bir kum tanesi gibi, bir taş gibi...
Parmakları çok seviyorum mesela, senin ince, narin parmaklarını biraz olsun andırıyor diye,
Handiyse âşık olup, oturup uzun tiratlar yazıyorum parmaklar üzerine.
Gün senin kokunu taşıdı diye bu mevsimlere,
Toprağı serap yapıp, bir sisin içinde varlığı flulaştıran bu sıcaklara, yazlara, kışlara; buzu senden yana bir berraklık, zarif, sert ve acıtıcı bir berraklık taşıyor diye kışlara âşık oldum misal.
Yaşama ince narin parmaklarının dokunduğu yön diye Doğuya, orayı da aşıp güneşe bir Mecusi gibi, tarihin en karanlık çağından buraya sıçrayan meczup, korkmuş, âşık ve esrik bir çığlık gibi güneşe taptım.
Garip şeyler topladım. Sen farkında bile olmadan soluduğun havayı topladım misal, narin ayaklarını bastığın çakıl taşlarını, çamur kurularını, asfalt kokusunu, bakışınla kutsadığın manzaraları topladım, acıdığın dilencileri, sevdiğin çocukları, okşadığın saçları topladım, o kadar derin, yaygın ve muazzam bir hazine biriktirdim ki senin bakışlarından artakalan izlerle, aklın epey dışına savruldum.
İnsanlar aptalca şeyler yapıyor dinlenmek için, uzun ve zahmetli yolculuklar yapıp beyhude beklentiler içine giriyorlar, misal ben sadece senin derin, tedirgin edici sonsuzluktaki gözlerinin, o derin, mavi ve ürkünç bakışından topladığım anlardan birinin içine gömülerek dinleniyorum. Zamanın tamamen dışına taşarak, biraz korkarak, tedirgin olarak belki ama zamanın tamamen dışına çıkarak bakışının bir tek anında muazzam dinleniyorum.
Korkular akıl dışı, misal; küçük, narin parmaklarından bir tanesi tenime değecek diye, öylece dondurur beni, sonsuzluğa armağan eder,
beni; adı bilinmedik eski zaman tanrılarına kurban sunar,
beni; misal cennetten kuzeye fırlatılmış bir kaçkının taşlaşmış heykeline çevirir diye,
Öte yandan hiç zamanın olmadığı, insanın senin derin, sonsuz, mavi gözlerinde yok olup bütün ağırlıklardan kurtulduğu, var olmaktan kurtulduğu bir derin haz denizinde dinleniyor, dinleniyor, dinleniyorum. bir kum tanesi gibi, bir taş gibi...
Bütün zamanımı etraftaki her şeyi, ıvır zıvırı sana benzetmek, senin sevdiğin şekillere benzetmek için harcıyorum. Misal, her gün etimden parçalar kesiyorum sana benzesin diye, ensemden, omzumdan büyük ve enli parçalar kesiyorum dikkatlice,
biraz seni andırsın diye gözlerimde derin kesikler çiziyorum, kanlı, ağır ve acılı.
Gözlerim senin baktığın gibi baksın diye misal, gecelerce uyumuyorum, sendeki mahmur, dalgın ve ama içe işleyen pür dikkat, ateş parçası olsunlar diye, acayip sıvılarla, efsunlarla berkitiyorum.
Etlerine çivili kemerler ile ızdırap oruçları tutturan keşişlere nasıl özeniyorum bilsen, onlar kadar cesur olup bütün varımı, bütün zamanlarımı ve varlığımı süreğen bir kanamalı yaraya çevirip sana armağan emek için çok çabalıyorum, sık sık bu cesarete sahip değilim diye nasıl aşağılıyorum kendimi
Elim, ben konuşurken, tümden benden bağımsız olarak senden yana, seninmiş gibi, hayır sen gibi, hatta sen olarak hareket etsin diye, akla ziyan şeyler yapıyorum. Sen gibi yürüsün diye ayaklarıma, saçlarım senin saçların gibi kuzguni bir mavi-siyah geceye benzesin diye o kadar çok uğraştım ki, artık oralarda mı, gerçekten bana ait bir saçım, bana ait renkleri var mı bilmiyorum.
Farkındayım; etimde böyle derin yaralar açarak, varlığımda ürkünç yokluk çizikleri, uçurumlar açarak, bakışlarımı böyle ezeli ve beyhude umutlara dikerek kendimi yavaş yavaş tüketiyorum.
Kuzeyin cesur ve yabanıl erkekleri gibi kendime dirayetli tanrılar bulabilir miyim emin değilim, orada kendimin uçurumdaki ürkünç çığlığa dönüşeceği o serin ve yağmurlu kuzey ormanı kıyısında sana dönüşeceğime dair bir umuttan da yoksunum.
Ama bu sana benzemek, umarsızca her bir şeyi, mevsimi, yağmuru, ve arsız çimeni, ağlayan ve memeye saldıran bebeyi, âşık ve esrik oğlanı ve her şeyi, her şeyi sana benzetmek bir tanrısal edimmiş gibi, sağaltıcı, çoğaltıcı ve yüceltici bir tanrısal merhametmiş gibi geliyor bana.
Misal, ne kadar sana benzerse o kadar ahlak olacak insanda, o kadar derin bir adalet, akıl dışı bir merhamet, çocukları kesmeyecekler misal, kadınları dövmeyecekler, insanlar, acıyan yumuşak yerlerini daha kavi kılacaklar.
Evet evet, her bir şeyi daha yoğun, daha çok ve daha hızlı sana benzetmeli.
Mustafa Ekici, 11.02.2017, Sonsuz Ark, Konuk Yazar
İlk Yayınlandığı Yer: Haber 10