sefer Ankara’da Selam gazetesine sık sık gelip giden insanlardan 18 kişi topladılar. 1989- 99 arasında yapılan Muammer Aksoy, Bahriye Uçok da dahil olmak üzere siyasi cinayetlerin hepsini Ankara’da gözaltına alınan Ferhan Özmen, Necdet Yüksel ve Rüştü Aytufan’a paylaştırmışlar. Aynı şekilde onlara da Uğur Mumcu’nun arabasının bulunduğu yerde tatbikat yaptırdılar. Mumcu’nun arabasına bombayı koyanlar diğerleri değil, bunlardı diye yayın yaptırdılar.  

15 Temmuz’da başarılı olsaydılar, beni öldüreceklerdi 

Sizi neyle suçluyorlardı peki?

Savcı bu 6-7 aylık süre zarfında bir iddianame hazırladı. İddianamede İran’dan beslenen terör örgütü olduğumuzu ve Ankara’dakilerin siyasi kanat, bizim ise kültürel kanat olduğumuzu iddia etti. Hukuki yollarla bir dayanak bulamadıkları ve bir önceki senaryoları çöktüğü için en son bu yola başvurdular. Bana da örgüt üyeliği suçundan ceza verdiler. 

Sizin dosyanıza bakan savcıların arasında şimdilerde FETÖ’den tutuklanan veya görevden alınanlar var mı?

O dönemler Fetullahçı oldukları aklımıza gelmiyordu. Savunmalarımızda “karanlık güçler ve derin devlet yapılanması bize kumpas kurdu” diyorduk. 2005 yılında mahkeme heyeti bana örgüt üyeliği cezasını az bularak örgüt liderliği cezası verilmesini istedi. Topluma kazandırma yasasından da yararlandırdı. Cezaevinde yatma sürem dolduğu için tahliye edildim. Dışarı çıktıktan sonra Yargıtay’a müracaat ederek bizzat uğraştım. Fakat her çaldığım kapıda artık Fetullah’ın savcı ve hakimleri çıkıyordu. 

15 Temmuz girişiminden sonra bu kadar sürüncemede kalma sebebimizi anladım. Tekrar yeni iftiralarla tutuklayacaklarını bildiğim için Azerbaycan’a gittim. İki yıl sonra 2016’nın Mart ayında orada gözaltına alındım. 15 Temmuz günü beni Türkiye’ye getirdiler. O zamanlar niye Temmuz’a kadar beklettiklerini anlamıyordum, darbeyi öğrendikten sonra onu da anladım. Eğer darbe teşebbüsü başarıya ulaşmış olsaydı muhtemelen öldürülecekler listesindeydim. Uzun vadeli planlar yapıyor bunlar. 2013 yılında Selam Tevhid dinlemeleriyle usulsüz bir şekilde Cumhurbaşkanını, bakanları dinlediler. 17-25 Aralık başarılı olsaydı, Cumhurbaşkanı ve başka diğer bakanlarla birlikte hepimizi Selam Tevhid kumpasıyla cezaevine atacaklardı. 

Bir kişinin suçsuzluğu anlaşıldı diye bayram ettiler 

Selam Tevhit kumpası çöktü. Peki, bu davadan dolayı hala içerde olanlar var mı?

Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılan Ferhan Özmen, Necdet Yüksel, Rüştü Aytufan hala cezaevinde. Suçsuzluğu anlaşılıp çıkamadıkları sürece ömür boyu yatacaklar. 28 Şubat döneminde FETÖ’den mağdur olan birçok insan var. Yeniden yargılanma için başvuruyorlar, ama hep red cevabı alıyorlar.  

Ağustos ayında Selam Tevhid kumpasını kuran 58 kişi gözaltına alındı. Şu anda bu davadan dolayı 34 hakim, savcı ve polis tutuklu. Ben bunların yargılanmasından dolayı cesaret aldım ve yeniden yargılama talep ettim. Mahkeme de kabul etti. 28 Şubat davalarında en az 500 kişi suçsuz yere içerde. Şu anda 24-25 yıldır ceza evinde yatan insanlar var. Bu durumu hükümetin temizlemesi gerekir.

Artık özgürlüğünüze kavuştunuz, bu süreçten sonra ne yapmayı planlıyorsunuz?

Gönlümün yarısı cezaevinde kaldı. Benle beraber 4 kişiydik koğuşta. Bana tahliyen var dediklerinde sarmaş dolaş olduk, ağladık, vedalaştık. Bir kişinin suçsuzluğu anlaşıldı diye benden fazla sevindiler, bayram ediyorlar. Ben de onlar için üzülüyorum. Yani onlar seviniyor, ben üzülüyorum. Böyle karmaşık duygular yaşıyorum. Bundan sonra kalemimi cezaevinde suçsuz yere yatan insanların hakları için, onların kurtulması ve haksızlığın giderilmesi için kullanacağım. Mücadelemi bu yönde vereceğim inşallah.  

Ömrümün yarısı babasız geçti 

Suçsuz yere hapis yatan herkes gibi Mehmet Ali Tekin’in eşi Hasibe Tekin de birçok sıkıntılara göğüs germiş, “Ama şimdi çok mutluyuz, Allah kimseyi oralara koymasın” diyor. 

"15 Temmuz günü eşimi Azerbaycan’dan getirmişlerdi. Biz de cezaevinde karşılamaya gittik. Ayaküstü görüştük orada. Bizim yanımızdan alıp, hücreye götürmüşler. Bir hafta hücrede kalmış, darbeden de haberi olmamış. Darbeden dolayı biz de ziyaretine gidemediğimiz için meraklanmış. Bir hafta hiçbir şeyden haberi olmamış. Bize de sürpriz oldu eşimin gelmesi. Ertesi gün ziyarete gitme hazırlığı yapmıştık. Akşamdan aradı, “cezaevinin kapısındayım, beni almayacak mısınız” dedi. Şok olduk biz de. Çocuklar, torunlar hep birlikte almaya gittik. Eşimi alıp Eyüp Sultan’a gittik dua ve şükür etmeye. Gece iki gibi eve geldik. İki gün uyku uyuyamadık. Mehmet Ali Bey de heyecandan uyumadı. Çok zor günler geçirdim eşim yokken. İki oğlum, iki kızım var. Onlarla birlikte ayakta kalmaya çalıştım. O zamanlar hepsi küçüktü. Şimdi büyüdüler artık, evlendiler, torunlarım var. Eşim geldiği için şimdi çok mutluyum, Allah kimseyi oralara koymasın." 

Yanında şehit olan arkadaşı Metin Yüksel’in adını verdiği oğlu Metin Hamza Tekin, “ömrümün yarısını babasız geçirdim” diyerek verdiği mücadeleyi anlatıyor. 

"Babam 2000 yılında cezaevine girdiği zaman ben 14 yaşındaydım. Ailevi olarak çok sıkıntılar yaşadık. En son Azerbaycan’da tutuklandığı zaman bir şeyler yapmam gerektiğini düşündüm. Kamuoyu oluşturmak için çalıştım. Çünkü birçok kişi babamın nasıl bir düşüncede olduğunu, hiç kimsenin kılına zarar vermeyeceğini bilir. Medya camiası babamı çok iyi tanır. Gazetelerde, TV’lerde programlara katıldım. Bu işin aslında ne olduğunu anlatmaya çalıştım. Çok şükür dava bitmedi, ama en azından yıllar sonra özlediğim aile tablosunu şu an görebiliyorum. Çok zor olur dediğim şeyler bugün çok şükür oldu. Ben bunca yıldır şunu öğrendim: Bir şeye inanıyorsan, kalben ve zihnen bu uğurda mücadele edersen, kısa sürede olmasa bile uzun vadede mutlaka başarıya ulaşırsın. Ben bunu yaşadım ve gördüm."

Sevda Dursun, 08.02.2017, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Röportaj, Eleştiri
Sevda Dursun Yazıları



Sonsuz Ark'ın Notu: Sevda Dursun Hanımefendi'den çalışmalarının yayınlanması için onayı alınmıştır. Seçkin Deniz, 12.09.2015


İlk yayınlandığı yer: Gerçek Hayat

Seçkin Deniz Twitter Akışı