"Bazen böyle olur, bir yazı içinizde günlerce büyür, sonra masaya oturup klavyeyi önünüze çektiğinizde ne çok şey kaybolup gitmiştir."
Tam kendinizi Camus'nün Yabancı romanından aklınızda kaldığını sandığınız kumsalda avare amaçsız gezen adam gibi hissederken birden yazarın adının aslında “kamü” diye okunduğunu yıllar sonra öğrendiğiniz gibi.
Kimselerin size henüz birçok şeyi öğretmediği yıllarda yaşamakla bugün yaşamak arasındaki farkı henüz ölçemediğiniz gibi. Şimdi en azından internet tıpkı basım kitaplar ya da neredeyse sonsuz bilgilerle dolup taşıyor ama bunların olmadığı zamanlarda elden ele gezen, hem de gazete kağıtlarıyla falan kaplı kitaplar kadar akılda kalmıyor kolay kolay bir şey.
Gazete kağıdıyla kaplı kitap görmüşsünüzdür muhtemelen kimi evlerde. Kaplayacak malzeme sıkıntısı kadar kitabın kıymetli, korunmaya değer bir şey olması ve tabii ki hafiften ağıra çeşitli korku ve yasakların birinci nesnesi olmasıydı o gazete kağıdıyla kaplanmasının bir başka nedeni.
Çanakkale deprem raporu gibi sallanıp duran döviz kurlarının bir aşağı bir yukarı hareketliliğinin içine aniden ısınan hava, birden ortaya çıkan kuş sesleri, ağır gelen palto hepsi üst üste gelirken El Bab şehitlerinin babalarının yüzlerindeki keder yüreğine oturuyor insanın.
Anaların feryadı yürek parçalıyor ama babaların suskun hüznü taş gibi kalakalıyor işte.
Karman çorman devam ederken hayat Kanun Hükmünde bir Kararname daha düşüyor gece yarısı.
Şaşırtıcı şeyler oluyor.
Tam kendinizi içeriğine, gelen tepkilere dalmış bulurken bazı kararlara sağ sol demeden ortak itirazların yükseldiğini görüp şaşırıyorsunuz.
Rektörlerin ne kadarı gerçek ne kadarı somut ne kadarı kişisel ne kadarı üstünkörü değerlendirmelerle listeler yaptıklarını medya hep birlikte tartışmaya başlayınca, uzun zaman sonra böyle bir şey ilk olduğu için şaşırıyorsunuz.
Tekrar romana gidiyor aklınız. Başka çağrışımlar sökün ediyor. Niçe diye okunduğunu, Degol diye okunduğunu hatırlıyorsunuz. Rus yazarlar hep kolaydı, yazıldığı gibiydi diye düşünüyorsunuz uzak upuzak yıllarda.
Kamü ve Degol arasında yaşanmış şeyler geliyor aklınıza. Olay Fransa'da geçiyor deyip kapatıyorsunuz hafıza defterini.
Gencecik üniversite öğrencilerinin, yeni hukuk mezunlarının yazdıklarını gördüğünüze pişman oluyorsunuz sonra. Herkesin ne çok değişmez ve keskin doğrusu ne katı inançları ne diğerine kapalı ruhu varmış deyip şaşırıyorsunuz yeniden.
Bazen böyle olur, bir yazı içinizde günlerce büyür, sonra masaya oturup klavyeyi önünüze çektiğinizde ne çok şey kaybolup gitmiştir.
Yüz yıl önce bugünlerde Gazze'yi bombalamaktadır İngiliz topçusu.
Yüz yıl sonra Gazze yine atış altındadır, şimdikiler İsrail uçaklarıdır.
Yüz yıl önce bugünlerde Petrograd iyi karışır. Halk ekmek fırınlarını yağmalar.
1905'ten beri mayalanan şeyi görmez Çarlık. İçişleri Bakanı “Daha elli yıl ayaklanma falan olmaz” der, üç hafta sonra rejim değişir.
Savaşlar öyle çok değişmiş olur ki şimdikilere ne ad vermek gerek diye düşünürsünüz.
Çatışma alanlarında ünlü romancılar gezmemektedir artık. İleride Nobel alacak ne çok yazar cihan harplerinin gazetecisidir o zamanlar.
Albert Camus de Nobel'i aldıktan üç yıl sonra trafik kazasında ölür üstelik.
Varoluşçuluk üzerine o kadar yazıp kafa yorup trafik kazasında ölür.
Hayatta gerçekten daha şaşırtıcı şey yok diyenler hep haklı çıkar…
Yaşar Taşkın Koç, 12.02.2017, Sonsuz Ark, Konuk Yazar
Yaşar Taşkın Koç Yazıları
Takip et: @yasartaskinkoc
Sonsuz Ark'ın Notu: Yaşar Taşkın Koç Beyefendi'nin yazılarının yayınlanması için onayı alınmıştır. Seçkin Deniz, 16.07.2015
İlk yayınladığı yer: Yeni Şafak