"Çok partili döneme geçiş öncesinde iyice belirginleşen sağ ve sol ayrımında en tetikleyici unsur İnönü döneminin iktisadi ve siyasi kararlarının yanı sıra 1930'lu yıllardan itibaren kendini iyice hissettiren dini konularda alınan aşırı kararlar olmuştur."
Osmanlı sonrasında kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş kadroları kendilerini yenilikçi, devrimci, ilerici ve çağdaş olarak nitelendirmekteydiler.. Bu kavramlar tümüyle solu çağrıştıran kavramlar olduğu için kurucu kadroyu sol bütünlük içerisinde değerlendirmek mümkündür.
Sonradan bazı inkılaplara karşı çıkan ve batılı, ama tarihiyle bağ kuran düşüncelere sahip çıkanlar yeni devletin her şeye sıfırdan başlayan, yok edici yaklaşımlarını eleştirerek farklı düşünceler ileri sürdüler.
Oysa bu düşünceye sahip olanlar kuruluş öncesinde diğerleriyle aynı görüşteydi. Onlara göre de Osmanlı yozlaşmış ve çökmesi mukadderdi. O halde çöküşe neden olan yenilenememe sorunu aşılmalı ve yeni devlet batıyı örnek alarak onlarla aralarındaki mesafeyi kapatıp, çağdaş uygarlık seviyesine çıkmış güçlü bir devlet haline gelmeliydi. Ancak, bu düşünceye sahip olanlar ayrıca tarihe de sahip çıkılmasının önemli olduğunu düşünmekteydi.
Onlara göre Osmanlı Devleti, tarihteki Türk devletlerinin en önemlisiydi ve onun değerlerine sahip çıkmak gerekliydi. Osmanlı Devleti ümmetçiliğe dayalı olduğu için zamanla Türklüğün geri plana itildiğini, yeni devletle yeniden Türklüğün öne çıkarılmasının gerekli olduğu kanaatini taşıyorlardı. O nedenle kurulacak devletin Türklük ilkelerinin hakim olduğu bir devlet olması gerekliydi.
Batıyı örnek alan, ancak Türklerin tarihine uzanan, ona yaslanan bir devlet modeli olması da zaten genelin ortak bir hedefti.
Konuya böyle yaklaşıldığında görülür ki, solculuk ve sağcılık TC.nin kuruluşunda ayrıma tabi olamayacak kadar bütünleşmişti .Etnik ve dini isyanlara kalkışıp bu tür devlet peşinde koşanlar hariç herkes yeni devlet düşüncesi ve ideali etrafında birleşmişti. Ancak kurucu devlet kadrolarının eskiyle irtibatı koparan harf inkılabı, kültür/sanat, giyim kuşam gibi hayat tarzını tümüyle değiştiren konularda baskıcı yasalar çıkarması kurucu kadronun kendi içinde tepkilerin ortaya çıkmasına yol açtı.
Bu tepkici kesimler yenilikçi ancak tarihle uzlaşma arayan, ona ait bazı değerleri ortak değer olarak korumak gerektiğine inanan düşünce sahipleri olarak sonradan iyice ayrışan "Sağcı" blok içerisinde değerlendirildiler.
Sağcılığın filizlenmeye başlaması yeni devletin kuruluşundaki bazı inkılaplara dayansa da asıl ayrışma 30'lı yıllardan sonra hızlandı ve İnönü döneminde iyice belirginleşti.
Bu süreçte ortaya çıkan Turancılık-Türkçülük gibi düşünce akımları kurucu kadroyla başlangıçta aynı düşüncelere sahipti. Bu düşünce ekolü kavramsal sağcılar bloku içerisinde yer alsa da bu aynı ortak düzlem üzerinde yol alınarak bu noktaya gelinmişti.
Yani sağcılığın yeni devlete bağlılığı, ona olan inancı solcu diye nitelendirilebilecek kadrolardan farklı değildir. O nedenle bu kadro bugün de kuruluş felsefesine, kuruluş kadrosuna sahip çıkar, onları kendilerinden görür ve onlarla tehditler ve tehlikeler karşısında bu devlet yapısının korunması konusunda aynı düşüncelere sahiptirler.
Bu kesimler Türk tarihine sahip çıktıklarından TC'ye daha çok sahip çıkılması gerektiğini belirtirler. Zira bu bu devlet Türklerin elde kalan son umut devleti olarak görülür.
O nedenle; bu düşünceye sahip olanlar kurucu kadroya sahip çıkmayı devlete sahip çıkmak olarak nitelendirirler.
Özetle, kuruluş kadrosunun sağ ve sol ayrımı yeni devletin felsefesinin nasıl olması gerektiğiyle ilgilidir.
Solcular, çağdaşlığın eskiyle tümüyle bağını koparmış, yüzünü batıya çevirmiş, onda olanı aynen aktaran bir modelde olmasını savunurken, onlara karşı çıkan ve sağcı olarak adlandırılanlar ise TC:nin şartların getirdiği yeni bir türk devleti olduğu,önceki devletlerimizin kültürünün devam ettirilmesi gerektiğinin önemine değinerek, örnek alınan batı modelinin bu şablonlar üzerine oturtulmasını savunurlar.
Çok partili döneme geçiş öncesinde iyice belirginleşen sağ ve sol ayrımında en tetikleyici unsur İnönü döneminin iktisadi ve siyasi kararlarının yanı sıra 1930'lu yıllardan itibaren kendini iyice hissettiren dini konularda alınan aşırı kararlar olmuştur.
İşin garibi bu kararlar arasında en önemlisi sayılan ezanın Türkçe okunması fikri, literatür gereği sağcı olarak değerlendirilen Türkçü düşünce önderlerinden Ziya Gökalp tarafından ortaya atılmış olmasıdır.
Bundan anlaşılan; sonradan sağcı cephede olan bazı düşüncelerin ilk mimarları bazı konularda solcu, devrimci denilen kadrolardan daha ileri fikirlere sahiptiler.
İşin bir başka garip yönü ise Türkçe ezan genelgesinin, daha sonra sağ potansiyel kitlelerinden görülecek olan Diyanet tarafından çıkarılmasıydı.
Diyanet İşleri Başkanlığı'nın 18 Temmuz 1932 tarihli bir genelgesi ile resmen ve tüm yurtta ezanlar Türkçe okunmaya başlandı. 1941 yılında ise Arapça ezan yasağı uygulamaya konuldu.
İşte bu dönemler fikri ayrılıkların su yüzüne çıktığı dönemler oldu ve bu tepkiler geniş kitlelere yayıldı. Dini çevreler ve bu uygulamaları eleştiren çevreler aynı çatı altında ortak söylemler geliştirmeye başladılar.
Çok partili siyasi döneme geçilmesiyle birlikte Atatürk üzerinden devam eden partiyi yani CHP'yi savunan kurucu kadrolar ve devamları solcu blok, onlara karşı olanlar ise sağcı blok olarak cepheleştiler.
(Devam edecek. Gelecek yazı: İslamcılar)
Adnan ONAY, 24.02.2017, Sonsuz Ark, Konuk Yazar
Takip et: @adnanonay